Zinaya Yaklaşmayınız!

Zinanın kişiye, aileye ve topluma olan zararları nelerdir? Zina yapan kişi kıyamet günü nasıl haşrolacak?

“Nikâhın saâdetini, fuhşun murdarlığına değişmek kadar ahmaklık ve cehâlet olamaz!..”

İslâm dîninin gerçekleştirmek istediği hususlardan biri de nesli korumak ve sağlıklı bir cemiyet teşkil etmektir. Zamanımızın en büyük meselelerinden biri de ahlâkî tahribattır. Nesli ve âile hayatını mahveden fuhuş, insanın ahlâkını ve mâneviyâtını tahrip eder. Aynı zamanda pek çok maddî hastalıklara da sebebiyet verir.

Bu sebeple Âdem -aleyhisselâm-’dan beri bütün peygamberler, neslin selâmeti için nikâh hususunda büyük bir ciddiyet göstermişlerdir. Çünkü neslin muhâfazası, âile müessesesinin sağlamlığı ile mümkündür. Âile içinde terbiye edilmeyen, nikâhın dışında oluşan nesiller; cemiyet hayatının âhengini bozar, ictimâî nizâmı temelinden sarsar.

Mîrac Gecesi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Cebrâîl -aleyhisselâm- azâb içindeki birtakım insanlara uğramışlardı. Onların önünde, güzelce pişmiş leziz et yemekleri ile çiğ ve kokuşmuş leşler vardı. Onlar, o güzelim kebabı bırakıp pis ve kokuşmuş leşi yiyorlardı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayretle, bunların kim olduğunu sordu. Cibrîl -aleyhisselâm- şu cevabı verdi:

“–Onlar ümmetinden, helâl hanımını bırakıp da haram olan kadına giden erkekler ile, kocasını bırakıp haram olan erkeklere giden kadınlardır.” (Heysemî, I, 67-68)

KIYAMETTE AZABI ÇETİNDİR

Kıyâmet, insanların göreceği en korkunç gündür. Zira o gün kâinat infilâk edecektir. Bu dehşet verici günün şiddetinden muhâfaza edilecek yedi sınıf insandan biri de güzel ve mevkî sahibi bir kadının zinâ teklifini; “Ben Allah’tan korkarım!” diye reddeden yiğittir. (Bkz. Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikāk 24; Müslim, Zekât 91)

Zinâ tehlikesinden korunmak için Cenâb-ı Hakk’ın:

“Zinâya yaklaşmayınız!..” (el-İsrâ, 32) emrine titizlikle uymak gerekir. Bu âyet-i kerîmede zinâ bir tarafa, ona yaklaştıracak davranışlar bile yasaklanmıştır. Meselâ harama bakmak, bunlardan biridir.

Cerîr -radıyallâhu anh- şöyle der:

Peygamber Efendimiz’e, bakılması haram olan şeyi ansızın görmenin hükmünü sordum:

“–Hemen gözünü başka tarafa çevir!” buyurdu. (Müslim, Âdâb, 45. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28)

Zira harama bakan insan, “göz zinâsı” işlemiş olur. Aynı şekilde kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı dokunmak, ayakların zinâsı yürümek, kalbin ve nefsin zinâsı da düşünmek ve arzu etmek sûretiyle harama yönelmektir.[1]

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle harama bakmayı terk ederse Allah ona, kalbinde lezzetini hissedeceği bir îman bahşeder.” (Hâkim, IV, 349/7875)

KONU İLE İLGİLİ HADİSİ ŞERİFLER

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Her göz (harama bakmakla) zinâ eder. Kadın koku sürünüp (erkeklerin bulunduğu) bir meclisten geçtiği zaman, o da zâniyedir/zinâ etmiş sayılır.” (Tirmizî, Edeb, 35/2786; Ebû Dâvûd, Tereccül, 7/4173; Nesâî, Zînet, 35)

Maalesef günümüzde, yazılı ve görüntülü basın-yayın vâsıtalarıyla, bilhassa da televizyonun menfî programları ve internetin zararlı siteleri kanalıyla zinâ günahı insanların evlerine kadar kolayca girebilmektedir. Genç nesillerimize kastetmek isteyenler, bu vâsıtaları fütursuzca istismâr etmektedirler.

En çirkin haramların bu kadar yaygınlaştığı ve hayâtî tehlike arz eden günahların böylesine kolaylaştığı bir devirde, kendimizi koruyabilmenin tek yolu vardır: Rabbimizi hiçbir zaman unutmamak…

Zira insanın haramlara bulaşarak günaha düştüğü ânlar, Cenâb-ı Hakkʼı unuttuğu zamanlardır. Farkında olarak veya olmayarak işlenen günahlar, mânevî hassâsiyet merkezi olan kalbin kirlenip paslanmasına sebep olur. Neticede kalp körelir; iyi ve güzel şeylerden haz alamadığı gibi kötü ve çirkin şeylerden de rahatsızlık duymaz hâle gelir, sefâletini saâdet zanneder.

Abdullah ibn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Mü’min, günahını, altında oturduğu ve sanki üzerine her ân düşme tehlikesi olan bir dağ gibi görür. Bu koca dağ üzerime düşer mi, diye korkar durur. Fâcir ise, günahını burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3)

[1] Bkz. Buhârî, İsti’zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.