Nûr Üstüne Nûr Olan Mübârek Simâ

Hilye, lügatte süs, ziynet, yüz ve ruh güzelliği demektir. Istılahta ise, Hazretyi Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in, beşer kelâmının imkânları nisbetinde kelimelerle çizilmiş resmidir.

18’inci asır Osmanlı âlim ve şâirlerinden Süleyman Nahîfî şöyle der:

“Şu muhakkaktır ki, bir kimse, hilyeyi şerîfe yazsa ve ona çok nazar eylese, Allah Teâlâ o kimseyi hastalıktan, sıkıntılardan ve ânî ölümden muhâfaza eyler. Şâyet bir yere sefer ettiğinde berâberinde götürürse, o seferinde dâimâ Hak celle celâlühûy’nun muhâfazasında olur.”

HİLYE-İ ŞERİFİ EZBERLEME AN'ANESİ

Birçok İslâm müellifi, hilyeyi şerîfenin sayısız fazîletleri hakkında düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Hattâ Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda görmek için de hilye-i şerîfeyi teberrüken ezberleme an’anesi, birçok İslâm ülkesinde hâlâ mevcuttur.

İnsanın gönlü, fıtratı îcâbı dâimâ güzelliğe doğru meyleder, onunla berâber olmak ister. Bu câzibe sebebiyle zihin dâ imâ onunla meşgul olur. Gönülde rûh ve ahlâk bakımından mahbûbuna benzeme arzusu doğar. Netîcede sevdiği şahsı örnek alarak onun hâliyle hâllenmeye başlar. Bu fıtrî temâyül sebebiyle hilyeyi şerîfenin, Peygamber Efendimiz’e olan iştiyak, muhabbet ve ittibâyı artırmaya vesîle olacağı muhakkaktır.

Nitekim Hazretyi Hasan yradıyallâhu anhy, üvey dayısı Hind bin Ebî Hâle’ye Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in hilyesini sorarken, içinde bulunduğu hâleti rûhiyeyi şu sözleriyle dile getirmiştir:

“Dayım Hind bin Ebî Hâle, Allah Rasûlü’nün hilyesini çok güzel anlatırdı. Kalbimin O’na bağlı kalması ve O’nun izinden gidebilmem için, dayımın Allah Rasûlü’nden bir şeyler anlatmsı, benim çok hoşuma giderdi.” (Tirmizî, Şemâil, s. 10)

PEYGAMBERİMİZ'İ KELİMELERLE RESMEDEN HİLYE-İ ŞERİFELER

Habîbi Ekrem Efendimiz’in kelimelerle resmini çizmeye çalışan hilyeyi şerîfeler, saâdet devrine eremeyen ve hasretle yanan gönülleri bir nebze olsun teskin ve tesellî etmektedir. Hilye’ler vâsıtasıyla katredeki ummânı görmeye çalışan mü’minler, Âlemlerin Efendisi’ne olan muhabbetlerini artırarak O’nun üsveyi hasenesinden istifâde etmeye, şemâil ve ahlâkı ile mütehallî olymaya gayret göstermişlerdir.

Bununla birlikte, Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in “nûrun alâ nûr” yâni nûr üstüne nûr olan mübârek sîmâsını sözle tasvîr ederken kelimelerin kifâyetsizliği ile beşerin O’nun hakîkatini kavramaktaki mutlak aczi hesâba katılmalıdır. Bunun târihte meşhur bir misâli vardır.

MEVLÂNÂ 20 KERE ŞEKİL DEĞİŞTİRDİ

Hazretyi Mevlânâ’nın mürîdesi Gürcü Hâtun’un paşa olan beyi, Kayseri’ye tâyin olur. Gürcü Hatun, Selçuklu sarayının meşhur ressam ve nakkâşı Aynü’d Devle’yi, gizlice resmini çizip kendisine getirmesi için Hazreti Mevlânâ’ya gönderir. Ressam, gâfilâne huzûra çıkıp vaziyeti Hazreti Mevlânâ’ya anlatır. O da mütebessim bir şekilde:

“–Sana emredileni arzu ettiğin şekilde yerine getir!” der.

Ressam çizmeye başlar. Fakat, netîcede karşısındaki sîmây nın çizdiği resimle alâkasız başka bir muhtevâya büründüğünü fark edip yeniden çizmeye başlar. Böylece Hazreti Mevlânâ’nın, resmi çizilirken yirmi kere şekil değiştirdiğine şâhid olur. Sonunda aczini anlar ve bu işten vazgeçmek mecbûriyetinde kalır. Hazreti Mevlânâ’nın ellerine kapanır. Zîrâ sanatı, kendi çizgilerinin içinde kaybolmuştur. [1]

GÖNÜL ALEMİNDE BAMBAŞKA PENCERE

Bu hâdise, ressamın gönlünü uyandırır; hayret, dehşet ve ürperiş içinde derin düşüncelere daldırır ve enfüsî âlemin seyy yâhı eyler. Bu hâl içerisinde ressam kendi kendine: “Bir dînin velîsi böyle olursa, kim bilir nebîsi nasıl olur?” der.  Artık gönül âleminde bambaşka bir pencereden Allah Rasûlü’nün tahayyülüne dalar.

Acabâ yazılan şemâili şerîfeler, Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in hakîkatinin kaçta kaçını ifâde edebilir?! Muhakkak ki şemâili şerîfeyi, herkes gönlündeki muhabbet nisbetinde ve kelimelerin sınırlı mânâları çerçevesi içinde resmedebilir. Biz de aczimize rağmen rivâyetlerden gönlümüze akseden şebnemler nisbetinde hilye-i şerîfeyi teberrüken nakletmeyi uygun bulduk...


[1] Çizilen bu resimler, hâlen Mevlânâ müzesinde bulunmaktadır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Esintileri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.