Kefâret Çeşitleri Nelerdir?

İslâm’da kefâret çeşitleri nelerdir? Kefâret ve çeşitleri ile ilgili fıkhi hükümler.

Kefâret; yanlışlıkla, bilerek veya zorlama sonucu işlenen kimi günahların affedilmesi için İslâm’da gösterilen telâfi yollarına “kefâret” denir.

İslâm’da kefâret beş çeşittir:

1. Oruç kefâreti.

2. Yemin ve kefâreti.

3. Hata ile bir mü’mini öldürmenin kefâreti.

4. Zıhar kefâreti.

5. Hacda ihramlı iken traş olmanın kefâreti.

KEFÂRET NE DEMEK?

Kefâret; yanlışlıkla, bilerek veya zorlama sonucu işlenen kimi günahların affedilmesi için İslâm’da gösterilen telâfi yollarına “kefâret” denir. Bu terim genel anlamda; yapılan iyilik ve hasenât sayesinde kimi günahların bağışlanmasını ifade eder. Nitekim, “İyilikler, kötülükleri yok eder.” [1] “Allah, ancak tevbe eden, inanan ve arkasından iyi işler yapan kişilerin kötülüklerini iyiliklere çevirir,” [2] gibi âyetlerde böyle bir kefâret anlayışı vardır. Yine, kısas cezasını veya yaralama ya da sakat bırakmadan doğan erş tazminâtını bağışlayan kimse lehine, bunun bir kefâret olduğunun açıklanması da böyledir.[3] Diğer yandan hadislerde de genel olarak “salih amelin günahlara kefâret olduğu” nun bildirilmesi yanında pek çok örnekler verilmiştir. Beş vakit namazın ve Cuma namazının aralarda işlenen (küçük) günahlara kefâret olması,[4] orucun kefâret sayılması,[5] had cezalarının,[6] karşılaşılan hastalık[7] ve musîbetlerin de günah ve hatalara kefâret olduğunun bildirilmesi bunlar arasında sayılabilir.

Kefâret hem bir ibadet hem de bazı fiilleri işleyen mü’minler için dünyevî bir cezadır. İslâm hukukunda beş çeşit kefâret vardır.

İSLAM’DA KEFÂRET ÇEŞİTLERİ

Kur’an ve sünnette yer alan özel kefâret çeşitleri:

Kitap ve sünnette miktar ve çeşitleri açıklanan özel kefâret türleri beş tane olup şunlardır: Oruç kefâreti, yanlışlıkla bir mü’mini öldürmenin kefâreti, zıhar kefâreti, hacda ihramlı iken tıraş olmanın kefâreti ve yemini bozmanın kefâreti.

1. Oruç Kefâreti

Başladığı Ramazan orucunu, bir özrü bulunmaksızın bilerek bozan kimsenin, bunu kaza etmesi yanında iki ay aralıksız kefâret orucu da tutması gerekir. Kur’ân’da doğrudan oruç kefâretinden söz edilmez. Ancak Hz. Peygamber zıhâra (eşini, kendisine yakın bir hısımına benzetme yoluyla haram kılma yöntemine) kıyas yaparak, oruç için de aynı hükmü uygulamıştır. Hadiste, “Kim Ramazan ayında orucunu bozarsa, onun üzerine zıhar yapan kimseye gereken vardır.” [8] buyurulmuştur. Bu da köle azad etmek, iki ay peş peşe oruç tutmak veya altmış yoksulu doyurmaktır. Günümüzde kölelik uygulaması bulunmadığı için yükümlü, kendi durumuna göre iki ay oruç veya altmış yoksulu doyurma arasında sıraya göre tercih yapacaktır.

Allah Teâlâ “Amellerinizi geçersiz kılmayınız.” [9] buyurmuştur.

Ramazan orucu dışındaki herhangi bir orucun bilerek bozulması halinde yalnız kaza gerekir, kefâret gerekmez. Orucun kefâreti bundan önce kendi konusu içinde açıklanmıştır.

2. Yemin ve Kefâreti

Yemin güç ve kuvvet demektir. Çoğulu “eymân” dır. Bir terim olarak yemin; bir işi yapmak veya yapmamak konusunda, sözü güçlendirmek için Allah adına yapılan kasemdir. “Vallahi şu işi yapacağım veya yapmayacağım” demek gibi. Yemin Allah’ın zat ismi üzerine olacağı gibi “Rahmân ve Rahîm” gibi bir ismine yahut “izzet-i ilâhiye ve kudret-i ilâhiye” gibi zâtî sıfatlardan birine yemin etmekle de gerçekleşir. Peygamberlere, meleklere, Kâbe’ye, hayat veya ölüm üzerine yemin edilmez. Helalı haram kılmak da yemin sayılır. “Şu yemeği yemek bana haram olsun” demek gibi. Bir kimse, “Şöyle yaparsam küfür ehli veya Musevî yahut Hıristiyan olayım” diye yemin etse; bunu dinden çıkacağı bilinci ile yapmışsa tevbe ve istiğfar etmesi, evli ise nikâhını yenilemesi gerekir. Böyle bir sözü yalnız soyut yemin kastıyla söylemişse, yemini bozulunca kefâret gerekir.

Kur’an-ı Kerîm’de yeminle ilgili olarak şöyle buyurulur: “Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat bile bile yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutar. Bozulan yeminin kefâreti; ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bu üç şeyden birisini yerine getiremeyecek kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Yapıp da bozduğunuz yeminlerinizin kefâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. İşte, Allah âyetlerini size böyle açıklar ki, şükredesiniz.” [10]

Bu âyette yemin ve hükmü düzenlenmektedir. Hz. Âişe’den rivâyete göre, Hz. Ebû Bekir, yemin kefâreti bildiren ayet gelinceye kadar, yemininden kesinlikle dönmezdi. Ancak yukarıdaki âyet inince, yoksulların yararına ve daha hayırlı görerek bu konuda Allah’ın ruhsatını tercih etmeye başlamıştı.”[11]

Yemin üçe ayrılır:

a) Lağv yemini: Yanlışlıkla veya doğru olduğu sanılarak ya da dil alışkanlığı ile niyetsiz yapılan yemindir. Böyle bir yeminden dolayı sorumluluk olmadığı yukarıdaki âyette zikredilmiştir.

b) Gamûs yemini: Yalan yere bilerek yapılan yemindir. Borcunu ödemediği halde, mahkemede ödediğine dair yemin ve yalancı şahidin yapacağı yemin bu niteliktedir. Böyle bir yemin büyük günahlardan olup, Hanefîlere göre buna tevbe ve istiğfar gerekir, ayrıca kefâret gerekmez. İmam Şâfiî’ye göre gamûs yeminine de kefâret gerekir.

c) Mün’akid yemin: Mümkün olan ve geleceğe ait bir şey hakkında yapılan yemindir. “Vallahi ben yarın borcumu vereceğim” demek gibi. Buna uyulmazsa kefâret gerekir. Yukarıdaki âyette kefâret öngörülen yemin türü budur. Diğer yandan “şu işi yapmazsam, vallahi içki içeceğim veya annemle ve babamla konuşmayacağım” gibi meşrû olmayan bir şekilde yemin edilse, derhal yemini bozmak ve kefâreti yerine getirmek gerekir. Çünkü hadiste şöyle buyurulmuştur: “Bir kimse yemin eder, ondan daha hayırlısını görürse yeminini bozsun ve kefâret versin.” [12]

Yemin kefâreti:

Yaptığı bir yeminini bozan kişinin, kendi sosyal ve ekonomik durumuna göre, aşağıdaki kefâret çeşitlerinden, sırayı gözeterek uygun olanını yerine getirmesi gerekir.

a) On yoksulu doyurmak: Yeminini bozan kişinin ailesine yedirdiğinin ortalamasından on yoksulun sabah ve akşam karınlarını bizzat doyurması (ibâha) veya onları sabah akşam doyuracak kadar bir gıda maddesini veya bedelini vermesi (temlik) gerekir. Ebû Hanîfe’ye göre bunun ölçüsü her yoksul için fitre miktarı olup; buğdaydan yarım sa’ (l sa’:2.917 kğ,), diğerlerinden bir sa’ dır. İmam Şâfiî’ye göre, gıda maddesinden bir müdd ( 1 müdd: 832 gr.) dür.

b) Veya on yoksulu giydirmek: İslâm’a göre örtülmesi gereken yerleri örtebilecek nitelikte birer giysi (kisve) ile on yoksulu giydirmek.

c) Yahut bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak.

d) Üç gün oruç tutmak: Yukarıdaki üç şıktan birisine güç yetiremeyen kimse üç gün peş peşe oruç tutar. İbn Mes’ûd mushafında “mütetâbiât (peş peşe)” ifadesi bulunduğu için Hanefîler bu görüşü benimsemiştir. İmam Şâfiî’ye göre bu orucun birbiri ardınca tutulması gerekmez.

Fakire yemin kefâreti için verilecek elbise onun vücudunun tamamını veya çoğunu örtecek bir halde bulunmalıdır. Bu elbisenin iki veya üç parçadan oluşması daha iyidir. Bununla birlikte bir elbise kısa da olsa, yiyecek yerine bir bedel olarak da verilebilir.

Kefâretin, yemin bozulduktan sonra yerine getirilmesi gerekir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan daha hayırlısını görürse yeminini bozsun ve kefâret versin” [13]

3. Hata ile Bir Mü’mini Öldürmenin Kefâreti

Yanlışlıkla bir mü’mini öldüren kimse, diyet ödemekle yükümlü olur. Buna ek olarak kefâret cezası da gerekir ki, bu da mü’min bir köle azat etmek, buna gücü yetmezse peş peşe iki ay oruç tutmaktır. Allahü Teâlâ şöyle buyurur: “Yanlışlık dışında bir mü’min, bir mü’mini öldüremez. Yanlışlıkla bir mü’mini öldüren kimsenin, mü’min bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Ancak ölenin ailesinin bağışlaması durumu bunun dışındadır. Eğer ölen kimse mü’min olup, size düşman olan bir toplumdan ise, o zaman öldürenin mü’min bir köle azat etmesi gerekir. Eğer ölen, sizinle aralarında antlaşma bulunan bir toplumdan ise, ölenin ailesine bir diyet vermek ve mü’min bir köle azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah her şeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” [14]

Yukarıdaki âyet; Uhud’ta Huzeyfe (r.a)’ın daha önce İslâm’a giren babasının yanlışlıkla öldürülmesi üzerine inmiştir. Bir kimseyi yanlışlıkla, meselâ av hayvanı veya düşman sanarak öldürmenin cezası, diyet ve mü’min bir köleyi azat etmektir. Diyetin miktarı; İslâm’ın ilk döneminde yüz deve, yaklaşık 4 kg. altın veya 28 kg gümüşten biri olarak uygulanmıştır. Bunu, öldürenin âkıle denilen hısımları üç yıl içinde, eşit taksitlerle öder. Fâili mechul olanın veya âkılesi bulunmayanın diyetini beytülmâl üstlenir. Köle azadına güç yetmezse, iki ay peş peşe oruç tutmak gerekir. Bu sonuncusu, yanlışlıkla öldürmenin ahirete yönelik günahının kaldırılması için bir kefârettir.

Nisâ sûresi 93. âyette, kasten öldürenin “sürekli olarak cehennemde kalacağı” bildirilmiş, ayrıca köle azadı ve iki ay oruç kefâretinden söz edilmemiştir. Bu yüzden Hanefîlere göre kasten öldürmede kefâret gerekmez. Nitekim başka bir âyette, “Yanılarak yaptıklarınızda size bir günah yoktur.” buyurulur.[15] Buna göre, hata edenden günah kaldırıldığı için öldürenin kendisine günah yüklenmez. Ancak tedbirsizlikten ötürü doğabilen bir günahtan dolayı kefâret öngörülmüştür.

İmam Şâfiî’ye göre ise kasten öldürene de kefâret cezası gerekir. İmam Şâfiî, kasten öldürmeyi, yanlışlıkla öldürmeye kıyas etmiş, ayrıca şu delillere dayanmıştır: Âyette, “Şüphesiz onları öldürmek büyük bir hata (yanlış fiil) idi.” [16] buyurulur. Vâile İbn el-Askâ’dan rivâyete göre, Hz. Peygamber’e kasten birisini öldüren kişi getirilince, onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Onun için bir köle azat edin, bu kölenin her bir organına karşılık Allah da katilin bir organını cehennemden azat eder.” [17]

4. Zıhar Kefâreti

Zıhar sözcüğü, sırt anlamına gelen “zahr” kökünden mastar olup, kocanın eşine, “sen bana anamın sırtı gibisin, yani bana anam gibi haramsın.” diyerek onu kendisine haram kılmasını ifade eden bir boşama türüdür. Temeli câhiliye dönemine dayanan bu âdete göre, haramlık meydana geliyor, artık eşler birbirine dönemiyordu. Bu bir çeşit sürekli ayrılıktı. İslâm’da Medine döneminin dört veya beşinci yılında Havle binti Mâlik’e, Ensar’dan kocası Evs İbn Sâmit bir tartışma sırasında, “sen bana anamın sırtı gibisin” diyerek “zıhar” sürecini başlatmıştı. Havle kocasının yaşlılığını, yoksulluğunu, küçük kız çocuklarının perişan olacağını öne sürerek Hz. Peygamber’den buna bir çare bulmasını istedi. Allah’ın Elçisi, kendisine bu konuda bir emir gelmediğini ve amca oğlu olan Evs’e iyi davranmasını bildirdi. Ancak isteğinde ısrar eden Havle, Cenab-ı Hakk’a da şikâyette bulunarak, bu câhiliye geleneğinin kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine inen aşağıdaki dört âyet “zıhar” konusuna yeni bir düzenleme getirdi.

“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü elbette işitti. Allah, ikinizin konuşmasını zaten işitiyordu. Çünkü Allah her şeyi işitendir, görendir.”

“İçinizden, eşini annesine benzetme yoluyla (zıhar yapıp) haram kılanların karıları onların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Kuşkusuz Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.”

“Kadınlarından zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla cinsel temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir, size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”

“Buna imkân bulamayanların, eşiyle cinsel temasta bulunmadan önce aralıksız iki ay oruç tutmaları gerekir. Buna gücü yetmeyen, altmış yoksulu doyursun. Bu (hafifletme), Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmenizden dolayıdır. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. İnkâr edenler için can yakıcı bir azap vardır.” [18]

Âyetler inince, Hz. Peygamber Havle binti Mâlik’i çağırarak, kocasının “zıhar kefâreti” ni yerine getirip, barışabileceklerini bildirdi. Ancak Havle, kocasının ne köle azadına, ne iki ay oruca ve ne de altmış yoksulu doyurmaya gücü yetmeyeceğini söyleyince, Allah’ın Rasûlü kendisine bir ölçek hurma vermiş, Havle de kendisinden bir ölçek katmış, böylece altmış yoksulu doyurarak, zıhar sürecini sona erdirmiştir.[19]

Bu âyetlerden de anlaşılacağı gibi zıhar kefâreti, oruç kefâreti ile aynıdır. Eşine karşı zıhar yoluna başvurmuş olan yükümlü bir erkeğin, kefâreti yerine getirmedikçe onunla cinsel temasta bulunması câiz olmaz. Zıhar yapan kimse yalan söylemiş, gerçekte kendisine helâl olan bir şeyi haram göstermiş olmaktadır.

Zıhar sürecini durdurmak isteyen koca, azat edecek köle bulamazsa, peş peşe iki ay oruç tutar. Eğer oruç tutmaya gücü yetmeyecekse altmış yoksulu doyurur. Bu sıranın gözetilmesi zorunludur.

Bir erkeğin eşine, “sen bana annem gibisin veya annemin benzerisin” sözünü kullanması halinde şu ihtimaller ortaya çıkar. Bununla eşinin iyiliğini kastetmişse bir şey gerekmez. Zıharı kastetmişse zıhar hükümleri uygulanır. Boşamayı kastetmişse bir bâin talak meydana gelir. Hiç bir niyet taşımamışsa, bu sözü ile bir hüküm meydana gelmez.[20]

5. Hacda İhramlı İken Traş Olmanın Kefâreti

Hac için ihrama giren kimsenin uyması gereken kurallar âyet ve hadislerle belirlenmiştir. İhramlı kaldığı sürece tıraş olmaması da bu kurallar arasındadır.

İhramlı kimse başının dörtte bir ve daha fazlasını veya sakalının dörtte birini tıraş etse bir kurban cezası gerekir. Dörtte birden daha azını tıraş etse sadaka verir. Bu da yarım sa’ kadar buğday veya bunun bedelini bir yoksula vermekten ibarettir.

İhramlı kimse bir özürden dolayı vaktinden önce saçlarını tıraş ettirse kefâret olarak üç gün oruç tutar. Bu orucun peş peşe olması şart değildir. (Hac konusuna bk.)

Bu kefâretle ilgili hükümler şu âyet-i kerîmede açıklanmıştır: “Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer hacdan men olunursanız size gücünüzün yettiği bir kurban gerekir. Bu kurban, yerine varmadan başınızı tıraş etmeyin. Sizden kim hasta olur veya başında bir rahatsızlık bulunursa tıraş olabilir. Ve bunun için oruç tutmak veya sadaka vermek yahut kurban kesmek suretiyle fidye verir” [21]

Dipnotlar:

[1] Hûd, 11/114. [2] Furkân, 25/70. [3] bk. Mâide, 5/ 45. [4] bk. Buhârî, Tahâre, 14, 15, Mevâkît, 4, 6; Tirmizî, Mevâkît, 46; Ebû Dâvud, Salât, 229. [5] Buhârî, Savm, 3. [6] Tirmizî, Hudûd, 12; İbn Mâce, Hudûd, 33. [7] Tirmizî, Hac, 111. [8] İbnu’l-Humâm, Feth, II, 70: Zıhar için bk. Mücâdele, 58/ 1-4. [9] Muhammed, 47/33. [10] Mâide, 5/89; bk. Bakara, 2/ 225; Nahl, 16/ 91. [11] Buhârî, Tefsir, 5/8. [12] Müslim, Eymân, 15,16; Buhârî, Eymân, 1. [13] Müslim, Eymân, 15, 16; Buhârî, Eymân, 1. [14] Nisâ, 4/92. [15] Ahzâb, 33/5. [16] İsrâ, 17/31. [17] A. İbn Hanbel, IV, 447; Serahsî, Mebsût, XXVII, 85. [18] Mücâdele, 58/1-4. [19] bk. Ebû Dâvud, Talâk, 17; A. İbn Hanbel, VI, 411; Şevkânî, Neyl, VI, 262; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, İstanbul 1995, s.442-445. [20] Mevsılî, age, III, 162, 163. [21] Bakara, 2/196.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KEFARET NEDİR?

Kefaret Nedir?

YEMİNİ BOZUP KEFÂRETİNİ VERMEK İLE İLGİLİ HADİSLER

Yemini Bozup Kefâretini Vermek ile İlgili Hadisler

KEFARET ORUCU NASIL TUTULUR?

Kefaret Orucu Nasıl Tutulur?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.