Allah'ın Rahmet ve Merhamet Etmesinin Önemi

Sadece ibadetlerimiz ile cennete gidebilir miyiz? Peygamber Efendimiz (s.a.v) amelleri hakkında sahabeye ne buyuruyor? Bir mümin için Allah'ın (c.c) rahmet ve merhametinin hayati önemi ve kıymeti...

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Cenâb-ı Pâk’ine lâyık amel yok,
Yine âhir kerem, Mevlâ Sen’indir…
Nesi var kulun eksiklikten artuk?
Yine lûtf u kerem, Mevlâ Sen’indir…

“Yâ Rabbi! Sen’in, bütün noksanlıklardan münezzeh olan Zât’ına lâyık hiçbir amelim yok. Ancak Sen’in keremine sığınırım. Kuldan hatâ, kusur ve noksanlıktan başka ne sâdır olabilir ki? Yine Sen’in lûtf u keremini ümîd ederim!”

SİZ DE Mİ YA RESULULLAH?

Allâhʼın Habîbi ve peygamberlerin imâmı olan Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün ashâbına:

“–Orta yolu tutunuz (aşırıya gitmeyiniz), dosdoğru olunuz. Biliniz ki hiçbiriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” buyurmuşlardı.

Sahâbîler:

“–Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye hayretle sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–(Evet) ben de kurtulamam. Ancak Allah, rahmet ve keremiyle beni bağışlamış olursa, o başka!” cevâbını verdi. (Müslim, Münâfikîn, 76, 78)[2]

Yani Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah Teâlâʼnın rahmeti tecellî etmezse, yaptığı sâlih amellerin bir “hiç” hükmünde kalacağını beyan buyurdu.

AMELLERİMİZİN KABUL OLDUĞUNU ZANNEDERİZ

Dolayısıyla Hakkʼa kulluk için sâlih ameller işlemek lâzımdır, fakat kâfî değildir. Bizler de yakın zaman önce, fazîleti hakkında ilâhî ve nebevî birçok müjdenin bulunduğu bir Ramazân-ı Şerîf ve bin aydan hayırlı bir Kadir Gecesi geçirdik. Gücümüz yettiğince ibadet ve sâlih amellerimizi artırmaya gayret ettik. Fakat şunu unutmayalım ki duâlarımız gibi bütün amellerimiz de Cenâb-ı Hakkʼın kabûlüne muhtaçtır. Belki hiç farkında olmadığımız bir gaflet veya kusurumuz, amellerimizi boşa çıkarıverir de, biz onların Hak katında makbul olduğunu zanneder dururuz.

Bu itibarla, Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluk vazifelerimiz hususunda elimizden gelen bütün gayret ve îtinâyı göstermekle birlikte, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün kusurlarımızı affedip amellerimizi de bütün noksanlıklarımıza rağmen kabul buyurmasını, acziyet ve mahviyet duyguları içinde Rabbimizʼden niyâz etmeliyiz.

Nitekim Hak dostları; “اِعْمَلْ وَاسْتَغْفِرْ : Sâlih ameller işle ve hemen ardından istiğfâr et! Kulluk edebi bunu gerektirir!” buyurmuşlardır.[3]

Yani Allâhʼa kulluk yolunda elimizden gelen gayreti göstermeli, fakat bu amellerimize güvenmeyip Cenâb-ı Hakkʼın affına, rahmetine, lûtf u keremine ilticâ etmeliyiz.

Hak dostları da, bu hususta büyük bir edep ve hassâsiyet içinde yaşamışlardır. Meselâ ilim ve irfandaki yüksek pâyesi sebebiyle, yaşadığı asırda kendisinden “Güneşler Güneşi” diye bahsedilen Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, işlediği sâlih amellere güvenmediğini, yalnız Cenâb-ı Hakkʼın rahmetine umut bağladığını dile getirmiş ve bu hissiyât içinde, talebelerinden son nefesini îman selâmetiyle verebilmek için duâ talebinde bulunmuştur.

Şunu da çok iyi idrâk etmeliyiz ki Cennet, sırf çalışmakla kazanılamayacak kadar kıymetli bir mükâfattır. Sâlih ameller, böyle bir mükâfâta ermek için değil, ancak Hak Teâlâʼnın bize lûtfettiği; yoktan var edilmek, varlıklar içinde eşref-i mahlûkât olan bir insan kılınmak, insanlar içinde ehl-i îmân olmak, sıhhat ve âfiyet gibi, saymaktan âciz kaldığımız bütün ilâhî nîmetlere şükredebilmek maksadıyla îfâ edilir. Cennetʼe girebilmek ise, ancak Rabbimizʼin lûtf u keremiyle mümkündür. Yoksa -meşhur tâbiriyle- bütün bir ömür boyunca yapılan ibadet ve sâlih ameller, sadece bir göz nîmetinin bile karşılığı olamaz.

Diğer taraftan, Cenâb-ı Hakkʼın rahmetinden ümit kesercesine bir gaflet içinde;

“‒Nasıl olsa amellerimiz bizi kurtaramaz, o hâlde ne gerek var yorulmaya?” deyip, ibadet ve sâlih amelleri terk etmek de; hem nefse prim vermektir, hem de şeytanın tuzağına düşmektir.

Evet; sırf amellerimiz bizi kurtarmaya yetmez. Fakat ibadet ve sâlih amellere gayret etmeden ilâhî rahmeti temennî etmek de beyhûde bir beklentidir. Bunun içindir ki Hüdâyî Hazretleri;

“Amele mûcib, Cennet değilse de, sebebiyet mukarrerdir. Hazret-i Hak, her hâlde muînimiz ola.”[4]

Yani “Cennet, amellerle kazanılamazsa da, o yolun sâlih amellere devam etmekten geçtiği muhakkaktır. Cenâb-ı Hak her hususta yardımcımız olsun.” buyurmuştur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2024 – Mayıs, Sayı: 459

İslam ve İhsan

ALLAH'IN RAHMETİNİ ÜMİT ETMEK İLE İLGİLİ AYETLER

Allah'ın Rahmetini Ümit Etmek ile İlgili Ayetler

ALLAH'IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEYİN AYETİNİ NASIL ANLAMLIYIZ?

Allah'ın Rahmetinden Ümit Kesmeyin Ayetini Nasıl Anlamlıyız?

RAHMETİN TECELLİ ETTİĞİ MEKANLAR

Rahmetin Tecelli Ettiği Mekanlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.