Bir Yahudinin Müslüman Olmasına Vesile Olan Huy

Yahûdî âlimlerinden Zeyd bin Sa’ne’nin Müslüman oluşu...

Yahûdî âlimlerinden Zeyd bin Sa’ne, bekledikleri son peygambere dâir Tevrat’ta yazılı husûsiyetlerin, Resûl-i Ekrem Efendimiz’de bulunup bulunmadığını araştırıyordu. Bir gün, Hazret-i Peygamber’i, yanında Hazret-i Ali olduğu hâlde evinden çıkarken gördü ve peşine takıldı. O sırada bedevî giyimli bir adam Resûlullâh’a yaklaşarak:

“–Yâ Resûlallâh! Ben falan kabîle halkına, şâyet Müslüman olurlarsa, kendilerine Allâh Teâlâ’nın bol rızık vereceğini söylemiştim. Onlar da Müslüman oldular. Fakat ne yazık ki kabîlelerinde kıtlık başgösterdi. İnsanlar çok zor durumda. Dünyâlık ümîdiyle Müslüman olan bu adamların, umduklarını bulamayınca tekrar eski dinlerine dönmelerinden korkuyorum. Şâyet onlara yardım etmek için bir şeyler göndermek istersen, ben götürebilirim.” dedi.

YAHUDİNİN OYUNU

Bu konuşmayı dinleyen Zeyd bin Sa’ne, Allâh Resûlü’nü denemek için uygun bir fırsat yakaladığını düşünerek söze girdi:

“–Yâ Muhammed! Şâyet o adamlara yardım etmeyi düşünüyorsan, yapacağımız bir mukâvele ile Sana borç verebilirim.” dedi.

Hazret-i Peygamber de, ondan seksen dinar borç aldı, götürmesi için o sahâbîye verdi ve:

“–Onların yanına çabucak git ve imdatlarına yetiş!” buyurdu.

Bir başka gün Fahr-i Kâinat Efendimiz, yanında Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer ve bâzı sahâbîlerle Cennetü’l-Bakî Mezarlığı’na bir cenâze götürüyorlardı. Peygamber Efendimiz, cenâze namazını kıldırdıktan sonra Zeyd O’na yaklaştı ve mübârek sırtındaki cübbesini var gücüyle çekti. Onun neden böyle yaptığını henüz anlayamayan Allâh Resûlü, bir yere düşen cübbeye, bir Zeyd’in asık suratına hayretle bakarken, Zeyd, önceden tasarladığı şekilde konuşmaya başladı:

“–Borcunu ödemeyecek misin yâ Muhammed? Siz Abdülmuttaliboğulları zâten borçlarınızı hep geciktirirsiniz!” dedi.

Hâlbuki Resûlullâh’ın Zeyd’den aldığı borcun vâdesi henüz dolmamıştı.

Hâdiseyi anlatan Zeyd diyor ki:

Bu sırada dönüp Ömer’e baktım. Öfkesinden sadrının körük gibi kabarıp indiğini görünce yüreğim ağzıma geldi. Ömer yüzüme sertçe bakarak:

“–Ey Allâh’ın düşmanı! Sen bu sözleri Resûlullâh’a mı söylüyorsun? O’na hem saygısız davranıyor, hem de edepsizce konuşuyorsun ha! O’nu peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, şâyet Resûlullâh sana borçlu olmasaydı, kelleni uçururdum!..” diye haykırdı.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HİLMİ VE MÜSAMAHASI

Bir Yahûdînin, Allâh’ın Resûlü’ne hakâret etmesine dayanamayan Hazret-i Ömer’in nasıl gazaplandığını gören Efendimiz, ona gülümseyerek:

“–Sâkin ol ey Ömer! Şu anda hem ben, hem de bu şahıs, senden daha farklı bir davranış beklemekteyiz. Sen bana, borcumu güzel bir şekilde ödememi, ona da alacağını daha uygun bir dille istemesini tavsiye etmeliydin. Gerçi borcun vâdesinin dolmasına daha üç gün var ama, haydi sen kalk, ona borcumu öde! Kendisini korkuttuğun için de bir miktar fazla ver!” buyurdu.

YAHUDİNİN OYUNU

Zeyd, alacağını fazlasıyla tahsîl ettikten sonra, Hazret-i Ömer’e şu îtirafta bulundu:

“–Bak yâ Ömer! Resûlullâh’ın yüzüne her baktığımda, peygamberlik alâmetlerinin tamamını O’nda görüyordum. Fakat O’nda bulunması gereken iki husûsiyete sâhip olup olmadığını bugüne kadar anlayamamıştım. Acabâ kendisine karşı kaba-saba davrananları affediyor mu? Kendisine yapılan kabalıklar arttıkça O’nun hilmi ve müsâmahası da o nisbette artıyor mu? İşte ben bugün O’nu denedim ve kendisinin beklenen peygamber olduğuna iyice kanaat getirdim. Allâh’ı Rab, İslâm’ı dîn, Muhammed’i (s.a.v.) de peygamber olarak kabûl ettiğime, malımın yarısını da ümmet-i Muhammed’e sadaka olarak bağışladığıma şâhid ol!”

Zeyd’in Müslüman olmasına son derece sevinen Ömer (r.a.) onu şöyle îkâz etti:

“–Malını bütün Müslümanlara yetiremezsin. Bâri bâzılarına bağışladığını söyle.” dedi.

Zeyd:

“–Haklısın, malımın yarısını bâzı Müslümanlara bağışlıyorum.” diyerek sözünü düzeltti. (Hâkim, III, 700/6547)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

HİLİM NEDİR?

https://www.islamveihsan.com/hilm-nedir.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.