Rûh'un Allah Teâlâ İle Alakası Nedir?

İnsana Rabbinden bir sır olarak üflenen rûhun mâhiyetini tam olarak bilmek mümkün değildir. Zîrâ o öteler âlemine âit olup beşer idrâkinin kavrayamayacağı bir mâhiyet arzetmektedir.

Nitekim rûhun bu keyfiyeti hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً

“Sana rûhtan soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir.” (el-İsrâ, 85)

Rûhun Allâh Teâlâ ile alâkası husûsunda müfessirlerimiz birkaç farklı îzahta bulunmuşlardır:

  • Rûh, ancak Rabbimizin bileceği iştendir.
  • Rûh, “emr”in esâsı olan bir cevherdir.
  • Rûh, Rabbimizin emri cinsinden bir fiildir.

EMÂRET NE DEMEKTİR?

Âyette geçen “emr” kelimesi, yine kendi kökünden olan “emâret” kelimesi ile de alâkalı olarak; emretme, buyurma, emirlik, yöneticilik gibi îzâh edilebilir. Bu du­rumda rûh; emrin hâli ve sıfatı demek olur. Bu da Allâh’ın sıfatlarının kulda tecellî etmesidir. Yâni kulda tecellî eden sıfatlardan biri de emâret (yönetme) dir. Nitekim insanın “Allâh’ın halîfesi” olması, buradaki “idâre etme tecellîsi”ne bağlıdır.

Emâret, insana mahsustur. Arslan, bedenen insandan daha kuvvetli olmasına rağmen, insanın tekâmülü karşısında zayıf kalır. Meselâ arslan, bin yıl yaşasa yine de kendisine bir ev, bir araç yapamaz.

"İNSAN, CÂMİU'L EZDÂDDIR"

Ayrıca meleklerde de kâmil mânâda tecellî yoktur. Bu tarz bir tecellî, yalnız insan için ge­çerlidir. İnsan, “ahsen-i takvîm: en güzel kıvam ile “bel hüm edall: hayvanlardan daha aşağı bir dereke arasındadır. Meselâ, insanın gönül iklîminde tecellî eden “Rahmân” ve “Rahîm” sıfatları ile beraber, nefsinde de “Mudill” ve “Kibriyâ” sıfat­ları tecellî etmektedir. Yâni insan, câmiu’l-ezdâddır. Bütün müsbet ve menfî sıfatları kendisinde cem etmiştir. Câmiu’l-ezdâd olmak, mahlûkât arasında kâmil mânâda yalnız insana mahsustur.

Yukarıdaki âyet-i kerîmenin sonunda insana bilhassa rûhun mâhiyeti hakkında çok az bir bilgi verildiği, te’kitli bir şekilde ifâde buyrulmaktadır. Bu bakımdan insan haddini aşarak rûhun esrârını çözmeye uğraşmamalı ve ilmine mağrur olmamalı, buna mukâbil daha çok mes’ûliyetinin ne olduğu üzerinde tefekkür ederek kulluğa ehemmiyet vermelidir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.