Papa'nın Sevinci Kursağında Kaldı

Papalık, Yavuz’un üstlerine yürümesinden çok korkmaktadır. Yavuz’un vefat haberi Roma’ya ulaşınca Papa’nın “Kartal öldü kuzu tahta çıkıyor” diye sevindiği rivayet edilir. Hâlbuki evlat babanın sırrıdır. Kartalın daha büyüğü Tuğrul kuşu misali Sultan Süleyman’ın 46 yıl sürecek ‘muhteşem’ saltanatı başlar.

Onuncu Osmanlı Padişahı olan Sultan Süleyman, 1495 yılında Trabzon’da doğar. Ardından dedesi II. Beyazıt’ın nezaretinde Payitaht’ta eğitim alması için İstanbul’a gönderilir. İstanbul’daki Enderun ve Birun, sarayda eğitim kalbidir. Burada akli ve nakli ilimleri tahsil eden Şehzade Süleyman, hanedan mensuplarına uygulanan adet gereği 14 yaşındayken sancağa gönderilir. I. Murat devrinden başlayan bu geleneğe göre şehzadeler, tahta çıkmadan evvel hocaları olan Laları nezaretinde bir sancağa gönderilerek devlet idaresinde tecrübe edinirler. Sırasıyla Şarki Karahisar ve Bolu’ya sancak beyi tayin edilen Şehzade Süleyman son olarak annesinin memleketi Kırım’ın Kefe sancağında beylik vazifesini yürütür. Babası I. Selim’in dedesi II. Beyazıt ile giriştiği taht mücadelesinde babasına yardımcı olur. Ardından 1512 yılında Saruhan (Manisa) sancak beyliğine tayin edilir. Yavuz Sultan Selim 8 yıl gibi kısa bir sürede doğu sorununu çözer. Halife unvanını Osmanlı Sultanlarına kazandırır ve güçlü bir askeri-adli-iktisadi sistem tayin eder. Sırtında çıkan şir-i pençenin etkisiyle 1520’de Hakk’a yürürken Şehzade Süleyman tahtın yegâne varisi olarak cülus etmek üzere payitahta çağırılır.

PAPA'NIN SEVİNCİ KURSAĞINDA KALDI

Yavuz, doğudaki sorunları çözerken hiç Batıya sefer düzenleyememiştir. Papalık, Yavuz’un üstlerine yürümesinden çok korkmaktadır. Yavuz’un vefat haberi Roma’ya ulaşınca Papa’nın “Kartal öldü kuzu tahta çıkıyor” diye sevindiği rivayet edilir. Hâlbuki evlat babanın sırrıdır. Kartalın daha büyüğü Tuğrul kuşu misali Sultan Süleyman’ın 46 yıl sürecek ‘muhteşem’ saltanatı başlar.

 YERYÜZÜNDEKI HAK GÖLGESi

Kanuni Sultan Süleyman, saltanatı boyunca en çok Avusturyalılar ile mücadele eder. Osmanlı topraklarına saldırı ve Osmanlı’ya muhalif bir ismi Macar kralı yapma girişimlerinden sonra Kanuni, Budin’i geri alarak akraba olan bu iki maceracıyı püskürtür. Ardından onları bir meydan savaşına tahrik edebilmek için takip eder. Nihayetinde Viyana kapısına dayanır. Sık sıkıya şehre sığınan bu iki muhteris hükümdar, Mohaç’tan aldıkları dersten mülhem meydan savaşına girişemezler. Kış şartlarının da ağırlığını hissettirmesiyle muhasara kaldırılarak geri dönülür. 1532’deki Alman seferine kadar Osmanlı akınları sürer. Nihayetinde Avusturya Arşidükü, Osmanlı’ya barış teklifi sunar. Osmanlı’nın durdurulabilmesinin tek yolu, şartların kabul edildiği bir barış antlaşması olduğu anlaşılmıştır. İstanbul Antlaşması adı verilen 1533 tarihli bu antlaşma ile Osmanlı, dünyanın en güçlü devletine boyun eğdirir. Antlaşmaya göre Kanuni’nin desteklediği Zapolyo Macar kralı olacak, Avusturya Osmanlı’ya vergi verecektir. Lakin antlaşmasının en önemli maddesi ise şudur: Avusturya hükümdarı ‘kral’ olarak anılacak protokol açısından Osmanlı Sadrazamına muadil sayılmayı kabul edecektir. Bu antlaşmaya göre Avusturya hükümdarı kendi aralarında dahi Osmanlı Sultanları hariç kimseye ‘imparator’ diye hitap etmeyecek, Osmanlı Sultanına bir ‘baba’ya itaat eder gibi itaat edecektir. Artık Osmanlı Sultanları ‘zillulah-ı fil ard’dır yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Nasıl kainatta bir tek Allah var ise yeryüzünde de onun halifesi Müslüman bir hükümdar vardır!

 KIYAMET YAKINDIR DEDIRTEN BIR İHTiŞAM

Sultan Süleyman, Osmanlı padişahları arasında Fatih ile beraber en çok harp etmiş padişahlar arasındadır. 46 yıl süren saltanatı boyunca yalnızca Rumeli’de 362 kale fethedilmiş, küffarın elinden bu kaleler ve beldeler alınarak bir İslam toprağı kılınmıştır. Kanuni, Yemen’in fethine dair yazdığı bir hatt-ı hümayun’da şöyle diyecektir: “Bizim Yemen’i fethimiz mülk edinmek için değildir. Mekke ve Medine’yi muhafaza edebilmek içindir.” Kanuni, babası merhum Yavuz Sultan Selim Han’dan devleti 6.557.000 km2 olarak alır. Karada ve denizde düzenlediği seferlerle büyük bir hükümdar olan Kanuni vefat ettiğinde devlet 14.893.000 km2’ye ulaşarak tarihin gördüğü en büyük devlet haline gelir. Sultan Süleyman’ın hüküm sürdüğü 46 yıl başta olmak üzere geride bıraktığı güçlü devlet ile beraber 16. yüzyıl için ‘Türk asrı’ tabirini batılı kaynaklar kullanmaya başlar. Zira o dönemde yalnızca devlet değil toplumda her anlamda zirveye ulaşmıştır. Açlık ve kıtlığın görülmediği, vebaya rastlanılmadığı bir dönem yaşanır. Bugünkü Süleymaniye mevkiinde kurulan Süleymaniye Medreseleri, devrin en büyük eğitim merkezlerini oluşturmaktadır. İbn Kemal ve Ebussud Efendi ile İslam fıkhı adeta altın çağını yaşar. Sokullu Mehmet Paşa gibi bir sadrazam devleti idare ederken, Barbaros Hayrettin Paşa denizlere hükmeder. Mimar Sinan devrin mimarı, Fuzuli ve Baki ise devrin en büyük şairleridir. Böylesi altın çağın yaşanması alimler tarafından “Artık en yükseğe ulaşıldı, kıyamet yakındır!” denilmesine sebep olacaktır.

 “HALDE HALDAŞIM, ÂHIRET KARINDAŞIM”

Cihana hükmeden Osmanlı Sultanları; kaleler fetheder, sınırlar değiştirirler, kralları tahtından ederlerdi. Osmanlı Padişahları cümle aleme diz çöktürürlerken kendileri de yalnızca ‘dini mubin’in temsilcileri alimlerin karşısında diz çökerlerdi. İslam tarihinin en parlak ve en azametli devrini yaşatan Kanuni’de yalnızca Ebussud Efendi karşısında duraksar icap ederse verdiği hüküm ve kararları geri alırdı. Osmanlı Padişahları İslam ahkamının temsilcileri olan bu alimler ile halleşerek aslında bir anlamda cihan hükümdarlıklarını yüce dinimizin temsiliyeti karşısında bir kenara bırakırlardı. Kanuni ve Şeyhülislam Ebussud Efendi arasındaki muhabbet o kadar kaviydi ki, Cihan Padişahı, Ebussud Efendi’ye yazdığı bir mektubuna şöyle başlar: “Halde haldaşım, sinde sindaşım, âhiret karındaşım, tarîk-i hakda yoldaşım Molla Ebüssuûd Efendi Hazretlerine…” Sultan Süleyman ve Osmanlı Padişahları verdiği hükümler ve aldığı kararların hemen hemen tamamında fetva makamından/Şeyhülislam’dan da fetva alırlardı. Kanuni’de canından öte gördüğü Ebussud Efendi’den pek çok fetva almıştır. İsyan eden Şehzade Mustafa ve Şehzade Beyazıt’ın katil’lerine dair fetvaları da Ebussud Efendi vermiştir. Rivayete göre Zigetvar Seferi’nde Hakk’a yürüyen Kanuni’nin yanında taşıdığı küçük bir sandık, Ebussud Efendi’ye teslim edilir. Sandık açıldığında, Ebussud Efendi’nin o güne kadar Sultan Süleyman’a verdiği fetvalar vardır. Hünkarını ve dostunu yad eden Ebussud Efendi gözyaşlarına boğulur ve ekler: “Ey Sultan Süleyman, sen kendini kurtardın, bakalım, huzur-u mahşerde bu fakirin hale nice olacaktır?!”

Kaynak: Gökhan Gökçe, Altınoluk Dergisi, Sayı:400 Haziran 2019

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.