Huzur Haline Kavuşmanın Şartları

Neyi arıyorsun? Sana lazım olan nedir? Bütün hırslarınla ardından koştuğun, gönül dünyanı altüst ettiğin, uğruna kendini unuttuğun şey nedir? Neyin peşindesin? Sana yeterli olan belli olduğu halde bu doyumsuzluk, bu hırs neden?

Bir yağmur tanesi kadar berrak ve hafif, bir kelebek gibi nazenin duygular bahşedilmişken bize, biz huzurumuzu yitirdik. Gönül dinginliğimizi, ruhumuza verilen asudeliği yitirdik. Sessiz bir liman gibi güvenli ve dahi sade olması gereken iç dünyamızda fırtınalara, kasırgalara, hatta kaoslara sebep olacak teşebbüslere girdik. Huzurlu olmak için yürüdüğümüz yolda ilk kaybettiğimiz şey oldu huzur. Huzuru aradığımızı, hayatımızın gayesinin huzuru bulmak olduğunu söylesek te daha yolun başında kaybettiğimiz en kıymetlimiz oldu huzur. Biz huzuru birden kaybetmedik. Yavaş yavaş, parça parça kaybettik. Bizi insan yapan manevi yönlerimizde kaybettik. Akıl huzurumuz, gönül huzurumuz, kalp huzurumuz, dil huzurumuz ve beden huzurumuz parça parça koptu bizden. Huzursuz fertlerin bir araya gelip meydana getirdiği toplum ise dertlerin, elemlerin içinde sıkışıp kaldığı insan kitlelerini oluşturdu. Çok zaman bizi bu çukurdan kurtaracak bir elin gelmesini bekledik ancak o eli dahi yanlış adreslerde aradık.

KALPLERİMİZDE HUZURU KAYBETTİK

Önce kalplerimizde kaybettik huzuru. Derinliği olması gereken kalplerimizi kasvet, katılık ve duyarsızlık işgal altına aldı. Merhametin pınarı olması gereken kalplerimiz kurumuş bir çağlayan gibi yosun tuttu. Ruhumuzu işgal eden kötü duygular; kin, nefret, benlik, haset, kibir gibi safiyetimizi yakıp kül eden bu duygular kalbimizin bahar kokulu, yağmur kokulu ovalarını, çimenlerini kuruttu. Kalp ovamızda bin bir çeşit canlı hayat bulurken şimdi bu kuru iklimde kendimize yetecek nefesimiz dahi kalmadı. Kalbimizden huzur gidince, birbirimize bakışlarımız değişti, tahammülsüz karakterler haline geldik. Ve çorak toprak gibi dikenler, kurumuş çalılar kapladı bütün duygu dünyamızı. Merhamet membaı olması gereken bu nadide yerimiz, asliyetinden çok uzak bir hâle büründü. Hâl’in en yüksek olması gereken kalbimiz adeta gerçek hâl’inden hal’edildi. Kalbimiz, kendisine yaptığımız haksızlıktan dolayı mahzun ve boynu bükük. Kalp emanetine sahip çıkamadık. Kalbimiz ki Rabbimizin nazar ettiği tek yer. Kalbimiz ki, O’nun zikrini, fikrini muhafaza edebileceğimiz, bedenimizin kaptan köşkü. Huzurun, damar damar her yanımıza dağılmasını sağlayan kutlu emanettir.

DİLİMİZDEKİ HUZURU KAYBETTİK

Huzurun kaybedilmesi, dilimizdeki kelimelere yansıdı. Biz hem günlük konuşma dilimizdeki huzuru, hem de sosyal münasebetlerimizdeki ideal dilimizi kaybettik.

Gönüller yapmaya gelmiştik oysa. Yunusun diliyle, Mev­la­na’nın gönlü ile varlığımıza ayrı bir anlam katmalıydık hâlbu ki! Bir gönül kırmanın Kâbe’yi yıkmaktan öte bir vahameti vardı aslında. Kırdığımız gönüllerin feryatlarına tıkalı kulaklarımız, kör gözlerimiz ve duyarsız gönüllerimiz oldu. Gönülden gönüle yol bulan bir medeniyetin insanları olduğumuz halde, bir başkasına gönlümüzden patika bir yol bile açamadık. Kapattık bütün gönül kapılarımızı. Büyük büyük kilitler vurduk, anahtarlarını attık denize. Pas tutan demir parmaklıklar arkasında gönül diriltecek nefeslerimizi kaybettik.

TOPLUMSAL HUZURUMUZU KAYBETTİK

Bütün bu kaybedişler sonunda büyük felaket; Toplumsal huzurumuzu kaybettik. Gözlerinden sevgi yerine nefret akan, iyilik isteme yerine hep kötülük isteyen, duygularının berrak, saf ve temiz olması yerine karmaşık, karamsar olan bir insan tipi çıktı ortaya. Yazık oluyor bu topluma.

Bir enkazın başında bekleyen biçareler gibiyiz, bu huzursuzluk enkazının içinden nasıl tekrar dirilip ayağa kalkacağız? Nereden başlayacağız? Hangi yanımızı tamir edeceğiz?

Adını bildiğimiz, kaynağını ve reçetesini bildiğimiz insanî özelliklerimize yeniden dönerek, kalbimize incelik, duygularımıza derinlik, dilimize selislik kazandırmak zorundayız. Önce fert olarak; her işimiz en güzel olmalı. Etrafımıza daima güzellik tevzi etmeliyiz. Gönüllere huzur ve ferahlık verecek zarafet ve letafette olmalıyız. Bakışlarımıza derinlik kazandıracak manevi bir beslenme içinde olarak, olgun, karakterli, tutarlı ve tavır sahibi bir mümin olmak, huzur haline kavuşmanın ilk şartları olsa gerek.

Kaynak: Salih Zeki Meriç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 379

 

 

İslam ve İhsan

ALLAH’I HATIRDA TUTMANIN VERDİĞİ HUZUR

Allah’ı Hatırda Tutmanın Verdiği Huzur

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.