Hüsnüzan Nedir? Neden Hüsnüzan Beslemeliyiz?

Hüsnüzan nedir, ne anlama gelir? Neden hüsnüzan beslemeliyiz?

Hüsnüzan, bir kimse hakkında iyi ve güzel kanâat besleme, iyi fikir beslemektir. Övülmüş bir haslet, güzel bir huydur. Hüsn-i zan, olgunluğun eseridir.

Hüsnüzannın en önemli bir istimal yeri, insan iradesini aşan musibet ve felâketlerde, kaderin bir hikmet ve rahmet yönü olduğunu düşünüp, şikayet ve isyandan sakınmaktır. Allah Resulü (s.a.v.) bu mânâyı şu hadis-i şerifiyle ders veriyor:

“Allah’a hüsnüzan ibâdettir.”

Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri buyuruyor:

“İnsanlar, dinde ihlas(lı ibâdet)ten başkasıyla emir olunmadı.” (Beyyine Sûresi / 5)

“Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır.” (Zümer Sûresi / 3)

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i kudsîde Rabbinden rivayetle buyuruyor:

“Allah teâlâ buyuruyor ki: İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Onu, sevdiğim kulun kalbine yerleştiririm.”

Ahmed ibn Hadraveyh Allah teâlâyı rüyasında gördü, buyurdu ki:

“Bütün insanlar benden isterler, yalnız Ebû Yezid beni ister.”

Şiblî’yi kuddise sirruh rüyada gördüler. “Allah teâlâ sana ne yaptı?” dediler. Dedi ki:

– Bana biraz gazaplandı. Çünkü bir defa dilimden, “Cenneti kaçırmaktan büyük hangi ziyan vardır?” sözü çıkmıştı.

Sonra buyurdu ki:

– Hayır öyle değildir. Seni görmeyi kaçırmaktan, daha büyük hangi ziyan vardır.” demeliydim.

NİYET AMELİN FEVKİNDE

Niyet amelin fevkindedir. Bir kimsenin kulluk niyeti cehennemden korkmak yahut cennet nîmetlerine kavuşmak olabilir. Cennet için kulluk eden mide ve fercin kulu olur. Kendisini; mide ve ferc arzularının bulunduğu yere çeker ve götürür. Cehennemden korktuğu için amel eden, kötü köle gibidir, ancak korkusu yüzünden iş yapar. Bunlar her ikisi de Allah için amel yapmış sayılmaz. Beğenilen kul, yaptıklarını cennet ve cehennem sebebiyle değil, Allah için yapan kuldur. Bu, bir kimsenin, sevgilisine, sevgili olduğu için bakması, onu sevdiği için olup altun ve gümüş beklememesine benzer. Altun ve gümüş için bakanın niyeti altun ve gümüş olur. O hâlde Allah Teâlânın cemâl ve celâlinin, mahbub ve maşûku olmayanlar, böyle niyet edemez. Böyle olan kimsenin ibâdeti Allah Teâlânın cemâlinde tefekkür ve onunla münâcaat olur. Bunlar hakîkatte Allah’ın dostları âriflerdir.

Kulluk vazîfelerimizi Hak -celle ve alâ- Hazretinin rızâsı için yapmalıyız. Başka maksatlarla yapılan işlerde hayır yoktur. İbâdet Allah teâlâ için yapılırsa, değeri büyük olur. Başkalarının senâsına veyahut ihsana nâil olmak gâyesiyle yapılırsa, bilakis Hak -celle ve alâ- Hazretlerinin gazabına sebep olur ki, zâhiren kusursuz gibi görünen bu ameller sahibinin cehenneme girmesine bile sebep olur.

İbâdetler ne niyetle yapılırsa, karşılığı da ihlâs ve niyet ölçüsünde olur. Hâlis bir niyetle vazîfesini îfâ edenler hem dünya hem de âhiret nîmetlerine nâil olurlar. Niyetlerinde samimi olmayanlar ihlassızlıklarının netîcesi olarak hüsrana uğrarlar.

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri, kullarının hatasız ihlâsla yapmış oldukları dış ibâdetlerini mükâfatlandırdığı gibi kullarının kalblerinde beslemiş oldukları saf, temiz niyetlerini de belki daha ziyâdesiyle değerlendirir. Elhamdülillah!

Allah teâlâ ve tekaddes hazretlerini sevmek ve kendisine karşı hüsn-i zan sahibi olup, teslim olmak ne büyük saâdettir. Keza Fahr-i Kâinat, eşref-i mahlûkât olan Sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi ve Ashab-ı Kirâm -radıyallahu anhum- hazerâtını sevmek kendileri hakkında iyi niyet beslemek, Rabbımızın bizlere ne güzel ihsanıdır. Allah Teâlâ Hazretlerinin velîlerini sevmek, onlara karşı hörmetli olmak, hüsn-i zan beslemek, târifi kâbil olmayan büyük beşarettir.

HÜSNÜZAN BESLEYEN BİR FASIK

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri:

“Ben kulumun zannı indindeyim” buyurmaktadır.

Cenab-ı Hakk’ın affınden ümitvar olup hüsn-i zan besleyen bir fâsık, Cenab-ı Hakkın rahmetinden ümidini kesen, yeise düşen bir âbidden Rabbısına daha yakın olmuş oluyor.

Şeytanın tuzaklarından birisi de, dâimâ mü’minleri ümitsizliğe düşürmek sûretiyle kalblerine vesvese vermektir. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Allah Teâlâ rahmeti yüz parça kılmış, doksan dokuzunu kendi yanında tutup, bir cüzünü yeryüzüne indirmiştir. Bütün halk, mahlûkât bu bir cüz sâyesinde birbirlerine merhamet ederler. Hatta yavrusunu incitme korkusuyla kısrağın ayağını kaldırması bu rahmetten dolayıdır.” (Buhârî, Kitab-ül Edeb)

Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-1. s. 89-91

İslam ve İhsan

HÜSNÜZAN SAHİBİ OLMAK İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Hüsnüzan Sahibi Olmak ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.