İşgale Karşı Verilen Tuhaf Fetva

İngilizlerin, Hindistan’ı işgal etmesi karşısında ortaya çıkan iki farklı duruş; Sufiler ve Ulema...

İngilizler, Hindistan’ı işgal edince, ülkelerini savunmak yerine, kendilerine yardım eden yani daha açık ifadeyle vatanını satan Hindulara bir takım maddî refah sağlamışlardı.

Mesela İngilizler “Ferâyizi Direnişi”ne sebep olan Bengal’de, toprakları yüzde on azınlık durumundaki Hindulara dağıtmışlar ve yüzde doksan çoğunluk Müslümanları fakirliğe, yokluğa mahkum ettiler..1 Ayrıca resmî dairelerde dil hemen İngilizce’ye dönüştürüldü.2 Hedef, Müslümanları kültürel ve dinî bağlarından koparmaktı.

HİNDİSTAN’DA ZULME KARŞI İLK DİRENİŞ HAREKETİ

1703’te İngilizler bir toprak kanunu çıkararak bu adaletsizliği, haksızlığı yasal hale getirdiler. Artık bu tarihten itibaren Bengal Müslümanları tam anlamıyla İngilizlerin ve Hinduların ekonomik sömürüsü, askeri ve sosyo-politik egemenliği altına girdi. İşte bu zulme karşı ilk direniş hareketini başlatan Müceddidî Nakşî3 şeyhlerinden Şah Abdulaziz Dihlevî’nin müridi Ahmed Barelvî olmuştur.4 Kuzey Hindistan’da direnişi başlatan Ahmed Barelvî hareketine paralel olarak, yine bir sufî lider olan Şeriatullah, Bengal’de İngilizlere karşı ayaklandı. Bu sufî liderin hedefi, Bengal Müslümanlarının durumunu düzeltmek ve onları yeniden canlandırıp harekete geçirtmekti.5 Şeyhi Abdülaziz-i Dihlevî’nin teşvikiyle 1817’de İngilizlere karşı Tarikat-ı Muhammediyye hareketini başlattı.6

Hareketi devam ettiren Şeriatullah 1838’de vefat edince, yerine yine sufî bir lider olan oğlu Dudu Miyan geçti, direnişi sürdürdü.

FERAYİZİ NEDİR?

Dudu Miyan babasından tamamen farklı bir metotla, Müslümanları militan örgütler halinde teşkilatlandırdı. İşte bunlara Ferayizî denir. Dudu Miyan’ın kurduğu bu örgütler, İngiliz sömürge yönetimine zorlu anlar yaşattılar. Ancak İngilizler karşısında tam bir sonuç elde edemediler. Zayıfladılar ama yine de sufî “Mücahidûn Hareketi” gibi zamanın akışı içerisinde yer yer yeni çıkışlar yaparak direnişi devam ettirdiler.7

Özellikle Seyyid Ahmed-i Bârelvî, Mücâhidûn Hareketinin yanında Ehlü’s-Sünne ve’l-Hadis adıyla yeni bir örgüt daha kurmuştu.8

İNGİLİZLERİN SATIN ALDIĞI ULEMA

Hatta bu direniş gücü, bir ara 60.000 kişiye ulaştı. General Sir Newil Chamberla’ın komutasında 10.000 kişilik Hindu ordusu (dikkat İngiliz değil) ile Malka’yı geri almak üzere saldırdı, ancak mücahidlerin gücü karşısında muvaffak olamadı, geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak İngilizler direniş halindeki bu aşiretleri para gücüyle birbirine düşürmekten geri durmadı.9 Ama sûfîleri satın almayı başaramadı. Aynı para gücü ne yazık ki tasavvufî terbiye almamış ulemayı satın aldı.

İngilizler sûfî direniş hareketlerini sindirmek için makam, mevki ve parayla satın aldığı ulemaya ısmarlama fetvalar çıkarttılar.10

Siyasî bir aldatmaca ile, bu son kurulan sûfî direniş örgütü hakkında, İngilizler Hind Müslümanlarına bir algı operasyonu uygulayarak onları “Vahhabiler” şeklinde takdim etti. Sonuçta Hind-İslam dünyası bu direniş örgütü hakkında ikiye bölündü. Zaten İngilizler Mücahidun Hareketine “Hindustani Fanatics” adını takmışlardı. Bu, o sıralar Vahhabiliğin İngilizce ifade edilmiş şekliydi.11

Mücahidlerin başlıca merkezleri Bengal’de Kalküta, Bihar’da Patna şehirleri olup her tarafa yayılmış bulunan örgütleri sayesinde, para ve gönüllü direnişçi toplamaktaydılar.12 Hâsılı bu ve benzeri sufi kökenli direniş hareketleri, bir yüzyıldan daha fazla bir süre devam etti.

SUFİ DİRENİŞ HAREKETİ NEDEN ZAYIFLADI?

Hikmet Bayur, bu sufî direniş hareketlerinin zamanla zayıflamasının sebebini ulemanın ihanetine bağlar. Ve özetle şu açıklamaları yapar:

İngiliz yüce menfaatlerine hizmet ettiği için Kraliçeden “Sir” unvanı alan Seyyid Ahmed Han’ın karşı faaliyetleri, Hindistan İslam ulemasının İngiliz sömürge yönetiminin yanında yer almasına sebep oldu.

Ve İngilizler bu teslimiyetçi pasif ulemadan, Mekke’ye birtakım heyetler gönderdi. Bu heyetler İngilizlere direnen mücahidleri Vahhabî gibi göstererek, aleyhlerinde Mekke müftülerinden, Hindistan’ın “Darü’l-Harb” değil “Darü’l-İslâm” olduğu şeklinde fetvalar aldı ve bunları tüm Hindistan Müslümanları arasında yaydı. Çok geçmeden bu fetvalar tesirini göstermeye başladı.

İşte bu husus neticede Mücahidun Direniş Örgütünün cihad gayretini baltalayıp, Hind Müslümanlarını, başta yönetici olarak bulunan sömürgeci, işgalci İngilizlere yavaş yavaş ısındırmış ve daha doğrusu onları uyuşturup yabancı egemenliğini sessizce kabule sevk etmiştir.13

FETVADAKİ TUHAFLIK:

Mekke’ye gidip oradan fetva talep eden ulemanın hazırladığı soru ilginç bir şekilde cevabını da içinde bulunduruyordu. Aynı durum Kuzey Hindistan ve Kalküta ulemasının verdiği fetvalarda da söz konusuydu. Şimdi burada önce kısaca sorulan sorudaki gizlenmiş cevapları, sonra da, bu sorulara verilen güdümlü fetvaları, muhtevası itibariyle kısaca görelim.

SORULARDAKİ REFERANS UNSURLAR:

İngilizler Hindistan’da hâkim, ama beş vakit namazı serbest kılıyoruz. Kurban ve Ramazan bayramları ve namazları da serbest.

Ancak muâmelat açısından ihtilaf-ı dineyn bazında Müslüman babanın mirası Hristiyan oğluna düşebilir (caiz olarak) şeklinde farklı bir uygulama var. İngilizler Ramazanda tuttuğumuz oruca karışmıyor. Hacca da serbest gidip geliyoruz, ona da karışmıyorlar.

Camilerde cemaatle serbestçe namazımızı kılabiliyoruz. Bir Müslüman idare başta iken ne yapıyorsak İngiliz idaresi altında da aynı uygulamayı serbestçe yapıyoruz. Ayrıca Hind Müslümanlarının İngilizlerle savaşacak gücü de yok. Yok, eğer savaşırsak yenileceğimiz açık. Yenilirsek İslam’ın itibar kaybı da kesin görünmektedir.14

HİNDİSTAN DARÜL HARP MİDİR, DARÜL İSLAM MIDIR?

Bu durum karşısında Hindistan Darü’l-Harp midir, Darü’l-İslam mıdır?

İşte burada kısaca görüldüğü gibi, bırakalım Hindistan’ı İngilizler sömürsün mü sömürmesin mi diye soru sorulmuyor, teslim olmak daha iyi değil mi konusu işleniyor. Yani soruda konunun özü dikkatten kaçırılıp gündeme getirilmeden, kurgulama tuzak sorularla, fetva verecek müftüler başka kulvarlara yönlendiriliyor. Sorular ya kasıtlı ya da hamakat derecesinde, tuhaf bir saflıkla yüklü. Duygu yüklü…

Yani meselenin özü olan “İngilizler Hindistan’ın zenginliklerini sömürmeye geldiler ve sömürüyorlar da… Ülkemizi korumak üzere karşı çıkalım mı, çıkmayalım mı?” sorusu asla sorulmuyor.

Fetva için sorulan sorularda, İngilizler’in niçin Hindistan’a geldikleri hususu tamamen manipüle edilip, sadece namaz, oruç, türünden ibadet söylemleriyle yetinilip temel konunun saptırılmış olduğu açıkça görülüyor. Çünkü soruları hazırlayan akıl, belli ki Müslüman aklı değil İngiliz aklıdır. Günümüzde de aynı ulema profili, soru-cevap yapılanmasını Kur’ân ve sünnet (İslam) merkezli değil, dıştan kendilerine empoze edilen akılla gerçekleştirmektedir.

İşte bu şekilde sorular, bu şekilde meselenin özünden saptırılınca Mekke ve Kalküta ulemasının verdiği fetva da “Darü’l-İslam” şeklinde tecelli etmiştir.

Özellikle son otuz yıldır bir odağın, İslam’ın altını oymak üzere cihad başta olmak üzere 45 civarında Kur’ân kavramını kullanımdan kaldırmak ve resmî okul kitaplarından çıkarmak gibi faaliyetlerini hatırlarsak, Türkiye’de de çarpık sürecin geliştirmekte olduğunu fark ederiz. Nefisler terbiye edilmedikçe, içimizden, “Sir” ünvanına lâyık zihnî yapısı manipüle edilmiş daha nice âlimler çıkmaya devam edecektir.

“Bırakın, haçlılara teslim olun! Çünkü onlar namazınıza, orucunuza, ibadetlerinize karışmıyorlar, hanımlarınıza, namuslarınıza dokunmuyorlar!”

Hiç şüphesiz 1750-1948 Hindistan’ından günümüz Müslüman entellektüellerinin alacağı pek çok ders vardır. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, tarih, İmam-ı Rabbanî’nin “tecdidci” ruhu ve tavrıyla ne büyük bir abide olduğuna tanıklık ediyor. İmam-ı Rabbanî’ye bugün yapılan saldırıların arka planında yatan gerçekleri, artık İngiliz referansı üzerinden, daha net olarak yeniden okuyalım.

Dipnotlar: 1) Mesela Hunter’ın verdiği tabloya göre İngilizler 1922 önemli devlet memuriyetinin dağılım İngilizler 1266, Hindûlar 556, Müslümanlar 100 şeklindeydi. Halbuki Bengal nüfusunun yüzde 90’ı Müslümandı. Bkz: Hunter William, The Indian Musalmans, Lahore 1968, s. 144.  2) Ethem Cebecioğlu, İmam-ı Rabbanî Hareketi ve Tesirleri, Erkam Yay., İst. 1999, s. 226. 3) Necdet Tosun, İmam-ı Rabbanî, Ahmed Sirhindî, İst. 2005, ss.119-24. 4) Abdulvahhab-ı Dehlevî, el-Mesvâ, ss. 13-14; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-Havâtır ve Behçetü’l-Mesâmi’ ve’n-Nevâzır, nşr. Ebu’l-Hasen Ali en-Nedvî, Haydarabad 1389, VII, ss. 27-32. 5) Santimoy Ray, Freedom Movement and Indian Muslims, New Delhi 1983, s. 5 vd.; Pakistan Postası, 1972 Aralık-Ocak Sayısı, Ankara 1973, s. 3. 6) Rıza Kurtuluş, “Ahmed Şehid”, DİA, İst. 1989, II, s. 134. 7) Ethem Cebecioğlu, İmam-ı Rabbanî Hareketi ve Tesirleri, Erkam Yay., İst. 1999, s. 225. 8) Bkz. Muceeb Ashraf, Muslim Attitudes Towards British Rule and Wester Culture in India, Delhi 1982. 9) Bayur, Hindistan Tarihi, ss. 391-3. 10)Cebecioğlu, İmam-ı Rabbanî, s. 227. 11) Cebecioğlu, İmam-ı Rabbanî, s. 227. 12) A.N. Chopra, Indian Muslims in Freedom Struggle, New Delhi 1988. 13) Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, Ankara 1950, III, ss. 390-8. 14) William Hunter, The Indian Musalmans, ss. 185-6.

Kaynak: Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 382

 

 

İslam ve İhsan

İNGİLİZ İŞGALİNDEN İKİ BAĞIMSIZ DEVLETE

İngiliz İşgalinden İki Bağımsız Devlete

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.