Affedilenlerden Olmak İçin Ne Yapmalıyız?

Mü’minin bir başka mü’mini bağışlaması, esâsen bağışlamayı çok seven Allah Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanmanın bir îcabıdır. Allâh’ın kendisini affetmesini isteyen, kendisi de başkalarını affetmelidir. Yoksa insan, Allâh’ın kendisini bağışlamasını istemez mi?

Affetmek, Allâh’ın şânındandır. Şâyet O, kullarının her hatasını hemen cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Fakat O, kullarına belirlenmiş bir süreye kadar mühlet vermiştir. (Bkz: Fâtır, 45) Allah, “el-Afûv”dur; kusurları siler. “el-Ğafûr”dur; günahları affeder. “es-Settâr”dır; hata ve günahları örter. İnsanoğlunun başına gelene musîbetler, kendi yaptıkları yüzünden olsa da, Rabbimiz pek çoğunu affeder. (eş-Şûrâ, 30)

Affetmeyi çok seven Rabbimiz, kendisine şirk koşulmasının dışında tüm günahları bağışlayabilir. (en-Nisâ, 116) Bu yüzden günah işleyerek haddini aşan kullarından, kendi rahmetinden ümidini kesmemelerini ister. (ez-Zümer, 53) Onları, “Rahmetim, gazabımı geçmiştir.” diye müjdeler. (Buhârî, Tevhid, 22)

Mü’minin bir başka mü’mini bağışlaması, esâsen bağışlamayı çok seven Allah Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanmanın bir îcabıdır. (Bkz: Tirmizî, Deavât, 84) Allâh’ın kendisini affetmesini isteyen, kendisi de başkalarını affetmelidir. Yoksa insan, Allâh’ın kendisini bağışlamasını istemez mi? (Bkz: en-Nûr, 22)

"AFFETMEK" ONLARA HAS BİR ÖZELLİK

Affetmek, muttakîlere, yani takvâ sahiplerine has bir fazilettir. (Âl-i İmrân, 134) Çünkü affetmek, takvâya en yakın davranıştır. (el-Bakara, 237)

“Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfâtı Allâh’a aittir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.” (eş-Şûrâ, 40) buyuran Kur’ân-ı Kerim, insanlar arasında ölçülü karşılık vermeyi, adâlet ve kısası emretmiştir.

Ancak bununla beraber, insanlarla iyi geçinmenin daha faziletli olduğunu, kötülük yapanlara karşı affetme ve iyilik yapmak sûretiyle mukabele edilmesini de “güzel bir ahlâk ve fazilet” esası olarak tavsiye etmektedir. Nitekim Rabbimiz, bu davranışın hikmetini de açıklayacak şekilde şöyle buyurur:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde def et. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (el-Fussilet, 34)

KINAMA YOK!

Peygamber Efendimiz’in hayatı, bu âyetin hayata nasıl uygulanacağı hususunda pek çok canlı misalle doludur. O kendisine ve ashâbına binbir türlü kötülük yapan Mekkeli müşrikleri, en güçlü ve muktedir olduğu Mekke Fethi’nde:

“-Yusuf Peygamber’in kardeşlerine söylediği gibi ben de, «Bugün size kınama yok! Allah sizi bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92) diyorum.” demiş ve intikam peşine düşmeden hepsini serbest ve özgür bırakmıştır. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 195)

O, en sevdiği amcası Hazret-i Hamza’yı öldürten, göğsünü açtırıp ciğerini dişleyen Hind ile bu vahşetin suç ortağı Vahşî’yi affetme olgunluğunu göstermiştir. Ciğerpâresi kızı Zeyneb’i, devesinden sürükleyip karnındaki çocuğu düşüren Mekkeli zorbaları affetmiştir. Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Huneyn’de, daha pek çok savaşta kan dökmekten çekinmemiş; türlü işkencelerle mü’minlere kök söktürmüş zâlimleri de affetmiştir. Kendisini taş yağmuruna tutan Tâif halkını affetmekle kalmamış, onların ıslâhı ve sâlih nesillere sahip olmaları için duâda bulunmuştur. O, kendisine düşen hususlarda affetmeyi seçip hataları görmezden gelirken; İslâm’ın cezâ hukukuna denk gelen hususlarda ise tâviz vermemiş ve adâletin gereğini yerine getirmiştir.

Bugün biz de O İki Cihan Seyyidi’nin hayatını ve sünnet-i seniyyesini örnek almaya muhtacız. Gün geçmiyor ki, sevdiğimiz bir insan, kalbimizde gerek sözü, gerekse davranışıyla; bilerek ya da bilmeden bir yara açmasın. O hâlde gönlümüzün genişlemesine, incinmemeye ihtiyacımız var. İncitmekten sakınmak kolay!.. Ama derya gönüllü olup incinmemek gerçekten çok zor!.. Bu yüzden Allah’ın Habibi Efendimiz başta olmak üzere, mânâ büyüklerinin hâlini öğrenmemiz, onların sabır ve tahammüllerinden kendi hayatımıza güller devşirmemiz lâzım… Hayatının her hâli, “üsve-i hasene” olan o Efendiler Efendisi’nin affetmek hususundaki ahlâk-ı hamîdelerinden ve hadîs-i şerîflerinden bir demet…

Kaynak: Fatma Nur Cihan, Şebnem Dergisi, Temmuz 2015, 125. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.