Her Şeyin Temeli

Salihler kervanına katılmanın en emin yolu, onları sevmektir. Zira sevgi bağı her şeyin temelidir.

HZ. DAVUT'UN (A.S.) SEVGİ DUASI

Bir gün bir adam Nebiyy-i Ekrem Efendimize gelerek:

‘‘- Ey Allah’ın Rasûlü! Bir topluluğu sevdiği halde onlara katılamamış kimse hakkında ne dersiniz?’’ diye sorunca, âlemlere rahmet olarak gönderilen şefkat Peygamberi, nazarlarını o kişiye çevirerek:

SEVGİ DUASI

‘‘- Kişi sevdiği ile beraberdir’’ buyurdular.5 Peygamberleri, sıddîkları, şehitleri ve salihleri sevenler için bu hadis, ne büyük bir müjdedir. Gönlünde böyle sevgiler taşıyan kimseler, hiç şüphesiz Allah’ın yüce bir nimetine nâil olmuşlar demektir. Bu sebeple bir ismi de “Kerîm” olan Yüce Mevlamızdan Hz. Davut –aleyhisselam- gibi sevgi talep etmek gerekmektedir, O, Yüce Allah’a şöyle yalvarırdı:

“Allahım! Seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi ve beni sevgine ulaştıracak ameli senden diliyorum. Rabbim senin sevgin benim için, canımdan, ehl-u iyalimden ve soğuk sudan daha sevimli olsun.6

ÜMİT KAPISI

Salihleri sevmek, kişinin kendi kurtuluşu için büyük bir ümit kapısıdır. Ancak, âlemlere rahmet olarak gönderilen ve mi’racda bile “ümmetim! ümmetim” diyen bir Peygambere mensup olan birisi için sadece kendini kurtarma düşüncesi ne kadar doğru olabilir? Acaba salah yolunda daha da ilerleyerek salihlere bâr (yük) olmak yerine, onların yâr ve yardımcısı olmak gerekmez mi? Mevlânâ’yı dinleyelim:

“Ey birader! Harim-i ilâhî, nihayetsiz bir dergâhtır. O dergâhta her nereye vâsıl olursan oyalanma, Allah rızası için ileri git”.7

“Hangi makamda olursa olsun, kendisini sofraya vasıl olmamış ve nimet-i kurbiyyete ermemiş bilen kimsedeki yüksek himmetin ben kölesiyim”.8

Feridüddin Attar Hazretlerinin nakline göre Hatem-i Esam bir gün Bayezîd-i Bistamî -kuddise sirruh- Hazretlerine der ki:

‘‘- Ya Bayezîd, bu söz gerçek midir ki, sen müridlerine demişsin ki: Hangi mürîdim tamu (Cehennem) kapısına varıp tamuya konulacak kulları çıkarıp yerine kendi yanmazsa ol benim mürîdim değildir’’.

Bunun üzerine Bayezîd-i Bistamî şu karşılığı verir:

“- Evet öyledir. Şimdi dahi derim ki, hangi mürîdim tamu kapısında durup Cehennemliğe şefaat eylemezse, kendini tamuya koyup ânı Uçmağa (Cennet'e) koymazsa ol müridden ben bîzarım”.9

Bu sözlere şaşmamak gerekir. Zira Hak dostlarını makam-ı kurbiyete ve hatta kutbiyete eriştiren, bu nevi engin şefkatleri ve Allah’a olan derin muhabbetleridir.

Kıyamet günü, Resûllere ve Hak dostlarına yük olmak yerine, orada onların yanında yardımcılar olmak elbette daha güzeldir. Bu anlamda Alvarlı Efe Hazretlerinin “Günahkâr olma; fahri âlem-i zîşânı incitme” sözü ne kadar anlamlıdır. Peygamberiyle iftihar eden bir ümmet, ya da mürşidiyle iftihar eden bir mürîd olmaktan çok, onların kendisiyle mesrur olduğu bir ümmet ve evlat olmak ne büyük bir mazhariyettir.

İbrahim Dussûkî -kuddise sirruh- der ki: “Evlatlarım arasında sevdiklerim, her an bir derece yükselenlerdir. Böyle evlatlarımızı gördüğümüzde gözlerimiz nurlanır. İşte onlardan istifade de edilir”.10

BİTMEYEN ARAYIŞ

Farzdan sonra en mühim ibadetin mü’min gönlünü sevindirmek olduğu düşünülürse, salah yolunda atılan her bir adımın ne büyük bir nimet olduğu anlaşılacaktır. Bu yolda sarfedilen çabaların, zamanla kişiyi Hak dostları kervanına katacağında şüphe yoktur. Mevlâna -kuddise sirruh- Hakk’a vuslat arayışının hiç bitmemesi gerektiğini şöyle hatırlatır:

“Topallamak, dört ayak üstünde yürümek ve uyurcasına ve hatta terbiyesizcesine olsa da Allah’ın yolunda sürün ve O’nu ara. Kâh sözle, kâh sükûtla Şâh-ı hakikatin, yani Allah’ın ilâhî feyzlerinin kokusunu kokla!”.11

Hakk’a doğru yürüme azmiyle yola çıkanların ellerinden Mevlâ tutacak ve onları kendine vâsıl edecektir. Nitekim bu hakikat bir ayet-i kerîmede şöyle ifade edilir:

“Bizim uğrumuzda gayrete soyunup mücâhede edenlere elbette biz yollarımızı gösteririz”. (Ankebût Sûresi, 69)

Sâlihleri dost edineceğini12 bildiren Yüce Rabbimiz, kendi dostlarının vasıflarını da şöyle beyan etmiştir: “Onlar, îman etmiş ve takvâ dairesinde amel etmişlerdir” (Yûnus Sûresi, 63). Bir diğer ayet-i kerîmede de aynı gerçek şöyle vurgulanır: “İman edip iyi işler yapanları biz mutlaka sâlihler arasına katarız”. (Ankebût Sûresi, 9)


Dipnotlar:

5) Buharî,Edeb,

6) Tirmizî, Deavat,

7) Tahiru’l-mevlevî, Şerh-i Mesnevî,, l,

8) Tahiru’l-mevlevî, Şerh-i Mesnevî,, V, 1506, beyit: 3254.

9) Feriduddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya, Erkam Yayınları, İst-1984, 58.

10) İmam Şa’ranî, İbrahim Düsükî’den Öğütler (Ter. Erdoğan Baş), Erkam Yayınları, İst- 1996, s. 54.

11) Tahiru’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî,, IX, 247-248, beyit: 8694-95.

12) Â’râf Süresi, 196.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Göklere Yolculuk Var, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.