Ameli Kesir Nedir?

Amel-i kesir Nedir? Amel-i kesirin mezheplere göre tanımı ve amel-i kesire örnekler....

Amel sözlükte; iş, eylem, hareket demektir. Kesîr ise çok anlamına gelir. Sıfat tamlaması olarak "çok hareket" demektir. Fıkıhta namazı bozan işlerle ilgili olarak kullanılan bir terimdir. Bir kimse namazda iken, dışarıdan gören kimsenin onun namazda olmadığında şüphe etmeyeceği derecede ilâve hareketler yapıyorsa buna "amel-i kesir" denir. Eğer dışarıdan bakan kişi, namaz kılanın namazda olup olmadığında şüphe ederse, buna "amel-i kalîl (az hareket)" denir.

Namazda yapılan çok hareket (amel-i kesir) namazı bozar. Meselâ namaz kılan kimsenin, namaz içinde ceketini çıkarması, çorap giymesi, birisiyle konuşması gibi. Paltonun eteklerini toplama, takke veya sarığı düzeltme gibi hareketler ise az hareket (amel-i kalîl) sayılır ve namazı bozmaz.

AMEL-İ KESİR NEDİR?

"Sözlükte “çok iş” anlamına gelen amel-i kesîr, fıkıh terimi olarak namaz esnasında namazın mahiyetiyle bağdaşmayan bir davranışın namazı bozacak düzeye çıkmasını anlatır. Bu türden bir fiil namazı bozmayacak düzeyde kalırsa ona da amel-i kalîl (az iş) denir. Namazın kılınış usulü ve âdâbı üzerinde ayrıntılı biçimde duran fakihler bu ibadetin başından sonuna kadar hangi fiillerden meydana geldiğini ve bunlardan her birinin bütüne nisbetle önem derecesini belirlemeye çalışmışlardır. Bu sebeple fıkıh literatüründe namazı oluşturan fiiller namazın farzları (şartları ve rükünleri), vâcipleri, sünnetleri, mendupları (âdâbı) ve mekruhları şeklinde bir tasnife tâbi tutulmuş, namazı bozan davranışlar da buna göre açıklanmıştır. Namazın şartlarına ve rükünlerine uygun biçimde namaza başlayan kişinin, kendini namaza verebilmesi ve namazın kılınış amacı üzerinde yoğunlaşabilmesi için namazın sonuna kadar bu ibadetin yapısı ve mahiyetiyle bağdaşmayan yeme içme, yürüme ve konuşma gibi fiillerden uzak durması gerektiği ve bunların namazı bozacağı belirtilmiş, bu tür davranışlar literatürde “müfsidâtü’s-salât/mubtilâtü’s-salât” başlığı altında ele alınmıştır (Kādîhan, I, 128-130).

Fıkıh âlimleri namaz kılarken amel-i kesîrin namazı bozacağı, amel-i kalîlin ise bozmayacağı hususunda görüş birliğine varmakla birlikte amel-i kesîr ve amel-i kalîlin tanımı ve sınırları konusunda ihtilâf etmişlerdir. Nitekim bir fakihin amel-i kesîr olarak gördüğü bir fiili bir başkası amel-i kalîl kapsamında sayabilir. Öte yandan amel-i kesîr düzeyinde olmakla beraber namaz fiilleri türünden bir fiilin namaz esnasında fazladan yapılmasının ya da bir zararın önlenmesi veya namazın tamamlanması maksadıyla namaz dışı hareketlerde bulunmanın hükmü de fakihler arasında tartışılmıştır.

Meselâ bir rek‘atta iki defa rükûa gidilmesi veya üç defa secdeye varılması amel-i kesîr olsa da namaz fiilleri türünden sayıldığı için kural olarak namazı bozmaz. Ancak Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre kasten yapılması durumunda bu tür fiiller de namazı bozar. Yine namaz esnasında abdestin bozulması halinde hemen gidip abdest alan ve gelip namaza devam eden kişinin bu fiili amel-i kesîr kapsamında kabul edilmekle birlikte namazın ikmal ve ıslahı amacını taşıdığından namazı bozmaz. Aynı şekilde namazda akrep, yılan gibi kılana zarar vermesi muhtemel hayvanları öldürmek de namazı bozmaz (Müsned, II, 233, 248; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 164). Ancak bazı fakihler, bu tür hayvanların bir vuruşta öldürülmesinin namazı bozmayacağı, birden çok darbeyle öldürülmesinin ise bozacağı kanaatindedir (Serahsî, I, 194; Osman b. Ali ez-Zeylaî, I, 166). Amel-i kalîl kapsamında sayılıp meşrû bir mazerete dayanmayan veya namazın ikmal ve ıslahı gayesini taşımayan fiiller namazın mekruhları arasında yer alır.

MEZHEPLERE GÖRE AMEL-İ KESİR'İN TANIMI

Amel-i kesîr – amel-i kalîl ayırımı yapılmasının amacı namaz esnasında namaz dışı fiillerden hangilerinin namazı bozacağı, hangilerinin bozmayacağı konusunda objektif ölçüler koyabilmektir. Ancak konu ictihadî olduğundan mezhepler arasında ve aynı mezhep içinde birbirinden hayli farklı ölçüler ortaya konmuştur. Hanefî mezhebinde bu konuda şu görüşler ileri sürülmüştür:

1. Bazı Hanefî âlimleri, amel-i kesîr ile amel-i kalîli birbirinden ayırmada amel esnasında her iki eli kullanmaya ihtiyaç duyulmasını ölçü almışlar ve iki elle yapılan bir fiili -o esnada tek elle yapılsa bile- amel-i kesîr, tek elle yapılan fiili de -iki el ile yapılsa bile- amel-i kalîl olarak değerlendirmişlerdir. Meselâ sarık sarmak, baş örtüsünü bağlamak gibi fiiller normalde iki elle yapıldığı için amel-i kesîrdir ve namazı bozar. Buna karşılık düşen takkeyi başa koymak veya baştan çıkarmak, baş örtüsünü düzeltmek, cep telefonunu kapatmak gibi fiiller mûtat olarak tek elle yapıldığından -o sırada iki elle yapılsa bile- amel-i kalîl sayılır ve namazı bozmaz. Ancak tek elle yapılan bir fiil ardarda üç defa tekrar edildiğinde veya fazla çaba sarfedildiğinde amel-i kesîre dönüşür. İbn Nüceym, böyle bir ölçüyü hem yemek içmek gibi normalde tek elle yapılıp namazı bozan fiilleri, hem de elle yapılmayan sakız çiğnemek ve öpmek gibi namazı bozan fiilleri kapsamadığı gerekçesiyle eleştirmiştir.

2. Peş peşe üç defa tekrarlanan bir fiil amel-i kesîr, bir iki defa tekrarlanan fiil ise amel-i kalîldir. Meselâ bir rek‘atta vücudun bir yerini ardarda üç defa kaşımak, ağızdaki sakızı üç defa çiğnemek, ardarda üç adım yürümek amel-i kesîr olup namazı bozar.

3. Fâilini maksadına ulaştıran fiil amel-i kesîr, böyle olmayanlar amel-i kalîldir. Meselâ bir anne namazda iken bebeğini kucağına alıp onu emzirir veya bebek kendiliğinden namazdaki annesinin memesini emerse annenin namazı bozulur; çünkü bu emme ve emzirme fiilleri anne ve bebeği amaca ulaştıran niteliktedir. Bebeğin annesini süt gelmeksizin bir iki defa emmesi ise bebeği amacına ulaştırmadığından amel-i kalîl sayılır. Bebeğin üç defa ve daha fazla emmesi durumunda ise süt gelmese de namaz bozulur. Bu örnekte de görüldüğü gibi bir kişinin namazı hem kendi fiiliyle hem de iradesi dışında bir başkasının fiiliyle bozulabilir. Namaz kılan kişinin bir başkasının çarpması yüzünden üç adım kadar yürümesinin namazını bozması da buna örnektir.

4. Bir fiilin amel-i kesîr olup olmadığı namaz kılanın takdirine bırakılır; onun aşırı gördüğü iş amel-i kesîr, az gördüğü iş ise amel-i kalîldir. Bu görüşün Ebû Hanîfe’nin, miktarı naslarla tesbit edilmeyen meselelerde miktar tesbitinin sorunla karşılaşan kişinin takdirine bırakılması gerektiği yönündeki ictihadına çok yakın olduğu belirtilmiştir. Ancak bu görüş, bir fiilin aşırılığını veya azlığını avamın takdirine bırakmanın sakıncalı olacağı düşüncesiyle eleştirilmiştir.

5. Hanefî fakihlerinin çoğunluğunun bu konuda esas aldığı ölçü ise şudur: Yapılan bir fiil, dışarıdan bakan bir kimseye o kişinin namazda olmadığı izlenimini veriyorsa amel-i kesîr, namazda olup olmadığı hususunda tereddüde düşürüyorsa amel-i kalîldir. Meselâ namazda ceket veya çorapların çıkarılması, giyilmesi gibi fiiller namazı bozar. Paltonun eteklerini toplama, secde yerindeki bazı engelleri hafif hareketlerle uzaklaştırma, teri silme, eliyle hafifçe sinekleri savma gibi fiiller ise namazı bozmaz. Hanefî fakihlerinin ekserisi Hz. Peygamber’in, kız torunu Ümâme omuzunda iken namaz kılmasını delil göstererek (Müslim, “Mesâcid”, 41-43) annelerin namaz kılarken bebeklerini ihtiyaç halinde sırtlarına veya kucaklarına almalarında bir sakınca bulunmadığını, ihtiyaç duyulmaması halinde ise böyle bir fiilin mekruh olduğunu söylemiş, bunun gibi namaz esnasında zarurete veya ihtiyaca binaen yapılan, ancak namazın edâsına engel olmayan, hafif bir eşyayı, küçük bir çantayı sırta veya kucağa almak gibi fiilleri de amel-i kalîl kapsamında değerlendirmiştir (Kâsânî, I, 242). İbn Nüceym bu beş ölçüyü açıkladıktan sonra bu konuda farklı ölçütler esas alındığından bazı fiillerin amel-i kesîr kapsamına girip girmediği hususunda farklı görüşlerin ortaya çıktığını belirtmiştir (el-Baḥrü’r-râʾiḳ, II, 14).

Mâlikîler’in amel-i kesîri belirlemede esas aldıkları ölçü Hanefî mezhebinde ağırlık kazanan görüşe çok yakın olup şöyledir: Yapılan bir fiil, dışarıdan bakan bir kimsede bunu yapan kişinin namazda olmadığı düşüncesini doğuruyorsa bu fiil amel-i kesîrdir. Bu mezhebe göre vücudun bir yerini birkaç defa kaşımak, sakalı ile oynamak, elbisenin bir ucunu omuza atmak, önünden geçmek isteyene eliyle engel olmak gibi fiiller amel-i kesîre, vücutta bir yeri hafifçe kaşımak, işarette bulunmak, kendisini rahatsız eden sinek vb.ni uzaklaştırmak gibi fiiller amel-i kalîle örnek olarak gösterilebilir.

Şâfiî mezhebinde de benzeri bir yaklaşımla bir fiilin bir rek‘at müddetince yapılması, iki elle yapılması, dışarıdan bakan kişiye onun namazda olmadığı izlenimi vermesi amel-i kesîr, böyle değilse amel-i kalîl olarak değerlendirilmiştir. İmam Şâfiî’nin amel-i kesîri son ölçüyü esas alarak belirlediği kaydedilmiştir (Şehâbeddin ez-Zencânî, s. 320). Şâfiî fakihlerinin çoğunluğu ise örfü esas alıp insanların namaz için aşırı gördüğünü amel-i kesîr, böyle olmayanı amel-i kalîl saymıştır. Bu mezhebe göre bir rek‘atta bir iki adım yürüme, parmakları hareket ettirme, selâma işaretle cevap verme gibi fiiller amel-i kalîle, ardarda üç veya daha fazla adım atma, sarık sarma, elbise giyme gibi işler ise amel-i kesîre örnek gösterilebilir. Şâfiî fakihleri Hz. Peygamber’in, torunu Ümâme’yi namaz esnasında her rek‘atta kıyamda iken omuzuna alıp rükû ve secde yaparken yere bırakmasını delil kabul ederek bu şekilde aralıklarla tekrarlanan fiilleri amel-i kalîl kapsamında değerlendirmiştir (Nevevî, IV, 92).

Hanbelîler de Şâfiîler gibi amel-i kesîri belirlemede örfü esas almış, yürümek, giymek, sarık sarmak gibi fiilleri amel-i kesîre örnek göstermiş, amel-i kesîr olarak nitelendirilecek fiillerin ise sınırlandırılamayacağını ifade etmiştir (Buhûtî, II, 8; İbn Ebû Tağlib, I, 33)." (Kaynak DİA)

AMEL-İ KESİRE ÖRNEK

Kalb ve vücûdun birlikte namaz hâlinde olup matlub olan huşû mevzûunda ulemâ titizlik göstermiş ve dikkat edilmesi gereken noktalara temas ederken hulâsa olarak namazdaki durumlarına göre mecâzen sınıflandırılan şu üç kişinin namazlarının makbul olmayacağını ifâde etmişlerdir:

  1. Avcı
  2. Hamal
  3. Tüccâr

Burada avcıdan maksad, gözleriyle namaz esnâsında etrafı kolaçan eden ve diğer uzuvlarıyla başka işlerde, amel-i kesîrde bulunan kişi; hamaldan maksad, darlandığı hâlde abdest tazelemeden namaz kılan kişi; tüccardan maksad, namaz esnâsında zihin ve kalbini dünyâ ticâretinden çekmeyen kişidir. Bu üç kişi, namazda matlûb olan huşû ve huzûr hâline eremeyeceklerinden kendilerini ibâdetlerine veremezler ve “yasak savar” cinsinden namaz kılmış olurlar ki, bu hâl, Allâh indinde aslâ makbûl değildir. Zîrâ vücûdun ve âzâlarının da namaza hazır ve dâhil olması, namazın şartlarındandır. Nitekim Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in, namaz kılan bir şahsın elleriyle sakalını karıştırdığını görünce:

“–Eğer bunun kalbinde huşû olsaydı, vücûdunun her uzvunda hareketsizlik olurdu.” (Tirmizî) buyurması, kalb ile vücûdun namazdaki müşterekliğinin zarûretini ifâde etmektedir.

Şu hadîs-i şerîfler de bu hakîkate mebnîdir:

“Sizden biri namaza kalkınca bütün vücûdu hareketsiz kalsın! Yahûdîler gibi sallanıp durmasın. Çünkü vücûdun namazda hareketsiz durması, namazın tamam olmasından bir parçadır.” (Tirmizî)

“Namazda yedi şey şeytandandır (yâni şeytanın sevdiği hususlardandır): Burun kanaması, uyuklamak, vesvese, esnemek, kaşınmak, sağa-sola bakmak ve herhangi bir şey ile oynamak...” (Tirmizî)

Bu hâller, namazın mânevî yapısını akâmete uğratır.

Diğer taraftan dış görünüş huşûlu, fakat iç âlem huşûdan uzak bir hâlde ise, buna münâfıkça huşû denir ki, böyle bir duruma düşmekten kalbi muhâfaza etmelidir.

Huşû bahsinde söylenecek son söz, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere güzel bir misâl teşkîl etmesi için beyân buyurduğu Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın şu duâsıdır:

“Ey Rabbim! Beni gereği üzere (ihlâs ve huşû ile) namaza devam edenlerden kıl! Zürriyetimden de böyle insanlar yarat! Ey Rabbimiz! Duâmı kabûl eyle!” (İbrâhîm, 40)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.