Kitap Yüklü Z'âlim'ler

İlim, onu kullananların kalbî durumuna göre faydalı veya zararlı olabilen, iki uçlu bir bıçak gibidir. Hayra da kullanılabilir, şerre de âlet edilebilir. Tarih boyunca zâlimler dâimâ nefsânî ihtiraslarına tâbî kıldıkları bir ilim ve kudretle zulmetmişlerdir. Firavun, Nemrut, Hülâgu, Atilla ve emsâli insan kasaplarını, bugün insanlık nefretle anıyor 

Kurʼân ve Sünnetʼin rehberliğinde kalben seviye kat etmemiş bir insan, -ne kadar bilgili olursa olsun- ham kalmaya mahkûmdur. O, bu hamlığıyla ilim tahsil edip, meselâ bir doktor olsa, insanlara şifâ tevzî edeceği yerde, nefsânî ihtiraslarını tatmin edebilmek için, organ kaçakçılığı yapan bir insan kasabı oluverir. Bir hukukçu olsa, adâlet tevzî edeceği yerde, bir suç şebekesi lideri veya zâlim bir cellât kesilir. Çünkü ihtiraslarının esiri olan ham bir nefis, sahip olduğu ilmi, süflî menfaatlerine âlet eder.

İLİM SAHİBİ ZÂLİMLER

Dolayısıyla gerçek ilim tahsili, sadece bilgileri zihne depolamak değildir. İlmin kişiye dünyâda ve ukbâda fayda sağlaması için o kimsenin mânevî terbiye neticesinde kalben seviye kazanması, vicdânının ve ahlâkının olgunlaşması zarurîdir.

Tasavvufun gâyesi de, nefsi tezkiye ederek kalbî istîdatları inkişâf ettirmektir. Çünkü ihtiraslarının esiri olan ham bir nefs, sahibi olduğu ilmi kolayca menfaatlerine âlet ediverir. Bir câhilin cehâletiyle yapamayacağı zulmü, elde ettiği ilimle kolayca işleyebilir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de ibretli kıssaları nakledilen Kârun, Bel‘am bin Bâûrâ ve emsâli bedbahtların hak yoldan sapmaları, ilim noksanlığı sebebiyle değildi. Onlar da gayet bilgili kimselerdi. Lâkin bildikleri husûsunda “takvâ” sahibi değillerdi.

Sahâbe-i kiramdan Yezid bin Seleme el-Cûfî t bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in huzûruna çıkarak:

“Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben Siz’den pek çok hadis işittim. Fakat sonradan işittiklerimin, önceden işittiklerimi unutturacağından korkuyorum. Bana (hepsinin yerini tutacak kadar geniş) muhtevâlı bir söz söyleyiniz!” der.

Bunun üzerine Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:

“Bildiklerin hususunda Allâh’a karşı müttakî ol! (Bu sana yeter.) (Tirmizî, İlim, 19/2683)

ALLAH TAKVÂ SAHİPLERİNE ÖĞRETİR

Bir kulun her şeyi bilmesi mümkün değildir. Fakat bildikleri husûsunda takvâ sahibi olmak; kulun bilmediği hususlarda da ilâhî lûtfa mazhar olarak gönlünün hakka ve hayra meyletmesine, yahut bilmediklerini de öğrenmesine vesîle olur. Nitekim âyet-i kerîmede:

 “…Allah’tan ittikā edin (takvâ sahibi olun), Allah size (ihtiyacınız olan şeyleri) öğretir...” (el-Bakara, 282)buyrulmaktadır.

Müfessir Kurtubî, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle der:

“Bu âyette Allah’tan ittikā edenlere, bizzat Allâh’ın ilim öğreteceği vaadi vardır. Yani takvâ sahibi olan kulun kalbine Cenâb-ı Hak, kendisiyle hakîkatleri idrâk edeceği ve hak ile bâtılı birbirinden ayırabileceği bir nûr ihsân eder.” (Kurtubî, III, 406)

Yani öğrendiklerinin muktezâsınca takvâ üzere yaşayan mü’min kulların temiz kalplerine, Cenâb-ı Hak, hikmet ve hakîkatlerden ilham esintileri lûtfeder. Fakat takvâdan uzaklaşarak kalplerini dünyevî ihtiraslara ve nefsânî arzulara esir edenler -velev ki ilim erbâbı bile olsalar- yanlış yollara sürüklenmekten kurtulamazlar.

Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Çok âlim vardır ki irfandan nasîbi yoktur. İlmi ezberleyip yutmuştur da, Allâh’ın sevdiği bir dostu olamamıştır!”

Yani ilim, onları Allâh’a yaklaştıracağı yerde, uzaklıklarını artıran bir gaflet perdesine dönüşmüştür. Şunu da ifâde edelim ki bugün toplumda giderek yaygınlaşan yanlışlardan biri de “ilim” anlayışının zihinlerde geçirdiği mânâ kaybıdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.