Günah Nedir? Günah ve Suç Arasındaki Fark Nedir?

Günah dini bir kavramdır. Dinlerin yapılmasını isteyip de yapılmadığı, yapılmamasını isteyip de yapıldığı zaman ortaya çıkan davranış tarzı diye tarif edilebilir. Peki suç nedir? Günah ve suç arasındaki fark nedir?

Din, Yaratıcı'nın insan için koyduğu kurallar bütünüdür.

İnsan toplumlar halinde yaşadığına göre kurallar, bireysel planda kalmıyor, bir toplumun inşasını da öngörüyor demektir.

Günah, ilahi kuralın ihlali anlamına geliyor ve bu yönüyle hem ferdin hayatını hem ictimai alanı alakadar ediyor.

Allah'ı inkar, O'na ortak koşmak, iman ilkelerinden birini kabul etmemek, alkollü içki içmek, kumar oynamak, yalan söylemek, faiz alıp vermek, insan öldürmek, zulmetmek, hırsızlık yapmak, gıybet etmek, fal bakmak, iftira atmak, zina etmek... Bunlar İslam tarafından yapılması yasaklanan ve yapıldığı takdirde günah işlenmiş olan fiiller.

Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek gibi bazı fiiller de, yapılması istenen ve yapılmadığı takdirde günah işlenmiş olan fiiler içinde sayılabilir.

Günah kapsamı içine giren fiillerin bir kısmının müeyyidesi, ahirete mütealliktir, bazılarının ise dünyevi cezaları mevcuttur. Dünyevi cezalar hiç kuşkusuz, söz konusu dinin, diyelim İslam'ın, hükmedici konumda olduğu durumlarda mümkündür.

GÜNAH VE SUÇ ARASINDAKİ FARK

Dindeki günah tanımının dünyevi sistemlerdeki karşılığı “suç” olarak kabul edilebilir. Ama “günah” hem “suç”tan daha kapsamlı hem de yaptırımları suçtan daha farklıdır.

İslam'da, günahların cezası da, dünyevi sistemlerin ceza mantığından başka türlü işleyebiliyor. Dinin öngördüğü cezaların dünya boyutu kimi zaman dünyevi sistemlerin yaptırımlarından daha ağır olabildiği gibi, zaman içinde değişiklik de öngörülmeyebiliyor. Ayrıca din, kural ihlalinin ahirete ilişkin karşılığını, dünyadaki karşılık kadar önemsiyor. Kaldı ki, cezaların ahiret boyutunu devreden çıkarmayı da, ayrıca bir günah olarak telakki ediyor.

Dinin günah mantığı, tamamen kendi sistem mantığından çıkıyor.

Bunu dikkate almayanlar, dinin ölçülerini de, onunla bağlantılı olan günah – sevap çerçevesini de yadırgayabiliyor ve daha ötede, din üzerinde tasarruf yapılabileceğini düşünebiliyorlar.

DİNİN SİSTEM MANTIĞI

“Dinin sistem mantığı” denildiğinde de, inanç, ibadet, muamelat, ukubat diye ifade edilen dini alanların iç içe girmiş bütünlüğünü anlamak gerekiyor.

İnsanın varoluşunu Allah'ın iradesi ile birlikte düşünen bir inanç sistemi, insanın yeryüzü macerasını da bununla bağlantılı olarak değerlendirecektir. Ve insanın yeryüzündeki macerasına ölçüler konması, “yaratış”ın bir mütemmim cüz'ü olacaktır. “Ölçüler” dendiğinde “Allah'ın kitabı”, Kitab'ı getiren dediğinizde “Peygamber”, dünyadaki maceranın kıymet hükmü dediğinizde “Hesap âlemi” yani “Ahiret” akla gelecektir. Bu saydıklarımızın tümü İslam'ın “İnanç alanı”nı oluşturmaktadır. Hemen fark edileceği gibi inanç alanı, Kitap ve Peygamber gerçeği ile “dünya hayatı”nın tanzimine uzanmaktadır. İnsan, toplum dışı kalamayacağına göre insana ilişkin her düzenleme, aynı zamanda bir toplum düzenlemesini öngörmektedir.

Böyle bir ilişkiler ağı, inançtan muameleta (toplumsal ilişkilere) ve ukubata (yaptırımlara) uzanan bir sistem tutarlılığı demektir.

Hadise şudur:

Allah'a göre insan ve toplum.

Allah'a göre günah ve sevap.

Allah'a göre mükafat ve ceza.

Allah'a göre bir sosyal düzen.

Şüphesiz şu sayılanların tümünü yorumlama ve inşa işi, yine insan eliyle olacaktır.

Ama insan, yaptığı işin Yaratıcı bakamından durduğu yere dikkat edecektir.

-Bu işe ya da bu konuda Yaratıcı ne diyor?

Bu soru, bu alanda sorumluluk alan insanın öncelikli meselesi olacaktır.

“Allah'a sormayalım, biz insanlar kendimize yeteriz”, gibi bir mantıktan yola çıkmak, inanç ilkelerinden başlamak üzere tüm hayatı kapsayan başka bir sistem mantığı inşa etmeyi gerektirir. O mantığın öncelikle Yaratıcı'yı yok saymaktan, ya da “Atıl bir güç” gibi telakki etmekten yola çıktığı açıktır.

“Günah” konusuna yeniden dönersek, Yaratıcı tarafından insana bildirilen her ölçünün yukarda işaret ettiğimiz sistem tutarlılığı içinde bir mantığı vardır, olmalıdır.

İnsana düşen, bu mantığı en iyi kavramak ve ilahi ölçülerin topluma intikalinde en olumlu neticeyi almaktır.

Biz burada, her ölçünün nasıl bir toplumsal inşaya karşılık geldiğini ya da ölçü ihlalinin nasıl bir sistem ihlali olduğunu anlatacak değiliz. Ama bunu anlamanın sistemin en iyi yorumuna ulaşmanın vazgeçilmez gereği olduğunu ifade edebiliriz.

GÜNAH NEDEN GÜNAH

Bununla birlikte “Günahın neden günah olduğu”, ya da kural ihlalinin nasıl bir savruluşa zemin hazırladığı konusunda bazı örnekler üzerinde düşünebiliriz:

Diyelim, Allah'ı inkar (küfür) ya da O'na ortak koşmak İslam'a göre büyük günahlardan biri. Peki ama neden günah?

İslam'ın bu konudaki mantığı şu:

Allah'ı inkar veya O'na ortak koşmak, insanoğlunun bütün zihin sistemini kuracağı ana yapıda bir sapma niteliği taşıyor.

“Küfür” kelimesi, örtmek anlamına geliyor ve burada “Gerçeğin üstünü örtmek” demek oluyor. Gerçek ne? Gerçek, bu kainatın bir yaratıcı olmaksızın var olamayacağı hususu... Bunu inkar, bir anlamda insanın kendi varlığını inkar demek. Kendi gerçekliğinin üstünü örten bir insan, başka neyi doğru algılayabilir ki? O zaman bir anlamda tüm varlığı inkar gibi bir işe girişiyorsunuz, İslam bunu insanlıkla bağdaştıramıyor. Ki insan, İslam'a göre özel bir varlık. Yaratıcı'nın “ruhundan üflediği” bir varlık. Ağaçtan, kuştan, yerden, gökten, sudan topraktan farklı bir varlık. Bilinç verilmiş olan bir varlık. Ve o varlık, kalkıp, kendi gerçekliğinden başlayıp her şeyin üstünü örtüyor.

İnsan Yaratıcı'yı inkar ettiğinde ne olur ki... Bunun insanın ve toplumun hayatına yansıması nedir ki, böylesine büyük bir günah işlenmiş olsun? Yaratıcı'yı inkar ederek de sağlıklı bir toplumsal düzen kurulamaz mı?

Evet, İslam da aynen bu açıdan bakıyor bu konuya?

İnsan Yaratıcı'yı inkar ettiğinde, bu inkar orada, insan zihnindeki bir olgu olarak durmuyor.

İnkar, bir toplumsal düzene dönüşüyor ve o düzenin ana zemini gücü gücü yetene ilkesi oluyor. Yarın Yaratıcı'ya, yani kendisinden ve her şeyden güçlü bir Kudret'e hesap vermeyeceğini düşünen insan, azgınlaşıyor. İlahi kelam olan Kur'an'da bu insani azmanlaşma şöyle ifade ediliyor: “İnne'l insane le yatğa en reahü'stağna – İnsan kendisini müstağni gördüğünde azgınlığa yöneldi.” (Alak Suresi, 6)

Yaratıcı'ya ortak koşmanın varıp oluşturacağı sosyal düzen de, Yaratıcı'nın kurallarını ihlal yönelişinde insanın sırtını dayamak istediği bir kudret arayışına tekabül ediyor ki, bu da başka bir “kevni fesad”ın kapısını aralıyor. Kur'an bu konuda şöyle uyarıyor: “Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı, bunların ikisi de mutlaka fesada uğrar, yok olurlardı.” (Enbiya Suresi, 22)

Diğer iman esaslarının inkarından da Yaratıcı'nın inkarında olduğu gibi, bir sistem parçalanması ortaya çıkıyor ve “İnsanın ana koordinatları nasıl belirlenecek?” sorusu ortada kalıyor. Ahiret inancının inkarı ise, kötü niyetli insana, bu dünyada bir şekilde yanlışlıklarını gizleyebilme imkanı bulabildiği takdirde dilediğini yapma fırsatı tanıyor. Böylece insanı dizginleyen nihai supabları devreden çıkarmış oluyor.

İnsanın sırf kalb hayatını ilgilendirir gibi farzedilen inanç esasları alanındaki günahlar - sevaplar, böylesine toplumsal bir gaye ile alakalı ise, toplum hayatını düzenleyen ölçüler ve onların yaptırımları çok daha hayati maksatlara bağlı olmalıdır.

İSLAM'IN TOPLUMSAL GAYESİ

İslam, bizzat ismi ile de bağlantılı olarak toplu planında külli bir barışı gaye edinir. Bütün disiplinleri insanı bu hedefe ulaştırmayı öngörür.

Yalanı yasaklar çünkü İslam toplumu, güven temeline oturan bir toplumdur.

Gıybeti, inanç ekseninde “kardeş”leştirdiği insanların birbirini kendi içinde öldürmesi ve “ölmüş kardeşinin etini çiğnemesi” gibi niteler.

İftira büyük günahtır, çünkü bir kişiyi manen öldürmek ve İslam toplumundan dışlamak anlamına gelir.

İslam, bu toplumsal hassasiyet içinde göz – kaş işareti ile bile bir insanın küçümsenmesini günah olarak niteler.

İslam, bir barış iklimi. Bir güven ortamı. İnsanların birbirine kolaylıkla emanet edebileceği bir külli teslimiyet zemini...

Allah için sevişenler, Allah için merhametleşenler...

Bu yapıyı bozan her şey günah...

Kur'an'da Kabil'in Habil'i öldürme olayının anlatıldığı yerde

“Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir...” ilkesi hatırlatılıyor. Kur'an'ın cinayet tanımı bu. Maide Suresi'ndeki söz konusu ayet “Bunun içindir ki...” diye başlıyor ve Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili'nde bu ifadenin “maani-i müessireye- etkin manalara” işaret anlamına geldiğini vurguluyor. Ardından da, şu “etkin mana”yı not ediyor:

“Şöyle ki insan öldürmek, gerçekte, büyük bir zulüm, hüsran ve nedametin sonuçlarından başka bir şey olmayan büyük bir cinayettir. İnsan olanların bundan son derece sakınmaları gerekir. Halbuki insanlıkta bu zulüm olagelen bir şeydir.”

Elmalılı Hamdi Efendi, İslam'ın “adam öldürme” ve “yeryüzünde fesat” gibi günahlara verdiği cezaların büyüklüğünü de “ferdin hayat hakkının umumun hayat hakkına eşit” olmasıyla açıklamaktadır.

İslam'ın “cana kasıt” noktasında gösterdiği bu hassasiyet, bir “mali günah” diye tanımlanabilecek olan Riba – Faiz yasağı konusundaki tavrında da, ortaya çıkmaktadır. İslam orada da, bir İslam toplumuna has genel barış, güven ikliminin korunmasını öne almaktadır.

“Allah alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır.

“-Allah ribayı mahveder, sadakaları bereketlendirir.

“-Riba yiyenler, şeytan çarpmış gibi kalkarlar.

“- Faize düşenler cehennem ehlidir.

“-Allah'tan korkun ve gerçekten mü'minler iseniz faizin peşini bırakın.

“-Eğer böyle yapmazsanız, Allah'ın ve Peygamberi tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin.”

“-Her kim faize dönerse onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara suresi, 275-279)

Bu ayetlerin her biri, riba – faiz işleminin İslam'da nasıl büyük bir günah olarak değerlendirdiğini yeterince açık biçimde ortaya koyuyor.

Oysa şu an İslam toplumlarında bile riba – faiz uygulamaları çok tabii işlem halinde yürüyor.

Demek ki İslam'ın günah hassasiyetiyle, İslam toplumlarının günah hassasiyeti arasında ciddi bir açı farkı oluşmuş durumda.

Neden?

Acaba İslam toplumları, İslam'ın faizle ilgili günah gerekçesini yeterince idrak edemediği için mi?

Ya da İslam, Kur'an, yani Allah teala, faizi böylesine büyük bir günah olarak nitelerken haşa bir abartma içinde mi?

Haşa, bin kere haşa.

Kur'an bilginleri, faiz yasağını ihtiva eden bu ayetlerin, en son inen ayetler arasında bulunduğunu bildiriyorlar. Bunlardan sonra “Elyevme ekmeltü leküm dineküm... Bugün sizin dininizi tamamladım” diye başlayan ayet iniyor.

Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayeti tefsir ederken, faiz yasağının İslam toplumunun en gelişmiş zamanında geldiğini belirterek şöyle diyor:

“Sistem olarak faizin yer aldığı bir toplum düzeni, henüz tam anlamıyla istenen düzeyde mükemmel hale gelememiş demektir ve mükemmel bir toplum düzeni ortaya koyamayan millet ve kavimlerden de riba ortadan kalkmayacaktır. Dine ve inanca bağlı ahlakları yükselmemiş, sosyal yardımlaşma ve dayanışması sadece sözde kalmış, sosyal yapıları kuvvet ve tahakkümden kurtulup kardeşliğe varamamış olan toplumlar ribadan kurtulamazlar, kurtulmadıkça da gerçekten Allah rızası olan ahlak olgunluğunu ve sosyal düzen sağlamlığını bulamazlar. Kamu yararı ile kişisel çıkarların çatışmasını ortadan kaldıramazlar.” (Cilt 2, s. 239 -240, sadeleştirilmiş metin.)

Elmalılı Hamdi Efendi, bu konuyu bu ayetlerin tefsirinde 20 sayfa halinde geniş geniş anlatıyor. Riba(nın yasaklık mantığı, tamamen toplumsal bedellerine işaretle izah ediliyor. Burada bunları en geniş biçimiyle aktarmamız mümkün değil. Elmalılı, Peygamberimizden “İnsanın malının hurmeti canının hürmeti gibidir” hadisini naklettikten sonra ribanın toplumsal boyutuna şu ifadelerle temas ediyor. Bu tespitleri sizlerle paylaşarak sözü tamamlayalım

“Riba hastalığı ferdi bir dert olmaktan çok sosyal bir dert, toplumsal bir hastalıktır. Bundan dolayı sosyal yardımlaşma ve dayanışması pek kısır olan gelişmemiş toplumlarda hızla yayılır ve toplumu etkisi altına alır. Gelişmeye doğru güvenli adımlarla ilerleyen toplumlarda bunun tam tersi meydana gelir ki, İslamiyetin başlangıcında Muhammedi feyiz sayesinde yirmi sene içinde bu gelişme meydana gelmiş ve kısa zamanda riba belası toplumdan silinip atılmıştır ve ribasız bir ticaret uygulanmıştır.” (a.g.e. S 247)

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi,2008 - Haziran, Sayı: 268, Sayfa: 003

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.