Yolda Bırakmayan Sevgi

Kim ki Allah ve Rasûlü’nü sever; dünya-âhiret yolda kalır mı? Kimi ki Allah ve Rasûlü sever; işleri, yolları açılır, kederleri biter, zorluklar kolaylaşır, dünya-âhiret en büyük rahmet olur.

Halk arasında darda kalan birisi için, hatırı sayılan bir kişinin devreye girerek sıkıntıların halline gayret etmesi demek olan “şefaat”, özel mânâda âhirette günahkâr mü’minlerin affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin, Allâh’a yalvarmaları, duâ etmeleri ve günahlarının bağışlanmasını istemeleri demektir. Allâh’ın izni olmadan bir kimsenin şefaat etmesi veya Allâh’ın râzı olmadığı birine şefaatte bulunması mümkün değildir.

“…Hiçbir şefaatçi yoktur ki, O’nun (Allâh’ın) izni olmadan şefaat edebilsin…” (Yûnus, 3)

“…Bunlar, Allâh’ın rızâsına ermiş olandan başkasına şefaat edemezler…” (el-Enbiyâ, 28)

Kâfir ve münâfıklar için şefaat söz konusu değildir:

“Onlara (kâfirlere) şefaatçilerin şefaati fayda vermez.” (el-Müddessir, 48; bkz: el-En’âm, 51)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde “ümmetinin günahkârlarına şefaat edeceğini” haber vermiştir. (Tirmizî, Kıyâmet 11; İbn-i Mâce, Zühd, 37)

PEYGAMBERİMİZ'İN (S.A.V.) ŞEFAATİ

Peygamber Efendimiz’in bir de umûmî bir şefaati olacaktır. Mahşerde bütün insanlar endişe ve ıztırap içinde bulundukları bir sırada, bunların hesaplarının bir an önce görülmesi için Rasûl-i Ekrem Efendimiz şefaat dileyecektir. Buna “şefaat-i uzmâ: (büyük şefaat) adı verilir. Allah Rasûlü’nün bu şefaat yetkisi, Kur’ân’da “Makâm-ı Mahmud: (övülen makam) adıyla anılır. (Bkz: el-İsrâ, 79)

Daha dünya hayatında iken Peygamber Efendimizin şefaati bereketini gösterir. Nisâ Sûresi’nin 64. âyet-i kerîmesinde bu şefaatin nasıl gerçekleşeceği müjdesiyle mü’minlere nefes aldırılmaktadır:

“Biz her peygamberi, Allâh’ın izni ile, ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman yanına gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi, Allâh’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.”

ŞAİR NABİ'NİN EFENDİMİZ'E (S.A.V.) DİLEKÇESİ

Hac farîzasını yerine getirmek için mukaddes beldelere giden şâir Nâbî, Medîne-i Münevvere ziyaretine sıra gelince yaşadıklarını nasıl da samimi anlatır:

“Medîne-i Münevvere’de kalmak müddeti on gün olduğundan, sabahtan akşama kadar ve akşamdan sabaha kadar Peygamberler Sultânı’nın karşısında salât ve selâm sesleri kesilmedi. Pişmanlık ağlamaları ve şefaat dileyen iniltileri ile göklerin tabakalarını perişan eden ve ziyaretçi melekleri ürküten durumlar meydana geldi. Ayrılık gözyaşlarını dökmek için fırsat vermediği gibi, dinlenmeyi uzatmaya da izin vermedi. Herkes şefaat eteğine asılmaya güç sarf ettiler. Hattâ söz levhasının yazısını süsleyen kanadı kırık Nâbî de derdini içinde toplayan bu dilekçeyi bir levhaya güzelce yazarak, Şefaat İkliminin Serveri önüne küstahçasına astı:

Bi-hamdillah nasîb oldu saâdet, yâ Rasûlâllah

Ki ettim hâk-i dergâhın ziyâret, yâ Rasûlâllah.

Zehî hüsrân güher-pâş olmadan bu hâke etseydim

Gözüm gencîne-i hâb-ı ferâğat, yâ Rasûlâllah.

Günehkârım, sefihkârım, siyehkârım, tebehkârım

Beni reddetme ferdâ-yı kıyâmet, yâ Rasûlâllah.

Hülâsa destbürd-kâr fermâyan-ı dûzâhtan

Nigâh-ı kemterin eyler kifâyet, yâ Rasûlâllah.

Firîb-i sâki-i peymâne gerdân-ı dalâletten

Dem-i âhirde îmânım emânet, yâ Rasûlâllah.

Keminin Yusuf Nâbî’yi ahbâb u akârible

Şefâat yâ Rasûlâllah, şefâat yâ Rasûlâllah”

Yani: (Ey Allâh’ın Rasûlü! Dergâhının toprağını ziyaret ettim de saâdet nasip oldu, Allâh’a şükürler olsun. Hüsrana uğramadan, gözümü feragat hazinesinin toprağına katsaydım… Günahkârım, zevke düşkünüm, yüzüm kara, hâlim harâp... Kıyamet günü beni reddetme. Bir küçük bakışın, cehennemden kurtarır. Îmânımı dalâlet sâkîsinin elinden kurtar, Sana emanet olsun. Yusuf Nâbî’ye, akrabaları ve dostlarıyla birlikte şefaat et.”

HAK KATINDA KULLAR GERİ ÇEVRİLMEZ

Rasûlullah Efendimizin ismi ile ricâ edildiği zaman, Hak katında, kulların geri çevrildiği görülmemiştir. Bu da Peygamber Efendimizin hatırının Yüce Allah katında ne kadar âlî olduğuna delâlettir. Sahâbe-i Kirâm Efendilerimiz, bunu bildiği için her türlü rahatsızlıklarında duâ talep etmek dâhil, yağmur duâsı, ayaklarına giren krampta bile bu rahmetten faydalanmıştır.

Âmâ bir adam, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gelerek: 

“-Yâ Rasûlallah! Allâh’a duâ et de benim gözlerimi açsın.” dedi.

Resulüllah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de: 

“-İstersen duâ edeyim; fakat sabredersen, o daha hayırlıdır.” buyurdu.

Adam: “-Dua ediniz.” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de adama, âdâb ve erkânına riâyet ederek güzelce abdest alıp şu duâyı okumasını ve şöyle diyerek Allah’a yalvarmasını emretti:

“-Ey Allah! Ben Sana yalvarıyorum. Bu hâcetimin görülmesi için Rahmet Nebîsi olan Peygamberin Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Sana yöneliyorum. Ey Allâh’ım! Onu bana şefaatçi kıl.”

Adam, bu duâyı yapar yapmaz gözleri açılmış olarak geri döndü.[1]

Enes -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edilmiştir ki:

“Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman Ömer bin Hattâb, (Peygamber Efendimizin amcası) Abbas bin Abdülmuttalib’i vesîle edinerek yağmur duâsı yapar ve duâda şöyle derdi:

“-Ey Allâh’ım! Bizler, Peygamberimizi vesîle edinerek Sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsân ederdin. Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek Sen’den niyâz ediyoruz. Yağmur ihsân eyle!..” (Buhârî, İstiskâ, 3)

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın ayağına bir kere kramp girmişti. Ona:

“-En sevdiğin insanı hatırla!” dediler. O zaman:

“-Yâ Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-!”[2] diye nidâ edince ayağı açıldı.

YAVUZ SULTAN SELİM'İN KALEME ALDIĞI NAAT

Yavuz Sultan Selim’in, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için kaleme aldığı bir na’tı, Ulu Sultanın mânevî ikramlara nâil oluşunun sırrını anlatır bize…

Kuvvetli muhabbet… Dünya-âhiret en büyük sermaye, peygamber sevgisidir ve karşılığı, dünya ve âhirette Peygamber-i Güzîn Efendimizin himâyelerinde bulunmak demek olan şefaattir. Sultan Selim’in sevgisinin karşılıksız kalmamasının sebebi de bu olsa gerektir:

Ey cemâl-i nûr-i çeşm-i evliyâ

El-meded, ey ma’den-i nûr-i Hudâ

Hak-i pây-i tûtiyâ-ı asfiyâ

El-meded ey ma’den-i nûr-i Hudâ

(Ey evliyânın göz nûrlarının en güzeli, evliyânın göz bebeği!.. Allâh’ın nûrunun kaynağı, el meded, yardım et! Vârislerin olan velîler, Sen’in ayağının tozudur. Allâh’ın nûrunun kaynağı, el meded, yardım et!)

Kimse Sen’siz bulamaz Hakk’a vusûl

Feyz-i lutfunla olur merd-i kabul

Rahmeten lil âlemînsin yâ Rasûl

El-meded ey ma’den-i nûr-i Hudâ

(Senin kılavuzluğun olmadan, kimse Hakk’a giden yolu bulamaz. İnsanlar Sen’in lutfettiğin feyizle Allah tarafından kabul edilirler. Ey Allâh’ın Peygamberi! Sen Âlemlere rahmetsin! Allâh’ın nûrunun kaynağı el meded, yardım et!)

Eyledim bî had cürüm ile cerîm

Oldun eşhâs-ı hevâ ile nedîm

Eyle isyânım şefâat, yâ kerîm

El-meded ey ma’den-i nûr-i Hudâ

(Haddi hesabı olmayan kötülükler ve fenalıklar yaptım. Nefsine uyan insanlara köle oldum. İsyanıma şefaat eyle ey Kerîm, keramet sahibi Peygamber! Allâh’ın nûrunun kaynağı, el meded, yardım et!)

Ey kerem kân-ı Rasûl-i Kibriyâ

Kemterindir bu Selîm-i pür hatâ

Dergehinden ilticâ eyler atâ

El-meded ey ma’den-i nûr-i Hudâ[3]

(Ey keramet sahibi, cömertlik kaynağı olan yüce Peygamber! Bu aşağılık, itibarsız Selim, hatalarla, günahlarla doludur. Sen’in dergâhından bağışlanmak, şefaat diler. Allâh’ın nûrunun kaynağı el meded, yardım et!)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefat haberini alan Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimizin yanına gelerek yüzünü açtı, üzerine kapanarak hem öptü, hem ağladı ve şöyle dedi:

“-Anam-babam Sana fedâ olsun; hayatta güzel olduğun gibi, ölümün de güzel!.. Ey Allâh’ın Rasûlü, Rabbin katında bizleri hatırla ve her zaman Senin kalbinde olalım.”[4]


[1] Tirmizî, Deavât, 119; İbni Mace, İkâmet: 189. Ayrıca, Hakîm, el-Müstedrek’te sahih senedle nakletmiştir.

[2] Buhârî, el-Ebedü’l-Müfred, no: 993, sh: 262.

[3] Yavuz Sultan Selim’in bu şiiri, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu’nun “Hazret-i Peygamber’e Şiirler Antolojisi” adlı eserinde (sh: 28) geçmektedir. Şiirin açıklaması ise Cemal Toksoy tarafından yapılmıştır.

[4] Ahmed bin Hanbel, Müsned, No: 25899, 10/44-45.

Kaynak: Fatma Hâle Sağım, Şebnem Dergisi, 130. Sayı, Aralık 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.