Peygamberimiz’in Kahramanlığı

Peygamber Efendimiz'in -sallallahu aleyhi ve sellem- şecaati ve kahramanlığı...

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- hazretleri yüksek şahsiyetlerine yaraşır bir şecaat ve kahramanlık timsâli idiler. Daha çocukken “Lât ve Uzza hakkı için” diyerek kendisinden bir şey istenildiğinde böyle cevap verdiler:

– Onlar adına benden bir şey istemeyin. Vallahi onları sevmediğim kadar hiç bir şeyi sevmez değilim. On yedi yaşında amcasıyla beraber bir Yemen seferine çıkmışlardı. Bir vâdîde azıp kaçmış, vahşileşmiş bir deve gördüler. Genç Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- derhal önüne geçip onu yularından yakalamışlardı.

Hazret-i Ali -radıyallahu anh- anlatıyor:

– Bedir’de savaş bütün şiddetiyle devam ederken bazan biz Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in arkasına sığınıyorduk. Hepimizin en cesuru o idi. Düşman saflarına en yakın yerde o bulunurdu.” (Müsned-i Ahmed bin Hanbel) Huneyn savaşında düşman savleti karşısında, İslâm ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştı. Fakat Allah’ın Rasûlü yerinde sebat ettikden başka, hayvanını mütemğ madiyen ileri sürmüş, düşman her taraftan, onu hedef almıştı. Vak’aya iştirak eden Berâ -radıyallahu anh-’a soruldukta:

– Sen de o gün ric’at edenler içinde miydin? O da:

– Evet, Ben de ric’at edenler arasında idim. Fakat şehâdet ederim ki, Hazret-i Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yerinden bir adım gerilemedi. Savaş, vahşi bir yangın gibi yayıldığı zaman hepimiz Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-’in etrafına sığındık. O’nun yanında durmak en büyük cesâret kaynağımızdı, buyurmuştur. (Müslim)

Enes b Sabit -radıyallahu anh- anlatıyor:

– Bizim hepimizin en cesuru Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’di. Bir gün Medine’de düşmanın şehre girdiği haberi yayıldı. Herkes müdafaaya hazırlandı. Fakat Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve selllem-, derhal hareket ederek eyerlenmesini bile beklemeden atın sırtına atlamışlar, şehrin istilaya uğradığı söylenen kısmına koşmuşlardı. Allah’ın Rasûlü her tarafı teftiş ettikten sonra geri dönerek herkesi teskin ile korkanların korkusunu gidermişti. (Buhârî, İbn-i Hanbel)

Kureyş’in kendilerine ve O’nu himaye ettiği için amcalarına karşı ilan edip, üç yıl bütün şiddetiyle devam eden boykota karşı, evinde namazına ve açıktan kitabullahı okumaya devamla fiilen cevap vermesi, dostlarını, işkence ve ölüm korkusundan Habeşistan’a gönderip Mekke’de bunlara tek başına sabretmesi, yardımına kendilerini vakfetmiş olan amcaları Ebû Tâlib ve zevceleri Hazret-i Hadice -radıyallahu anha-’yı peşpeşe kaybedip bütün arkadaşları da Yesrib’e (Medine) göçtüğü ve Mekke’de yalnız başına kalmış oldukları halde, hergün Kâbe’ye gidip ibadete ve kıraete devam edebilmesi, O’nun şecaat ve kahramanlıkta eşsiz olduğunu gösteren ve abideleştiren vasıflardır.

Peygamberimizin -sallallahu aleyhi ve sellem- şecaat ile birlikte “Necdet” sıfatı vardı. Necdet; korku ve dehşet yerlerinde, olağanüstü haller karşısında sabır ve sebat göstermek, korkuya düşüp uygunsuz iş yapmamaktır.

Mekke’de Kureyş müşrikleri O’nun evini kuşatmışlar, içeriden çıkar çıkmaz, canına kıymak için kılınçlarını sıyırmışlardı. O hiç korkuya kapılmadan, kapısını açmış müşriklerin başlarına toprak saçmış ve Yasin-i Şerif sûrğresinin ilk ayetlerini okuyarak aralarından çıkıp gitmişti.[1]

Ebû Hureyre -radıyallahu anh- anlatıyor:

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işitdim:

– “Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin olssun ki, bütün mü’minlerin, benim bulunduğum her savaşa katılmak arzuları olmasa ve orduya vasıta temin etme kaygusu bulunmasa idi, istisnasız bütün savaşlara katılırdım.

Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin olsun ki, Allah yolunda şehid olub dirilmek, tekrar tekrar şehid olub dirilmek, ve sonunda yine şehid olmak isterdim.” (Buhârî)

[1] (M. Zekâi Konrapa Peygamberimizin Hayatı)

Kaynak: Sâdık Dânâ, İslâm Kahramanları-1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.