Sufi Ne Demek?

Sufi nedir, ne anlama gelir? Sufi kime denir? İlk sufiler kimlerdir? Sufi Kur’an’da ve hadislerde geçiyor mu? Tasavvuf kavramlarından sufi ve sufilik...

Sufi, “tasavvufî hayat tarzını benimseyerek Hakk’ın yakınlığını kazanmaya çalışan kimse” demektir.

SUFİ NEDİR, KİME DENİR?

Tasavvuf yolunda nefis mücâhedesini sürdürmekte olanlara mürîd ve mutasavvıf, bu mücâhedeyi tamamlayıp kemale ermiş olanlara sûfî denilmektedir. (Sülemî, Tasavvufun Ana İlkeleri, s. 10; Hücvîrî, s. 115) Sûfiyye “tasavvuf; tasavvuf ehli kimseler, sûfîler” anlamındadır. Sûfî kelimesine Hz. Peygamber zamanında ve ondan hemen sonraki dönemde rastlanmamaktadır. Ancak Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) Kâbe’yi tavaf sırasında bir sûfî gördüğünü ve ona bir şeyler vermek istediğini söylemesi (Serrâc, s. 42) kelimenin I. (VII.) yüzyılda bir unvan olarak kullanıldığını göstermektedir. Sûfî unvanı II. (VIII.) yüzyıldan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. Ebû Hâşim el-Kûfî (ö. 150/767 [?]) (Câhiz, I, 366; Câmî, s. 31), Kilâb b. Cerî, Küleyb, Hâşim el-Evkas, Sâlih b. Abdülcelîl (Câhiz, I, 366), Câbir b. Hayyân (İbnü’n-Nedîm, s. 498) ve İbrâhim b. Edhem’in müridi İbrâhim b. Beşşâr (Ebû Nuaym, VII, 346) bu unvanla anıldığı bilinen ilk şahsiyetlerdir. Süfyân es-Sevrî riyânın inceliklerini ve sûfînin nasıl bir kişi olması gerektiğini Ebû Hâşim el-Kûfî’den öğrendiğini söyler.

SUFİ KUR’AN’DA VE HADİSLERDE GEÇİYOR MU?

Kur’an’da ve hadislerde geçmeyen sûfî kelimesinin unvan olarak kullanılmasının sebebi konusunda Serrâc, Kelâbâzî, Ebû Nuaym, Kuşeyrî, Hücvîrî, Şehâbeddin es-Sühreverdî gibi klasik dönem sûfî müellifleri değişik görüşler ileri sürmüştür. Buna göre sûfî, tasavvuf ehlinin kendilerine örnek aldıkları Suffe ashabını ifade eden “ehl-i Suffe” terkibindeki “suffe”, Allah katında ve O’na ibadette ilk sırada olduklarını ifade için “saff-ı evvel” terkibindeki “saff”, güzel sıfatlara sahip bulunduklarına işaretle “sıfat”, kalp temizliğine önem verdikleri için derunî temizliği ifade eden “safâ” ve “safvet”, yemeye içmeye önem vermemeleri ve genellikle bitki yemeyi tercih etmeleri sebebiyle bir çöl bitkisi olan “sûfâne”, giyim ve kuşamlarına önem vermemeleri ve saçlarını uzatmalarından dolayı “enseye sarkan saç” anlamındaki “sûfetü’l-kafâ” terkibindeki “sûfe”, Hakk’a ve halka hizmeti ön planda tutmaları sebebiyle İslâm’dan önce yaşayan ve kendilerini Kâbe hizmetine adayan Benî Sûfe kabilesiyle benzerlik arzettikleri için “sûfe”, başta Hz. Peygamber ve ashabı olmak üzere birçok peygamberin tercih ettiği tevazuun sembolü olan yün elbise giydikleri için “yün” anlamındaki “sûf” kelimelerinden gelmiş olabileceği üzerinde durulmuştur. Bu görüşlerden önemli bir kısmının sûfî denilen kişilere bu unvanın dış görünüşleri dikkate alınarak verildiği, bir kısmının da iç dünyaları itibariyle uygun görüldüğü anlaşılmakta, en çok kabul gören görüşün Arapça dil kuralları açısından da uygun olan son görüş olduğu belirtilmektedir. Serrâc bu son görüşün daha doğru olduğunu teyit etmek için Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Îsâ’nın arkadaşlarına ilim, davranış ve halleri sebebiyle bir isim verilmediği halde beyaz giysileri dikkate alınarak “havâriler” denildiğini (el-Mâide 5/112) örnek olarak kaydeder (el-Lümaʿ, s. 41). Sûfînin “yün giyen” anlamına geldiği kabul edildiği takdirde “tasavvuf” kelimesi de “yün giydi” anlamındaki “tasavvefe” fiilinin masdarı olmuş olur. İlk dönemden itibaren pek çok zâhidin yün elbise giydiği bilinmektedir. Daha sonraki devirlerde zühd hayatını tercih edenlere çoğunlukla sûfî denilmeye başlanmıştır. Zâhid ve sûfîlerin öteden beri bu tür elbise giyen hıristiyan ruhban ve keşişlerin etkisiyle yün elbise giydikleri ileri sürülmüşse de Hz. Peygamber ve ashabının da yün elbise giydiğine dair rivayetler bunun doğru olmadığını göstermektedir.

Kuşeyrî ve Hücvîrî, sûfî kelimesiyle ilgili görüşlere yer verdikten sonra bunun Arapça bir kelimeden türemesinin uygun olmayacağını, ancak câmid bir lakap olabileceğini belirtmişlerdir. (er-Risâle, II, 550; Keşfü’l-mahcûb, s. 115)

SUFİNİN TANIMI

Sûfî ile ilgili çok çeşitli tarifler yapılmıştır. Bunların önemli bir kısmı tarifi yapanın o anki mânevî halini ya da muhatabının içinde bulunduğu mânevî durum çerçevesinde ona vermek istediği mesajın özelliklerini yansıtmaktadır. Sûfînin sadece bazı yönlerini yansıtan bu tariflerin çeşitliliği tasavvuf yolunda yaşanan hal ve makamların çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede bir yandan sûfînin sürekli daha iyiye ve güzele sahip olma gayreti içinde bulunması, yoklukta sabretmesi, varlıkta karşılıksız dağıtması, ayırım yapmadan herkese iyilikte bulunması, kötülüklere bile iyilikle karşılık vermesi, mal mülk, makam, şöhret gibi dünyevî unsurlara değer vermemesi gibi insanî ve ahlâkî özelliklerine vurgu yapılırken diğer yandan dış görünüşünden çok iç dünyasının düzgün olması, nefsini terbiye edip kalbini saflaştırarak Hakk’a ermesi ve O’nun dostluğunu kazanması gibi mânevî özellikleri dile getirilmiştir. Kuşeyrî, Cüneyd-i Bağdâdî’nin sûfî ile ilgili birkaç tarifini nakleder. Cüneyd’e göre, “Sûfî yer gibidir, kötü olan her şey onun üzerine atılır, fakat ondan sadece güzel şeyler çıkar”; “Sûfî yer gibidir, iyi de kötü de üzerine basarak yürür. Bulut gibidir, iyiyi de kötüyü de gölgelendirir. Yağmur gibidir, ayırım yapmadan her yeri sular”; “Zâhirine özen gösteren bir sûfî gördünüz mü bilin ki içi haraptır.” (Kuşeyrî, II, 553) Bu tariflerde sûfînin ahlâkî ve insanî nitelikleri belirtilmekte ve onun ayırım yapmadan herkese faydalı olduğu, bedenle ilgili hükümlerden çok ruhla ilgili niteliklere önem verdiği ifade edilmektedir. Ebû Türâb en-Nahşebî sûfîyi, “Hiçbir şeyin kendisini bulandırmadığı, her şeyin kendisiyle duru ve saf hale geldiği kişidir” diye tanımlamıştır.

Ebûbekir eş-Şiblî’nin, “Sûfî halktan ayrılan ve Hakk’a eren kimsedir” şeklindeki tarifi sûfînin Hak’la olan ilişkisini vurgular. Sûfî Allah Teâlâ’nın, “Seni kendime dost edindim” (Tâhâ 20/41) hitabına mazhar olan kuldur. Hücvîrî sûfîyi ve sûfîliği anlattıktan sonra sûfî ile mutasavvıf arasındaki farkı belirtir. “Sûfî kâmil, velî ve hakikat ehli erin adıdır” diyen Hücvîrî’ye göre sûfî nefsinden fâni, Hak ile bâki, nefsaniyetin pençesinden kurtulan ve hakikatlerin hakikatine ulaşan erdir. Mutasavvıf ise sûfî olmanın yolunu tutan, bu yolda nefis mücâhedesi yapan, sûfîler gibi davranmaya çalışan kimsedir. Mustasvif ise bir çıkar sağlamak veya bir mevki ve itibar sahibi olmak için kendini onlar gibi gösteren, ancak onların hiçbir halinden haberdar olmayan ve nasip almayan kimsedir. Mustasvifler murdar ve haram et yiyen kurt gibidir. Kelâbâzî sûfî ile ilgili bazı tariflere yer verdikten sonra sûfîlere ayrıca vatanlarını terkettikleri için “gurebâ”, diyar diyar dolaştıkları için “seyyâhîn”, seyahat ederken ihtiyaç halinde mağaralara sığındıkları için Horasanlılar’ca “mağaralılar” anlamına gelen “şikeftiyye”, zaruret miktarı yiyip genellikle aç oldukları için Şamlılar tarafından “cûiyye”, sahip oldukları şeyleri dağıttıkları için ellerinde bir şey bulunmamakla “fukara”, kalplerini nurlandırmaya çalıştıkları için de “nûriyye” gibi adlar verildiğini belirtir (et-Taʿarruf, s. 21-22). Türkçe’de “sûfî” anlamına gelen sofu kelimesi aynı zamanda “cahil ve ham derviş” (sûfî-i tîredil) anlamında da kullanılır. Yûnus Emre, “Ârifler ortasında sofuluk satmayalar” mısraında (Yunus Emre Divânı, II, 111) bu tür sofulara işaret etmektedir. Sûfî olmadıkları halde mizaç ve tabiat itibariyle onlara benzeyenlere “sûfîmeşrep” denir.

Kaynak: DİA

İslam ve İhsan

ANADOLU'NUN İSLAMLAŞMASINDA ETKİLİ OLAN ALİMLER VE SUFİLER HANGİLERİDİR?

Anadolu'nun İslamlaşmasında Etkili Olan Alimler ve Sufiler Hangileridir?

KÂRİ VE SUFİ KİMDİR?

Kâri ve Sufi Kimdir?

SUFİLİK O’NA (S.A.V) TÂBÎ OLMAKTIR

Sufilik O’na (s.a.v) Tâbî Olmaktır

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.