Dünyaya İnen Harut ve Marut Meleklerinin Görevleri

Yeryüzüne indirilen Hârût ile Mârût meleklerinin görevleri nelerdir? Hz. Süleyman'dan sonra gönderilen Hârût ile Mârût meleklerinin kıssası...

Yahûdîler arasında sihir yaygındı. Bu yüzden Hazret-i Süleymân’ın büyük bir sihirbaz olduğunu, hükümdarlığı da sihir ile elde ettiğini, hayvanlara ve cinlere büyü ile hükmettiğini söylerler ve buna inanırlardı. Ancak Hazret-i Süleymân, Kur’ân-ı Kerîm’de peygamber olarak tanıtılınca:

“Muhammed, Süleymân’ı peygamber sanıyor, hâlbuki o, bir büyücüdür!” demişlerdi. Bunun üzerine aşağıdaki âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Süleymân’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbî oldular. Hâlbuki Süleymân, (sihir yapıp) kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Bâbil’de Hârût ile Mârût isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek, herkese:

«–Biz ancak imtihan için gönderildik. Sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız!» demeden, hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile kocanın arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allâh’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de, zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) âhiretten nasîbi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (el-Bakara, 102)

YERYÜZÜNE İNEN HÂRÛT İLE MÂRÛT MELEKLERİNİN GÖREVİ

Müfessir Fahreddîn er-Râzî, Hârût ile Mârût adlı iki meleğin yeryüzüne indiriliş sebebini şöyle açıklar:

  • Bu iki meleğin yeryüzüne indirildiği esnâda sihirbazlar çoğalmıştı. Bunlar, sihir mevzuunda daha önce bilinmeyen şeyleri ortaya çıkardılar ve peygamberlik iddiâsında bulundular. Böylece insanlara meydan okudular. Bu sebeple Allâh Teâlâ, insanların, peygamberlik iddiâ eden bu yalancıları tanıyıp onlara karşı koyabilmeleri için sihri öğretmek üzere bu iki meleği gönderdi.
  • Mûcizenin sihirden farklı olduğunu anlamak, mûcize ile sihrin ne olduğunu bilmeye bağlıdır. Hâlbuki insanlar, o zaman sihrin mâhiyetini bilmiyorlardı. Dolayısıyla onların, mûcizenin hakîkatini bilmeleri de imkânsızdı. Bunun üzerine Allâh Teâlâ, insanlara sihrin hakîkatini anlatsınlar da mûcizenin hakîkati bilinsin diye bu iki meleğini gönderdi.
  • Diğer bir görüşe göre, Allâh’ın düşmanları arasına ayrılığı, dostları arasına da sevgiyi yerleştiren sihir, onlar için mübâh veya mendûb kılınmıştı. Bundan dolayı Allâh Teâlâ, bu gâye ile sihri öğretsin diye o iki meleği gönderdi. Maalesef o günün insanları, daha sonra bu iki melekten öğrendikleri müsbet sihri menfî şekilde, yâni Allâh’ın dostları arasına düşmanlık sokmak ve düşmanları arasında sevgi te’sîs etmek sûretiyle zıddına ve yanlış istikâmette kullanmışlardır.
  • Sihir yasaklanmış olduğu için, onun beşer için bilinen ve tasavvur edilen bir şey olması gerekir. Çünkü tasavvur olunamayan şeyin nehyedilmesi de düşünülemez.
  • Belki de cinler, bir benzerini insanların yapamayacağı çeşitli sihirler biliyorlardı. Cenâb-ı Hak, cinlere karşı korunabilecekleri şeyleri insanlara öğretmeleri için bu melekleri göndermişti.
  • Bunun, kulluk mükellefiyetini zorlaştıran bir imtihan olduğu da düşünülebilir. Çünkü insanın, kendisini dünyevî lezzetlere ulaştıracak bir şeyi öğrendikten sonra ondan uzak durması daha zordur. Bu yüzden imtihan zorlaştıkça o imtihanı kazananların ecri de o nisbette fazla olur. Bu sebeple insan, yasaktan sakınarak daha büyük bir mükâfât elde edebilir.

Nitekim Hak Teâlâ, Tâlût’un kavmini savaşa gitmekte iken sıcak bir günde, nehirden su içme husûsunda imtihân etmiş ve Tâlût, emr-i ilâhî mûcibince:

فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلاَّ مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ

“…Kim (o nehirden) kana kana içerse, benden değildir. Eliyle bir avuç içtiği müstesnâ, kim de ondan (izin verilenden fazlasını) tatmazsa, işte şüphesiz o bendendir...” (el-Bakara, 249) demiştir.

Velhâsıl, bütün bu îzahlardan da anlaşılacağı üzere Allâh Teâlâ’nın o melekleri, sihri öğretmek üzere indirmesinde pekçok hikmetler bulunmaktadır. Şüphesiz ki Allâh Teâlâ, her işinde hikmet sâhibidir ve her şeyi en iyi bilendir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. SÜLEYMAN’IN (A.S.) DUALARI

Hz. Süleyman’ın (a.s.) Duaları

HZ. SÜLEYMAN’IN (A.S.) HAYATI

Hz. Süleyman’ın (a.s.) Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Çok anlaşılır açıklanmış. Emeğinize sağlık..

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.