Allah Yolundan Geri Kalmanın Sebebi

Makbul bir kulluk hayatı için “îman”dan “ihsân”a yolculuk zarûrîdir. “İhsân” ise zaman ve mekândan münezzeh olan Allah Teâlâʼnın her zaman ve mekânda hâzır ve nâzır olduğu, dolayısıyla da bizi her an ve her yerde görüp gözetmekte olduğu şuuruna ulaşmaktır. Böylece bir an bile Hakʼtan gâfil kalmayıp gözler önünde yapamayacağımız kusurlardan, nefsimizin günahlarla baş başa kaldığı zaman ve mekânlarda da sakınabilecek bir irâde ve dirâyeti kazanmaktır.

GÜNAHLARIMIZ YÜZÜMÜZDE ZÂHİR OLSAYDI?..

Düşünmek gerekir ki, Rabbimiz Settâr ismi hürmetine, biz kullarının nice günahlarını örtmüş ve onları kalpte gizli siyah noktalar kılmıştır. Bu da O’nun sonsuz merhamet ve lûtfundandır. Zira işlenen günahların eseri kalpte değil de alında kara bir leke sûretinde zâhir olsaydı, muhakkak ki hiç kimsenin bir başkasına bakacak yüzü olmazdı.

İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMALIYIZ

İyiliği tavsiye edip kötülüklerden sakındırmak, müʼminlerin en mühim vazifelerinden biridir. Zira toplumdaki günah ve ahlâksızlıklara karşı duygusuz ve bîgâne kalmak, mânen helâk sebebidir.

Nitekim Zeyneb bint-i Cahş-radıyallâhu anhâ- der ki:

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! İçimizde sâlihler bulunduğu hâlde biz helâk edilir miyiz?” diye sordum.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Fısk ve fücûr (günahlar) çoğaldığı vakit, evet!” (Buhârî, Enbiyâ, 7)

ALLAH YOLUNDAN GERİ KALMANIN SEBEBİ

Hakkʼa vuslat yolunda kulu en çok geri bırakan, günahların ağır yüküdür. Bu yükler altında ezilmiş bir ruhla mânen mesâfe alınamaz.

Bilâl bin Sa‘d -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Günahın küçüklüğüne bakma! Fakat kime isyan ettiğine, kime karşı günah işlediğine bak!”

HİÇBİR GÜNAHI HAFİF GÖRMEMELİYİZ

Hiçbir günâhı hafif görmemek îcâb eder. Zira gazab-ı ilâhî, bâzen büyük, bâzen orta, bâzense küçük bir günahta tecellî edebilir. Hasbe’l-beşer/insanlık îcâbı kendimizi koruyamadı­ğımız günah kirlerini de, derhâl nedâmet gözyaşlarıyla yıkayıp tevbe ve istiğfâr ile temizlememiz zarurîdir. Çünkü günah kiriyle kalbi çamurlanmış kimselerde tevbe suyu ile pişmanlık güneşi bir araya gelirse, Cenâb-ı Hak o gönülleri göklere alır.

İYİLERDEN OLUP OLMADIĞINI ÖĞRENMENİN YOLU

Hazret-i Âişe-radıyallâhu anhâ-’ya bir defasında şöyle sormuşlardı:

“–İnsan kendinin iyilerden oluğunu nasıl anlayabilir?”

O şöyle cevap verdi:

“–Ne zaman kendini kötülerden bilirse o zaman.”

“–Peki, kötülerden olduğunu ne zaman anlar?”

“–Ne zaman iyilerden biri olduğunu düşünmeye başlarsa, o zaman kötülerden olduğu anlaşılır!”

ALLAH'A KARŞI EDEPSİZLİK

İbadetleri terk eden veya kötü yola düşen bir kimsenin; “Ne yapayım, kaderim böyle imiş!” demesi, nefsânî ve şeytânî bir gaflet ifâdesidir. Cenâb-ı Hak, meselâ namaz kılmak isteyen bir kimseye kılma sebeplerini ihsân eder; kılmak istemeyenlere de mânî sebepler vererek kıldırtmama tecellîsinde bulunur. Bu itibarla kendimizi, işlediğimiz günahlar husûsunda mâzur göstermek, “kadere bühtân” etmek olur ki, bu da Hakk’a karşı büyük bir edepsizlik ve ahmaklıktır. Şeytan’ın ayağını kaydıran da bu hususta gösterdiği edepsizlikten başkası değildir.

GÜNAHKÂRLARA KARŞI MERHAMETLİ OLMALIYIZ

Tâbiîn neslinden hadis ve fıkıh âlimi Mutarrif bin Abdullah buyurur ki:

“Günahkârlara karşı içinde bir merhamet hissi duymayan kimse, hiç olmazsa onlar için tevbe ve istiğfâr ile duâ etsin. Zira yeryüzündekilere Allah Teâlâ’dan mağfiret dilemek, meleklerin ahlâkındandır.”

ALLAH'IN DÖRT SÂLİH KULU

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:

“Dört kimse Allâh’ın sâlih kullarındandır:

  1. Tevbe eden kişiyi gördüğü zaman sevinen,
  2. Günahkârların affı için Rabbine yalvaran,
  3. Din kardeşine gıyâbında duâ eden,
  4. Kendinden muhtaç kişiye yardım ve hizmette bulunan.

ASIL KORKMAMIZ GEREKEN DÖRT MADDE

Zaman zaman meydana gelen büyük felâketlerde korkuya kapılıyoruz. Bir deprem oluyor, korkuyoruz; bir sel oluyor korkuyoruz. Evet, bunlardan da beşer olarak korkmamız tabiîdir. Fakat esas korkulacak olan, günahlarımızdır.

Günahlarımızdan korkmalıyız:

  • Dilimizden çıkan yanlış kelâmlardan korkmalıyız.
  • Merhamet ve şefkat fukarâsı olmaktan korkmalıyız.
  • İslâm şahsiyet ve karakterini tevzî edememekten korkmalıyız.
  • İslâmʼın güler yüzünü gösterememekten korkmalıyız.

Bütün bunlardan korkmalıyız ki; son nefeste meleklerin müjdelediği “korku ve hüzünden emin olan”bahtiyar kullardan olabilelim.

Yahya bin Muâz -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Şaşılır o kişiye ki hastalık korkusuyla yiyecekten perhiz eder de Cehennem korkusuyla günahtan perhiz eylemez.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2016 Ay: Ocak Sayı: 131

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah razı olsun

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.