Peygamber Efendimiz’in Talim ve Terbiye Metodu

Peygamber Efendimiz insanı nasıl terbiye ediyordu? Peygamber Efendimiz’in tatbik ettiği tâlim ve terbiye usûlleri...

Allah Resûlü, Yüce Rabbi tarafından en güzel şekilde terbiye edilerek “Mükemmel bir ahlâk üzere” (el-Kalem 68/4) yetiştirilmiştir.

Ahlâkının hârikulâdeliği, rakik kalpliliği, beyanlarının fesâhatı, üslûbunun tatlılığı, ikâzlarındaki nezaketi, kızgınlığında bile sabır ve hikmetle davranışı, son derece dikkatli ve uyanık oluşu, zekâsının yüksekliği, insanlara fevkalâde ilgi ve muhabbeti ile Allah Resûlü, eşsiz bir muallim ve mürebbi hüviyetine sahiptir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, fırsat bulduğu her zaman ve mekânda bütün gücüyle hayrı yaymaya, isteyenlere ilmi öğretmeye gayret gösterirdi. Talebeleri mevkiinde olan ashabının luzûmlu bilgileri öğrenmesini arzu ederdi. Onlara karşı derin bir şefkat ve merhamet sahibi idi. Asla sıkıntı vermez, zorluk göstermez, dâimâ kolaylaştırmayı severdi. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Celâlim hakkı için size kendinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir, size pek düşkündür, mü’minlere karşı raûf (çok şefkatli) ve rahîm (çok merhametli)dir.” (et-Tevbe 9/128)

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in ashabını terbiye ve tezkiyede en çok kullandığı usûl sohbettir. Efendimiz’in sohbet meclisleri, ilâhî rahmet, bereket, feyiz ve sekînetin sağanak sağanak yağdığı cennet bahçeleri olmuş, ashab-ı kiram bu feyizli muhitlerde en güzel şekilde yetişme imkânı bulmuştur. Müslüman olmak üzere Mescid’e gelen Ka’b bin Züheyr (r.a.), Sevgili Peygamberimiz’in ashâbını nasıl yetiştirdiğine şâhit olmuştur. Ka’b’ın ifâdesine göre Resûlullâh halka halka oturan ashabının arasında bulunuyor, kâh o taraftakilerle, kâh bu taraftakilerle sohbet ediyordu. (Hâkim, III, 671) Bu, Allah Resûlü’nün hayatı boyunca tatbik ettiği en mühim terbiye metodudur.

Bütün ashâb-ı kirâm, Hazret-i Peygamber’in sohbetine apayrı bir iştiyakla koşar ve feyz alırdı. Zaten Efendimiz de, her vesileyle ashâbını buna teşvik ederdi.

Resûlullâh, insanlara bir şey öğretirken faydalı, tesirli ve meseleyi izaha yardımcı olacak en güzel metotları kullanmıştır. Peygamber Efendimiz’in tatbik ettiği tâlim ve terbiye usûlleri:

1- TATBİK EDEREK ÖĞRETMESİ

Bizzat göstererek öğretmek, Resûlullâh’ın tâlim ve terbiye usûllerinden biridir. Muhatabın, meseleyi kolayca anlayıp uygulayabilmesi açısından en faydalı metod budur. Amr bin Şuayb’ın dedesinden rivâyetine göre bir adam Fahr-i Kâinât Efendimiz’e gelerek:

– Yâ Resûlallâh! Abdest nasıl alınır, diye sordu. Allah Resûlü hemen bir kapla su istedi. Ellerini, yüzünü, kollarını üçer kez yıkadı. Ardından başını meshetti. İşaret parmaklarını kulaklarına sokarak başparmakları ile kulaklarının dışını, işâret parmaklarıyla da içini meshetti. Sonra da ayaklarını üç kez yıkadı ve:

“– İşte abdest bu şekilde alınır. Bundan eksik veya fazla yapan kimse yanlış yapmış olur” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 52)

2- BASİTTEN ZORA DOĞRU GİTMESİ

İnsan nasıl tedrîcî olarak yaratılıyor ise eğitimi de aynı şekilde olmalıdır. Cenâb-ı Hak bu hususa temasla şöyle buyurmuştur:

“Biz o Kur’ân’ı kısımlara ayırarak indirdik ki insanlara onu (iyice anlayabilmeleri ve kolayca tatbik edebilmeleri için) ağır ağır okuyasın.” (el-İsrâ 17/106)

Gerçekten de Kur’ân’ın inzâli, indirildiği toplumun kalbî ve rûhî seviyesine ve bu seviyenin zamanla kaydettiği yükselişe muvâzî bir seyir takip etmiştir. Kur’ân’da büyük bir yer tutan geçmiş peygamberlerin ve kavimlerinin kıssaları bile, ilk zamanlarda kısa kısa bildirilmiş, cemiyetin tefekkür derinliği ziyâdeleştikçe bunların hacmi ve muhtevası da artırılmıştır.

3- İTİDALE DİKKAT ETMESİ VE USANDIRMAMASI

Peygamber Efendimiz, mümtaz bir muallim olarak muhâtabının hâlet-i rûhiyelerini çok iyi bildiği için ona göre muamele ederdi. İtidâli asla elden bırakmaz, onları bıktırıp usandırmamak, ilim tahsiline istek ve iştiyaklarını muhafaza için her zaman sohbet etmez, müsait oldukları zamanları kollardı. (Buhârî, İlim, 12)

Nitekim Allah Resûlü, şu hadisleriyle de bu tavrın peygamber metodu olduğunu bildirmiştir:

“Hal ve gidişi iyi olmak ve itidal, peygamberliğin yirmi dört cüzünden biridir.” (Ebu Dâvûd, Edeb, 2)

4- MUHATAPLARINA DEĞER VERMESİ

Allah Resûlü, mahlukâta, Cenâb-ı Hakk’ın nazarıyla baktığı için, tabiî olarak onları seviyor ve her birine gerekli değeri veriyordu. Efendimiz, kendisine inanıp tâbî olan mü’minlere dua ettiği gibi, azılı kâfirlerin hidâyeti için de gece gündüz çırpınıyor ve dua ediyordu. Hatta Yüce Rabbinden zaman zaman kendisine:

(Resûlüm!) Onlar inanıp mü’min kimseler olmayacaklar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!” (eş-Şuara 26/3) şeklinde îkaz ediliyordu.

Sevgili Peygamberimiz her ne sebeple olursa olsun muhatab olduğu insanlara, kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden mutlaka değer verirdi. Onlara hep gönüllerini ferahlatacak, kendilerine olan güveni artıracak konuşmalar yapardı. Zira muhâtaba değer vermek onu kazanmanın ilk adımıdır.

Hz. Enes’in haber verdiğine göre Resûlullâh bir kimseye rastladığı zaman onunla konuşur, o kişi ayrılmadıkça da yüzünü ondan çevirmezdi. Musâfaha yapsa, o kimse elini çekmeden elini çekmezdi. Efendimiz’in dizlerinin, yanında oturan arkadaşının dizlerinden ileri çıktığı da görülmemiştir. (İbn-i Mâce, Edeb, 21)

Peygamber Efendimiz’in muhataplarına değer vermesini belli başlı konular altında tetkik edecek olursak şu tasnifi yapmak mümkündür:

  • Husûsî Alâka Göstermesi, İltifat Etmesi

Peygamber Efendimiz, muhataplarının durumuna ve sâhip oldukları kabiliyetlere göre alâka gösterir, iltifatta bulunurdu. Bu husûsî ilgi, ashabını yönlendirmede ve onlara belli bir şahsiyet kazandırmada çok tesirli olmuştur. Amr bin Tağlib anlatıyor:

Resûlullah’a ganimet malı getirilmişti. Onu hemen taksim edip dağıttı. Ancak, bunu yaparken ashabının bir kısmına verdi, bir kısmına vermedi. Daha sonra pay verilmeyen kimselerin, bu hususta dedikodu yapmaları üzerine Hz. Peygamber Allah’a hamd ve sena ettikten sonra:

“Vallahi, bazen birine verip diğerine vermediğim olabilir. Ancak vermediğim, nazarımda, verdiğimden daha çok sevgiye mazhardır. Ben bir kısım insanlara, kalplerinde gördüğüm sabırsızlık ve hırs sebebiyle mal veririm; bir kısmına da, Allah Teâlâ’nın kalplerine koymuş bulunduğu gönül zenginliği ve hayır sebebiyle vermem. İşte bunlardan biri Amr bin Tağlib’dir!” buyurdular.

Amr devamla der ki:

– Vallahi, Resûlullah’ın hakkımda buyurduğu bu iltifatına karşılık kızıl develerim olsaydı bu kadar sevinmezdim. (Buhârî, Cuma, 29)

  • Muhatabının Seviyesini Dikkate Alması

Cenâb-ı Hak, insanların dilleri ve renkleri gibi, kâbiliyet ve istidatlarını da farklı farklı yaratmıştır. Hiçbir insanın aynısı yoktur. Bu bakımdan terbiye ve tezkiye edilecek insanların akıl, idrak ve kavrayış seviyeleri, hissiyat dünyaları büyük farklılıklar arzetmektedir.

İnsanların bu farlkılığının eğitimde dikkate alınmasını tenbih sadedinde Allah Resûlü, İbn-i Abbas’a (r.a.):

“– Ey İbn-i Abbas, insanlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme. Zira böyle yapman fitneye düşmelerine sebep olur” tavsiyesinde bulunmuştur. (Deylemî, V, 359)

Bu sebeple Hz. Ali:

“İnsanlara anladıkları şeyleri söyleyin, (anlamadıklarını da bırakın.) Siz, Allah ve Resûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz?” demektedir. (Buhârî, İlim, 49)

  • İhsan ve İkramda Bulunması

Yüce Rabbimiz insan hâlet-i rûhiyesinin hakîkatini şöyle beyan buyurmaktadır:

“Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenâlık dokunduğunda sızlanır, feryâd eder, ona imkân verildiğinde ise cimrileşir, pinti kesilir.” (el-Meâric 70/19-21)

“Gerçekten insan dünya malını çok sevdiği için pek katıdır, bu hususta çok cimridir.” (el-Âdiyât 100/8)

Cenâb-ı Hak, böyle bir fıtratta yarattığı kuluna, bu mezmûm vasıflarını tedâvi etmesi için iyilik ve ihsanlarda bulunmasını emretmiştir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“… İyilik ve ihsanda bulununuz. Şüphe yok ki Allah iyilik edenleri sever.” (el-Bakara 2/195)

İnsanın bu yapısını çok iyi bilen Allah Resûlü, tâlim ve terbiye faaliyetlerinde talebelerin ihtiyaçlarını hep nazar-ı dikkate almış öncelikle bunları tedârik etme cihetine gitmiştir. Terbiye ve tezkiyesiyle meşgul olduğu kimselere, imkânları ölçüsünde ihsan ve ikramda bulunmuştur.

5- SEVGİ VE ŞEFKATLE YAKLAŞMASI

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir muhabbet, şefkat ve merhamet ummanıdır. O, öyle bir şahsiyettir ki insanlık için serâpâ bir rahmetten ibarettir. Cenâb-ı Hak, Habîbi’ni takdim ettiği âyet-i kerîmelerden birinde mü’minlere karşı şefkat ve merhametle dolu olduğunu şöyle beyân buyurmaktadır:

 “Andolsun ki size kendi içinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Size çok düşkündür. Mü’minlere karşı Raûf (cidden şefkatli) ve Rahîm (son derece merhametli)dir.” (et-Tevbe 9/128)

6- HADİSELERE OLUMLU YAKLAŞMASI

Peygamber Efendimiz, her türlü olayda fâil-i mutlakın Cenâb-ı Hak olduğuna yakînen inandığı için hâdiselere hep olumlu yaklaşırdı. Onun mümtâz hayatında tıkanıklığın, ümitsizliğin ve çözümsüzlüğün asla yeri yoktu. Uğursuzluğa da inanmazdı. Efendimiz:

“Ben kulumun zannı üzereyim. Şayet benim hakkımda hüsn-i zan beslerse ben de ona öylece davranırım. Şayet sû-i zan beslerse ona göre karşılık veririm” (İbn-i Hanbel, II, 391) hadîs-i kudsîsini esas alan bir hayat telakkisine sahipti.

7- KABİLİYETLERİ KEŞFEDİP GELİŞTİRMESİ

Allah Teâlâ, insanları farklı mizaç, istidât ve kabiliyetlerde yaratmıştır. Herkes kendi mizacına göre hareket eder ve iş yapar. Bu hakîkat âyet-i kerîmede şöyle haber verilmektedir:

(Ey Resûlüm!) De ki: Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre amel eder. Fakat Rabbin kimin daha doğru bir yolda olduğunu en iyi bilendir.” (el-İsrâ 17/84)

8- SORU-CEVAP METODUNU KULLANMASI

İslâmî terbiye ve tezkiye faaliyetinde muallim ile talebe arasında sağlam bir irtibat ve sımsıcak bir alâka vardır. Derste karşılıklı feyz ve tefeyyüz cârîdir; kalpler arasında mânevî alış veriş tahakkuk eder.

Allah Resûlü, ashabıyla karşılıklı konuşur, onları tefekküre sevk etmek için sorular sorardı. İstediği kıvamı yakaladığında ise öğretmeyi düşündüğü şeyleri anlatırdı. Bunun Peygamberimiz’in tebliğ ve tâlim hayatında çok güzel örnekleri vardır.

  • Sorulan Soruya Peygamberimizin Cevâp Vermesi

Ashâb-ı kirâm Allah Resûlü’ne soru sorarak meseleleri öğrenmek, karşılaştıkları problemleri ve şüpheleri çözmek ve böylece hem ilim hem de îmânlarını artırmak isterlerdi. Efendimiz de her birinin sorusuna tatmin edici cevaplar verirdi. Bu ilâhî bir metottur. Cenâb-ı Hak bu metodu Allah Resûlü’ne Cebrâil vasıtasıyla öğretmiştir. Ashâb-ı kirama dinlerini talim etmek için gelen Cebrâil (a.s.) soru-cevap usulünü kullanmıştır.

  • Peygamberimizin İzâh Etmek İçin Soru Sorması

Peygamber Efendimiz bir meseleye ashâbının dikkatini çekmek üzere pek çok kere soru sorar, daha sonra da bunu izah ederdi.

  • Soru Sâhibini Farklı Bir İstikamete Yönlendirmesi

Ashab-ı kiram bazen Peygamber Efendimiz’e bir mevzu hakkında sual sorar, Efendimiz ise muhtelif sebep ve hikmetlerle onu başka bir tarafa yönlendirirdi. Mevzuun, sual sorana daha ziyade fayda sağlayacak yönlerine temas ederdi.

9- TEŞBİH, TEMSİL VE MUKAYESELER YAPMASI

Kur’ân-ı Kerîm’in yarısından fazlasını teşkil eden kıssalar ve büyük yekün tutan meseller göz önüne alındığında, insanı yaratan Allah Teâlâ’nın, ona hitap ederken teşbih, temsil ve mukayeseler yaptığı görülmektedir. Bir âyet-i kerîmede ilmiyle amel etmeyenlerin durumu şöyle bir temsille anlatılır:

“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (el-Cum’a 62/5)

10- KONUŞURKEN JEST VE NMİKLERİ KULLANMASI

Fahr-i Kâinât Efendimiz, konuşurken maksadını daha iyi ifade edebilmek ve sözlerinin en iyi şekilde anlaşılmasını sağlamak için gerektiğinde jest ve mimikleri kullanır, el ve parmaklarıyla işarette bulunurdu.

Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor: Resûlullah:

“Mü’min diğer mü’min için parçaları birbirini perçinlenmiş binâ gibidir.” buyurdu, ardında da (bunu açıklamak için) parmaklarını birbirine kenetledi. (Buhârî, Mezâlim, 5)

11- MESELEYİ İZAH İÇİN ŞEKİLLER ÇİZMESİ

Peygamber Efendimiz, bir kısım hususları el işaretleriyle izah ettiği gibi, bazı mevzuları da toprak üzerine şekiller çizerek anlatırdı. Bu usul de yine mücerred ve zor anlaşılır şeyleri daha kolay anlatmak içindir.

Abdullah bin Mesut (r.a.) şöyle haber vermektedir:

Peygamber Efendimiz yere bir dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu:

“Şu insan, şu da onu kuşatmış olan ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan, insanın arzularıdır. Ortadaki çizgiye yönelik küçük çizgiler, dert ve ıstıraplardır. İnsan bu dertlerin birinden kurtulsa, öteki gelip çarpar. Şundan kurtulsa, beriki gelip yakalar.” (Buhârî, Rikâk, 4)

12- SÖYLEDİKLERİNİN EHEMMİYETİNE DİKKAT ÇEKMESİ

Resûlullâh, söylediklerinin ehemmiyetine dikkat çekmek için bazen konuşmasına yeminle başlar, bazen sözünü iki, üç veya daha fazla tekrar eder, bazen de konuşmaya başlamadan önce oturuş şeklini değiştirirdi.

Allah Teâlâ, Resûl-i Ekrem Efendimiz’e Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde, anlattığı şeyleri teyid etmek için yemin etmesini emretmektedir. Bu emirlerden ikisi şöyledir:

“De ki: Hayır öyle değil, Rabbime yemin olsun ki o kıyâmet size mutlaka gelecektir.” (es-Sebe’ 34/3)

“De ki: Rabbime yemin olsun ki şüphesiz diriltileceksiniz.” (et-Teğâbun 64/7)

13- NASİHATTE BULUNMASI VE KISSALAR ANLATMASI

  • Nasihatte Bulunması

Yüce Rabbimiz insanlara dinî hakikatlerini anlatırken güzel öğütte bulunmayı ve uygun bir usûl takip etmeyi emretmiştir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et!...” (en-Nahl 16/125)

Âyet-i kerîmede zikredilen “hikmet” ve “güzel öğüt”, tâlim ve terbiye vazîfesini yerine getiren insanlar için çok mühimdir. Diğer bir âyet-i kerîmede ise:

(Habîbim!) Sen öğüt ver. Muhakkak öğüt mü’minlere fayda verir” buyrulmuştur. (ez-Zâriyât 51/55)

  • Kıssalar Anlatması

Fahr-i Kâinât Efendimiz pek çok kere de geçmiş ümmetlerden, farklı milletlerden özellikle de Benî İsrâîl’den kıssalar ve ibretli hâdiseler naklederek dinî hakikatleri tâlim ederdi. Zira kıssaların insan eğitim ve öğretiminde, gerçeklerin izahında son derece mühim bir yeri vardır. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’de, peygamberler ve kavimlerinin kıssalarına geniş yer verilir. Bu husus, âyet-i kerîmelerde şöyle ifâde edilir:

(Ey Resûlüm!) Biz, bu Kur’ân’ı vahyetmekle, sana geçmiş milletlerin haberlerini en güzel bir şekilde anlatıyoruz.” (Yûsuf 12/3)

 “Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, mü’minlere de bir öğüt ve îkaz gelmiştir.” (Hûd 11/120)

14- TERĞİP VE TERHİBİ BİRLİKTE KULLANMASI

Terğib, kişiyi bir şeyi yapmaya veya bir şeyi elde etmeye rağbetlendirme ve teşvik etme demektir. Terhîb ise bunun aksine insanı bir şeyden sakındırma ve feci âkibetten korkutma anlamındadır. Hem terğîbin hem de terhîbin, insan hâlet-i rûhiyesini hayra yönlendirme ve şerden sakındırma bakımından pek mühim tesiri bulunmaktadır. İnsan psikolojisinin bu gerçeğinden hareketle, Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah Resûlü de hadîs-i şeriflerinde terğîb ve terhîbi muvâzeneli bir şekilde kullanmışlardır.

15- TALİM VE TERBİYEDE YAZIYI KULLANMASI

Resûlullâh, okuma ve yazmanın yaygın olmadığı bir cemiyet içinde zuhûr etmiş ümmî bir peygamberdi. Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle daha önce ne bir kitap okumuş ne de herhangi bir yazı yazmıştı. (el-Ankebût 29/48) Fakat nübüvvet vazifesi başlayıp “Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak 96/1), “O (Allah) kalemle öğretendir” (el-Alak 96/4), “Nun; kalem ve onunla yazılanlara andolsun” (el-Kalem, 68/1) âyetleriyle ilmin önemine ve yazı ile kaydedilmesine dikkat çekildikten sonra İslâm ümmeti içinde son derece hızlı bir okuma yazma seferberliği başlamıştır.

Kaynak: Üsve-i Hasene 2, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.