Başkasından Bana Ne Deme!

Bir Müslüman neden "Başkasından bana ne" dememelidir? Müslümanın en kıymetli görevlerinden biri olan emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkerin önemi ve fazileti nedir?

Allâme Şârânî diyor ki: “Şunu iyi bilmelidir ki, namaz kılmayanların memleketlerine belâlar, musîbetler nasıl inerse, namaz kılanların memleketlerinden de belâlar ve musîbetler öyle uzak tutulur. Hiç kimse «Ben namazımı kılıyorum, başkasından bana ne?» demesin. Çünkü belâ ve felâket gelince herkese gelir.

MUHAFAZA EDEN İMAN

Mısır idâresini elinde bulunduran Firavun âilesi meşhurdur. Bunlar daha ziyâde zulüm ve kibirleriyle târihe geçmiş kimselerdir. Hazret-i İbrâhîm devrinde de aynı âile Mısır’a hükmediyordu. Başlarında bulunan Firavun, kendi hududundan yabancı ve güzel bir kadın şehre girdiği zaman hemen onu yakalatıyor, evli ise kocasını öldürüyordu. Eğer erkek kardeşi var ise, kadını ondan istetiyordu.

İbrâhîm -aleyhisselâm-, Nemrûd’un helâkinden sonra Urfa’dan ayrılarak yanında Sâre vâlidemiz olduğu hâlde Mısır hudûdundan geçtiğinde Firavun’un bundan da haberi oldu. Firavun’un adamları, İbrâhîm -aleyhisselâm-’a yanındaki kadının kim olduğunu sordular. Halîlullâh ise, hîle-i şer’iyye kabîlinden “dîn kardeşi” mânâsına «kardeşimdir» dedi. Bu cevap üzerine İbrâhîm -aleyhisselâm-’a dokunmayıp Hazret-i Sâre’yi aldılar ve saraya götürdüler. Buhârî’de bildirildiğine göre:

“Sâre saraya girince, hemen abdest alıp iki rekat namaz kıldı. Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Hakk Teâlâ da, onu muhâfaza buyurdu.”

Neticede Hazret-i Sâre’nin yanına yaklaşmaya kalkışan Firavun’un nefesi bir anda kesildi. Felç oldu. Zîrâ Allâh Teâlâ, Hazret-i Sâre’yi onun şerrinden korumaktaydı..

Gelişen hâdise üzerine Firavun, müthiş bir panik ve korku ile Hazret-i Sâre’yi serbest bıraktı. Üstelik câriyesi Hacer’i de ona hediye olarak takdîm etti. Hayret nazarlarıyla kendisine bakan saray erkânına:

«–Bu kadın bir cinnîdir. Benimle biraz daha kalsa, neredeyse helâk olacaktım. Zararından korunmak için ona Hacer’i verdim!» dedi.

İşte Allâh için samîmî kılınan iki rek’at namazın bu dünyâdaki mânevî tezâhürü!

Bu itibarla Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bir darlık ve zorlukla karşılaştığı zaman hemen ev halkına namaz kılmalarını emreder ve şu âyet-i kerîmeyi okurdu:

“Ey Rasûlüm! Âilene ve ümmetine namazı emret ve kendin de devam et! Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel âkıbet, takvâ sahiplerinindir.” (Tâhâ, 132)

Böylece korku, musîbet ve çile zamanlarında âilesine ve ümmetine namazı emreden Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, diğer peygamberlerin de herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında namaza sarıldıklarını ifâde sadedinde:

“Önceki peygamberler de felâket ve musîbet anında namaza yönelirlerdi.” (Fezâil-i A’mâl, 249) buyururlardı.

Bazen de şu hadîs-i şerîfi telaffuz ederlerdi:

“Allâh, bu ümmete, zayıfların duâsı, namazları ve ihlâsları sebebiyle yardım eder.” (Nesâî, Cihâd, 43)

HELAK OLUR MUYUZ?

Allâme Şârânî diyor ki:

“Şunu iyi bilmelidir ki, namaz kılmayanların memleketlerine belâlar, musîbetler nasıl inerse, namaz kılanların memleketlerinden de belâlar ve musîbetler öyle uzak tutulur. Hiç kimse «Ben namazımı kılıyorum, başkasından bana ne?» demesin. Çünkü belâ ve felâket gelince herkese gelir. Bu hususta Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e:

«–Aramızda sâlih kimseler olduğu hâlde helâk olur muyuz?» denildiğinde Âlemlerin Efendisi şöyle buyurdular:

«–Evet, kötülükler çoğalıp üstün gelince…» (Müslim, Fiten, 1)

Bu itibarla her mü’minin gücü nisbetinde emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker’de bulunma mes’ûliyeti vardır.”

Diğer taraftan herhangi bir îkâz-ı ilâhî veya musîbeti mûcib gâfilâne amellere sürüklenerek omuzlara yüklenilen ağırlıkları hafifletmenin ve böylece ilâhî sıyânete nâil olabilmenin yegâne yolu da namaza sarılmaktır. Yâni günâhlardan temizlik, tevbe ile birlikte namazla mümkündür. Son derece nedâmet ve tevbe içerisinde Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in meclisine gelip O’nunla namaz kılan günâhkâr bir kimseye Âlemlerin Efendisi:

“–Allâh senin günâhlarını bağışladı.” buyurmuştur. (Müslim, Ebû Dâvud, Buhârî)

Kaynak: İslam İman İbadet, Osman Nuri Topbaş

İslam ve İhsan

EMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MÜNKER NEDİR?

Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker Nedir?

TEBLİĞ MESULİYETİMİZ

Tebliğ Mesuliyetimiz

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN İSLAM’A DAVET MEKTUPLARI

Peygamber Efendimiz’in İslam’a Davet Mektupları

KUR’AN’DA TEBLİĞ AYETLERİ

Kur’an’da Tebliğ Ayetleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.