Halıkın Nazarıyla Mahlukata Bakmak

Bir mü’min, Allâh’ın herhangi bir mahlûkunu gördüğü zaman tefekkür hâlinde olmalı; “Ben onun, o da benim yerimde olabilirdi.” diyerek Cenâb-ı Hakk’ın bu muazzam lûtuf, ihsan ve ikramına karşı şükrünü artırmalıdır.

Ârifler Sultânı Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, din kardeşlerine saygısızlık etmenin ve onları hor görmenin, insanın mânevî hayatına çok büyük zararlar verdiğini ifâde eder[1] ve şöyle buyururdu:

“Halka, avâm nazarıyla bakan, yani onları hor ve hakîr gören kişi onlardan nefret eder. Hâlık’ın nazarıyla bakan ise onlara merhamet eder.”[2]

BÂYEZİD-İ BİSTAMİ HAZRETLERİNİN MAKAMI

Bir kişi Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’ne gelip:

“–Bu makâmı ne ile elde ettin?” diye sormuştu. Hazret şu hikmetli cevâbı verdi:

“–Şu makam iddiâsını bırak! Lâkin Cenâb-ı Hak bana şu sekiz şeyi ikram etti:

1) Kendimi gerilerde, halkı ise benden önde gördüm. [Tevâzû.]

2) O’nun kullarına olan şefkatimden ötürü, hepsinin yerine Cehennem’de yanmaya râzı oldum. [Sonsuz bir şefkat.]

3) Hayatta hedefim dâimâ, bir mü’minin gönlünü ferahlandırmak oldu. [Diğergâmlık, îsâr, din kardeşini kendine tercih etme.]

4) Bugünden yarına hiçbir şey saklamadım. [İnfak, cömertlik, tevekkül.]

5) Allah Teâlâ’nın rahmetini kendimden çok insanlar için istedim. [Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân sıfatının kulundaki zirve tecellîsi.]

6) Mü’minleri sevindirmek ve gönüllerindeki gamı gidermek için bütün gücümle gayret ettim. [Yalnızların, kimsesizlerin ve mâtemlerin civârında bulunmak.]

7) Şefkatimden dolayı, karşılaştığım mü’minlere önce ben selâm verdim. [Selâm, din kardeşine duâ etmek, onun hakkında hayır dilemek, gönül almak ve muhabbet vesîlesi.]

8) Kendi kendime; «Eğer Allah Teâlâ kıyâmet günü beni affedip şefâat hakkı verirse, önce bana ezâ ve cefâ edenlere, sonra iyilik ve ikramda bulunanlara şefâat edeceğim.» diye karar verdim.”[3]

Aynı şekilde Hallâc-ı Mansûr da kendisini taşlayanlar için:

“Yâ Rabbî, onlar hakîkati bilmiyorlar, benden evvel onları affet!” diye duâ etmiştir.

ŞEFKATTE ZİRVE NOKTA

Bâyezîd-i Bistâmî’nin (r.a.) Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhameti öyle geniş ve derin idi ki, mahlûkâtın ıztırâbını kendi ıztırâbı bilirdi. Bir gün fenâ hâlde dövülmüş bir merkep görmüştü. Öyle ki hayvan kan revân içinde yerde yatıyordu. O kadar müteessir oldu ki, onun da yanlarından aşağıya doğru kan sızmaya başladı.[4]

Şüphesiz ki bu hâl, Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış tarzının zirve noktasıdır.

Sultânü’l-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, bir yere seyahat ederken bir ağaç altında durup yemek yemişti. Ardından yoluna devam etti. Bir hayli yol aldıktan sonra torbasında bir karınca gördü ve:

“–Allâh’ın bu mahlûkunu vatanından ayrı düşürdüm.” diyerek geri dönüp karıncayı yerine bıraktı.[5]

MAHLUKATI TEFEKKÜR ETMEK GEREKİR

Yine Bâyezîd Hazretleri bir gün müridleriyle daracık bir yoldan giderken karşılarına bir köpek çıkmıştı. O Ârifler Sultânı, geri çekildi ve köpeğe yol verdi. Müridlerinden biri, içinden:

“–Allah Teâlâ insanı mükerrem (üstün ve hürmete lâyık) kılmışken, Bâyezîd (r.a.) müridlerini geri çekip köpeğe yol verdi, bu ne acâyip bir hâl!” dedi.

Hazret, onun içinden geçenleri fark ederek şu îzahta bulundu:

“–Gönlümde öyle bir zuhûrat oldu ki, sanki köpek hâl lisânıyla bana; «Benim kusurum ne idi ki ezelde köpeklik postunu sırtıma geçirdiler. Sen ne yaptın ki sana Âriflerin Sultânı hil’atini giydirdiler? Bu hâlin sırrı nedir?» dedi. İşte bunun için ona yol verdim.”[6]

Velhâsıl bir mü’min, Allâh’ın herhangi bir mahlûkunu gördüğü zaman tefekkür hâlinde olmalı; “Ben onun, o da benim yerimde olabilirdi.” diyerek Cenâb-ı Hakk’ın bu muazzam lûtuf, ihsan ve ikramına karşı şükrünü artırmalıdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtuf olmak üzere) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda tefekkür eden bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13)

Kula düşen; son nefese kadar HAMD, ŞÜKÜR ve ZİKİR hâlinde yaşayabilmektir.


[1] Attâr, Tezkire, s. 194; Hânî, Hadâik, s. 331.

[2] Sehlegî, a.g.e, s. 109.

[3] Sehlegî, a.g.e, s. 88-89; Abbâs, Ebû Yezîd, s. 97.

[4] Ali bin Hüseyin Safî, Reşahât-ı Aynü’l-Hayât, s. 487.

[5] Bkz. Kuşeyrî, a.g.e, s. 229; Sâdî, Bostan, s. 78.

[6] Attâr, Tezkire, s. 179.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.