Kibir Nedir? Kibirle İlgili Ayet ve Hadisler

Kibrin dindeki yeri nedir? Kibirli insan ne kaybeder? Kibirli ve böbürlenen insanların akıbeti ne olacak? Kibir ve iyiliği başa kakmak ile ilgili ayet ve hadisler.

Kibir ve iyiliği başa kakmak hakkında ayet ve hadisler.

1. Ebû Zer’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurdu:

“Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için elîm (can yakıcı) bir azap vardır.”

Râvî dedi ki:

Resûlullah bu cümleyi üç kere tekrarladı. Sonra Ebû Zer (r.a):

“–O hâlde bu kimseler tam bir mahrumiyete ve hüsrana uğramışlardır. Onlar kimlerdir, ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu.

Resûl-i Ekrem de:

“–Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyata satmaya çalışandır” cevabını verdi. (Müslim, Îmân, 171. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Libâs, 25/4087; Tirmizî, Büyû’, 5/1211; Nesâî, Zekât, 69; Büyû’, 5; Zînet, 103; İbn-i Mâce, Ticârât, 30)

2. Seleme bin Ekva’ (r.a) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlim ve cebbârlar grubuna kaydedilir. Böylece onlara verilen ceza buna da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61/2000)

3. Hârise bin Vehb el-Huzâî’den (r.a) rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Size Cennetlikleri haber vereyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin ehemmiyet vermediği, fakat şöyle olacak diye yemin etseler, isteklerini Allah’ın gerçekleştireceği kimselerdir.

Size Cehennemliklerin kimler olduğunu haber vereyim mi? Bütün katı kalbli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.” (Buhârî, Edeb, 61; Eymân, 9; Tefsîr, 68/1; Müslim, Cennet, 47. Ayrıca bkz. Tirmizî, Cehennem, 13; İbn-i Mâce, Zühd, 4)

4. Amr bin Şuayb (r.a) babasından, o da dedesinden rivâyet ettiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Mütekebbirler/kibirli kimseler, kıyâmet gününde insan sûretinde küçük ve kırmızı karıncalar kadar haşrolunacaklardır. Zillet her taraflarından onları saracaktır. Cehennemdeki “Bûles” adı verilen bir zindana sürükleneceklerdir. Onları ateşlerin ateşi kuşatacak ve Cehennem ehlinin Tînetü’l-habâl denilen kan, irin ve pisliklerinden içirileceklerdir.” (Tirmizî, Kıyamet, 47/2492; Ahmed, II, 179; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 557)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Bir kısım büyük günahlar vardır ki, kıyâmet günü Cenâb-ı Hak onları işleyenlerle konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları tezkiye edip temize çıkarmayacaktır. Birinci hadisimizde Allah Resûlü, bu şekilde karşılık bulacak günahların bir kısmını zikretmiştir. Ehemmiyetine binâen de verilecek cezayı üç defâ tekrar etmiştir.

Hakikaten bu duruma düşen bedbahtlar, Ebû Zer’in (r.a) ifade ettiği gibi tam mânâsıyla mahrûmiyete ve hüsrâna uğramışlar, çok ağır bir cezaya çarptırılmışlardır. Böyleleri, Allah’ın gazabını hak eder, şiddetle cezalandırılır ve neticede Cehenneme müstahak olurlar.

Allah Teâlâ’nın bir kimseyle konuşmaması, ona yüz vermemesi, sâlih kullarına gösterdiği kabulü ve hoşnutluğu ona göstermemesi, o kişiye fayda sağlayacak ve onu memnun edecek sözler söylememesi demektir.

Cenâb-ı Hakk’ın bir kimsenin yüzüne bakmaması, ondan yüz çevirmesi, ona lûtuf ve merhametiyle muamele etmemesi mânâsına gelir.

Allah Teâlâ’nın bir kimseyi temize çıkarmaması da, o kişiyi günah kirlerinden ve ceza görmesine sebep olacak kötülüklerden arındırmaması demek olur.

İşte bu büyük cezaya çarptırılacak olan mahrumlar; kibirli, iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışan kimselerdir.

ALLAH’IN YASAKLADIĞI HUY

Kibir, Allah’ın hiç sevmediği ve şiddetle yasakladığı büyük günahlardan biridir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!” (İsrâ 17/37)

Büyüklük Allah’a mahsus bir vasıftır. İnsanın kibirlenmesi, Allah’a ait bir vasfı kendisinde görmeye çalışmasıdır ki son derece yanlış bir anlayış ve insanın haddini bilmemesidir. Zira insanın inkâr edilemeyecek derecede bâriz olan şu vasıfları, devamlı onun eksikliğini ortaya koyup durmaktadır: Acziyet, za’fiyet, yanılma, unutma, câhillik, zulüm, acelecilik, cimrilik, menfaatine düşkünlük, nankörlük… Yaratılış safhaları ve hayatının sonu îtibâriyle de insanın övünülecek bir tarafının olmadığı açıktır. Dolayısıyla kibirlenmek ona yakışan bir davranış değildir.

Allah Teâlâ bir kişiye maddî mânevî nimetler lûtfetmişse, onun gurur ve kibire kapılması değil, her şeyi veren Cenâb-ı Hakk’a şükretmesi îcab eder. Zira kulluğa yakışan tevâzû ve şükürdür. Bir kulun kendisinden daha az lûtfa mazhar olmuş kişileri hor ve hakîr görmesi, her şeyden önce Cenâb-ı Hakk’a saygısızlık olur.

Kibir, insan için en büyük nefs âfetlerindendir. Kibre dûçâr olup şöhret sevdâsına tutulan bir kişi, pek çok zulümler işler de farkında bile olmaz. Netîcede kendisini alçaltıp rezil eder ve zâlimlerden olur. Nitekim ikinci hadis-i şerifte:

“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlim cebbârlar grubuna kaydedilir. Böylece onlara verilen ceza buna da verilir” buyrulmuştur.

Kişinin büyüklenip kendisini olduğundan üstün görmesi, kendini beğenmesi ve nefsini palazlandırıp herkesten kıymetli olduğuna inanması, onu acı bir âkıbete sürüklemektedir. Bir kimse bu kibir ve böbürlenme hâlini ilerletirse, sonunda zâlimler ve mütekebbirler dîvânına kaydedilir ve onlarla birlikte esfel-i sâfilîne yuvarlanır. Firavun, Kârûn ve Hâmân’a verilen ceza ona da verilir.

ŞEYTANIN FARİK VASFI

Kibirli kimseler, Kur’ân-ı Kerim’in pek çok âyetinde kınanırlar. Kibir, âyetlerde ekseriyetle küfür ve Allah’a isyanı ifade etmek için kullanılır. İnsanlar kibirleri sebebiyle Allah’a ibadetten yüz çevirirler, O’nun emirlerine uymaz ve Peygamberlerini dinlemezler. Diğer taraftan kibir şeytanın fârik vasfıdır. Kibir denilince, Hz. Âdem’e secde etmeyi gururuna yediremeyip kibirlenerek Allah’a isyân eden iblis akla gelir. O hâlde mü’minlerde bulunan kibir de onları kâfirlerin hâline yaklaştıran tehlikeli bir hastalıktır. Bu sebeple:

“Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisâ 4/36; Hadîd 57/23; Nahl 16/23)

KARUN NEDEN HELAK OLDU?

Nitekim hazinelerinin anahtarlarını, ancak güçlü kuvvetli kimselerden meydana gelen bir grup insanın taşıyabildiği Kârûn, servetine güvendiği, böbürlenip gururlandığı, çeşitli kötülükler ve fesatlar işlediği için Allah Teâlâ onu servetiyle birlikte yerin dibine geçirmiştir. (Kasas 28/79-82)

Kibir cehâletten ileri gelir, hakîkî âlimler aslâ mağrûr olmazlar. Zâten kibir ehli ne ilim elde edebilir ne de bir hayra nâil olabilir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Dünyada haksız yere kibirlenip büyüklük taslayanları, âyetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştırırım.” (A’râf 7/146)

Hz. Mevlânâ der ki:

“Bahar mevsiminde bir taş yeşerir mi? Toprak gibi mütevâzî ol ki senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin!..”

KİBİRLİLİK VE KENDİNİ BEĞENMİŞLİK

Kibirlilik ve kendini beğenmişlik, insanların sadece duygu ve düşüncelerinde değil, aynı zamanda tavır ve davranışlarında, giyim kuşamlarında da kendini gösterir. Bu niyetle yapıldığında, elbiseyi eteği yerde sürünecek derecede uzatmak ve sürümek, bunun tezâhürlerinden biridir.

Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Allah Teâlâ, böbürlenerek elbisesini yerde sürüyen kimsenin kıyamet günü yüzüne bakmaz.” (Buhârî, Libâs, 1, 2, 5; Fedâilü’s-sahâbe, 5; Müslim, Libâs, 42-48)

Ancak kibir duygusuna kapılmadan güzel elbise ve ayakkabı giymekte bir beis yoktur. Giyilen güzel şeyler kibirlenmeye, gururlanmaya yol açarsa, o zaman sakıncalı olur. İnsan; kibirlenmek, farklı olduğunu hissettirmek, çalımlı çalımlı yürümek için değil, Allah’ın verdiği nimetin üzerinde görülmesi ve O’nun lûtuflarına şükretmek için güzel giyinmelidir. Güzel ve yeni bir elbise giyince de Efendimiz’in tavsiyesi üzerine hamd edip fazla elbiselerini muhtaçlara vermelidir. (Tirmizî, Deavât, 107/3560)

Âlimlerimiz, Sünnet’e uygun olan giyinme tarzının elbiseyi baldırlara kadar uzatmak olduğunu söyler, topuklara kadar inmesini ise câiz görürler. Kibir düşüncesi olmasa bile elbisenin topuklardan aşağı inmesini de, Resûlullah’ın yasağına ters düşeceği için mekruh kabul ederler.

Resûlullah Efendimiz şöyle buyurur:

“Bir Müslümanın güzelce giyinmesi, elbisesinin eteklerinin baldırlarını örtecek şekilde olmasıyladır. Elbisesini topuklarına kadar uzatmasında bir günah yoktur. Topuklardan aşağıda olan kısım ise ateştedir. Allah, büyüklük taslayarak elbisesinin eteğini yerde sürüyen kimsenin yüzüne bakmaz.” (Ebû Dâvud, Libâs, 27/4093. Ayrı-ca bkz. İbn-i Mâce, Libâs, 8; Muvatta’, Libâs, 12)

“…Elbisenin eteklerini dizinin aşağı tarafına kadar kaldır. Eğer bundan hoşlanmazsan topuklarına kadar indir. Fakat elbiseni yerde sürünecek kadar uzatma, çünkü bu kibirden ve kendini beğenmekten ileri gelir; Allah kibirlenip kendini beğenenleri sevmez...” (Ebû Dâvud, Libâs, 25/4084)

KİBİRLİ İNSAN NE KAYBEDER?

Üçüncü hadisimizde, kibirli kimselerin Cehenneme gideceği bildirilir. Çünkü kibir, pek çok kötü vasfa ve çirkin fiile sebep olmaktadır. Bu yolun sonu da şüphesiz Cehennemdir. Bu sebeple Resûlullah kibirden şiddetle sakındırmak için:

“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse Cennete giremez” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 147-149; Tirmizî, Birr, 61/1998)

Diğer bir hadislerinde de Allah Resûlü, Cehennemin Cennete karşı:

“–Bende zorbalar ve kibirli kimseler var” diye övündüğünü haber vermiştir. (Müslim, Cennet, 34; Buhârî, Tefsîr, 50/1; Tevhîd, 25; Tirmizî, Cennet, 22)

Çünkü âhiret yurdunun nimetleri, kibirlilere değil tevâzû içinde kulluk yapanlara lûtfedilir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuk yapmayı arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir.” (Kasas 28/83)

KİBİRLİ İNSANLARIN AHİRETTEKİ DURUMU

Dördüncü hadisimizde Resûlullah, kibirli insanların âhiretteki hâllerini anlatmaktadır. Mütekebbirler, dünyada haksız yere büyüklendikleri için, âhirette “yaptıklarına tamamen uygun bir ceza”  ile karşılık göreceklerdir. Nasıl ki eğri bir çubuğu düzeltmek için aksi istikâmette bükmek gerekirse, kibirli insanları bu kötü vasıftan temizlemek için de, onları iyice küçültüp hakîr kılmak lâzımdır. Dolayısıyla dünyada büyüklenen insanlar, âhirette sûreten insana benzemekle birlikte, karınca kadar küçük olacaklardır. Son derece zelîl ve aşağılık mahluklar hâline getirilecekler, Allah onlara hiçbir kıymet vermediği için insanlar ayaklarıyla üzerlerine basıp geçecek, bütün mahşer halkının hesabı görülünceye kadar onları çiğneyeceklerdir. (Heysemî, X, 334)

Nihâyetinde kendilerini saran “Ateşlerin Ateşi”, o derece yakıcıdır ki, normal ateş odunu yaktığı gibi o da diğer ateşleri yakar. Şârihler bu ateşi açıklarken şu âyet-i kerimeye işaret ederler.

“O, «en büyük ateş»e girecektir. Sonra o, ateşte ne ölür ne de yaşar.” (A’lâ 87/12-13)

Bazı âlimler, bu tür hadislerdeki anlatımların mecâzî olduğunu söyler.

Büyük günahlardan biri de yapılan iyiliği başa kakmaktır. Kıyâmet günü zâlimlerden sonra en büyük mahrûmiyete uğrayacak insanlar, yaptığı iyiliği başa kakan ve insanlara minnet yükleyen kimselerdir. Kendisine iyilik yapılan bir kimse zâten gönlen bir eziklik içindedir. Bunun üzerine bir de bu iyiliği başına kakmak, ona yapılabilecek en büyük mânevî işkencedir. Dolayısıyla böyle davranmak, Allah’ın hiçbir zaman râzı olmadığı büyük günahlardan biridir.

Diğer taraftan, iyiliği başa kakmanın çirkinliği, îzâha ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açık ve herkes tarafından kabul edilen bir durumdur.

Cenâb-ı Hak, iyiliği başa kakmanın müslümana yakışmayıp münâfıklık alâmeti olduğunu ve yapılan hayrı tamamen boşa çıkardığını şöyle beyân eder:

“Ey iman edenler! İnsanlara gösteriş için malını verip Allah’a ve âhiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmek sûretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın! Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz bir kaya hâline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.” (Bakara 2/264)

Yüce Rabbimiz, verdiği bu misâlle iyiliği başa kakan duygusuz insanların iç âlemini tasvîr etmiştir. Onlar iyi kalpli insanmış gibi görünmeye çalışırlar, ancak kalpleri kaya gibidir. Azıcık bir menfaat azalması ve sıkıntıyla karşılaşsalar üzerlerinde iğreti olarak duran göstermelik merhamet ve iyilik duyguları silinir, kalpleri taş kesilerek her türlü kötülüğü yapabilecek hâle gelirler. Dolayısıyla merhametleri silindiği gibi elde ettikleri azıcık mânevî kazanç da yok olup gider. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın vereceği mükâfâtlar, bu tür davranışlardan uzak duran kulları içindir.

Âyet-i kerimede bu durum şöyle haber verilir:

“Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan ve gönül kırmayanlar için Allah katında mükâfatlar vardır.” (Bakara 2/262)

Resûlullah, yaptığı iyiliği başa kakan insanların Cennete giremeyeceğini bildirmiştir. (Nesâî, Zekât, 69/2560)

Tabiî ki bu tür ifadeler günahlardan sakındırmak içindir. Kibirlenen ve iyiliği başa kakan kimse iman ile ölebilirse, affedilmediği takdirde ilk olarak Cehenneme gidecek, cezasını çektikten sonra Cennete dönecektir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KİBİR VE GURURUN ZARARLARI

Kibir ve Gururun Zararları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.