Ebu Turab Nahşebi Hazretleri Kimdir?

KİM KİMDİR?

Adı Asker bin Husayn, künyesi Ebû Tü­râb, nisbesi en-Nahşebî. Horasan şeyhleri­nin ulularından. Maveraünnehr civarında Nah­şeb’de doğdu. Ali Rıza ve Şakik Belhi’­nin müridi, Hatim-i Esamm’ın çağdaşı ve arkadaşı. Hamdun Kassar’ın şeyhi. Şafii mezhebinde fakih. Hadis rivayetiyle meşgul bir muhaddis. Ahmed bin Hanbel, İbnu’l-Cella ve benzeri bazı büyük muhaddisler ondan rivayetlerde bulundu. 245/859 yılında Basra çölünde vefat etti.

Mücadele ehli ve fütüvvet erbabı olan sûfîlerdendi, Müridlerinde nâhoş bir hareket gördüğünde derhal tevbe edip mücahedesini artırarak: “Bu zavallılar benim uğursuzluğum yüzünden bu belaya düçâr oldular” derdi.

Sûfî’yi şöyle tarif ederdi: “Sûfî hiçbir şeye üzülmeyen, herşeyin kendisiyle safâ bulduğu kimsedir.”

Derviş ise, “rızkı bulduğundan, elbisesi mahrem yerlerini örtmek üzere giydiğinden, evi de barındığı yerden ibaret olan kimsedir.”

“İnsanlar kendilerinin olmayan üç şeyi severler: Nefs, ruh ve mal. Bunlardan ilk ikisi Allah’ın sonuncusu ise varislerindir. İnsanlar bulamıyacakları iki şeyin peşinde koşup dururlar: Ferah ve rahat. Halbuki bunların ikisi de cennettedir.”

O’nun anlayışına göre dünya, insanın gölgesine benzerdi. Sen onu kovalayınca kaçar, sen ondan kaçınca o seni kovalardı.

DÜNYA VE DERVİŞLİK

Nahşebî dervişlik tavırlarının dünyalık teminine vesile yapılmasından hoşlanmaz, şöyle derdi:

“Hırka giyen dilencilik yapmış sayılır; mescid veya hankâhta oturup duran, dileniyor kabul edilir; insanlara duyurmak kasdıyla Kur’ân okuyan da dilenmiş addedilir.” Bu yüzdendir ki, elini yolda gördüğü karpuz kabuğuna uzatan ve üç günde bir iftar etmek itiyadında olan bir dervişe şöyle çıkışmıştı:

– Elini böyle şeylere uzatan tasavvuf ehlinden olamaz. Koş çarşıya git, oradan geçimini temine çalış!

Kalp ve ıslahı konusu ile fazlaca meşgul olan ariflerdendi. “Kalplerin en yücesi, Allah’dan gelen idrak nuruyla diri olan kalptir” der, “İbadetlerin en iyisini kalp havatırının ıslahı olduğunu” söylerdi. Kalpler Allah’tan yüz çevirmeye alışınca evliyanın aleyhinde bulunma hastalığına tutulurdu.

O’nun telakkisine göre Hakk’a vusulün onyedi derecesi vardı. Bu derecelerin en aşağısı Hakk’ın emrine icabet, en yukarısı ise Allah’a gerçek manada tevekkül ve teslimiyetti. Çünkü tevekkül, kalbin Allah’a tam bağlanmasıydı.

“Gerçek zenginlik senin gibi (mahluk) olandan müstağni olman; gerçek fakirlik de kendin gibi mahluk olana muhtaç olmandı.”

MARİFET

Marifet konusu üzerinde ısrarla durur ve şöyle konuşurdu: “İnsan ikiyüz sene de yaşasa, şu dört şeyi tanımadıkça cehennemden kurtulamaz: Ma’rifet-i İlahiyye (Rabbını tanımak), nefsi yani kendini tanımak, Allah’ın emir ve yasaklarını bilmek, Allah’ın ve nefsin düşmanlarından haberdar olmak.”

Ma’rifet-i İlahiyye, insanın kalbiyle, verenin de alanın da faydalı veya zararlıyı gönderenin de Allah olduğunu bilmesiydi.

Nefsi yani kendini tanımak, fayda ve zarar cihetinden senin hiçbir şeye gücünün yetmeyeceğini bilmen ve bu acizlik duygusu içinde Hakk’a tazarru ile iltica etmendi.

“Ben insanları üç şeye çağırıyorum” derdi: Ma’rifet, Hakk’a güvenme ve Allah’a tevekkül.

“Cenâb-ı Hakk, alimleri yaşadıkları çağın işlerine ve ihtiyaçlarına göre konuşturur. Ancak bazan insan Allah ile oluyorum derken gaflete düçâr olabilirdi.”

Bir müddet nefsine uyarak aklının istediği tarafa gitmekten daha zararlı birşey olamazdı. Bir de mürid, durumu kendisine uymayan biriyle sohbet ve arkadaşlık edecek olursa vay haline...

Nahşebî şöyle nasihat ederdi; “Şu dört şeyi şu dört yere bırakın: Uyumayı kabre, rahatı Sırat köprüsüne, övünmeyi mizana, yani amellerin tartılması anına, arzu ve istekleri cennete.”

Kul samimi olunca Allah o ameli işlemeden, onun zevkini onun gönlüne verirdi. Ameli işlerken ihlâs bulunursa, onu işlerken zevk ve şevk duyardı. Nahşebî, mürşid olacak kimsede şu sıfatları arardı:

  1. Hakk’ın fiilini halkın fiilinden ayırabilme melekesi.
  2. Amel sahiplerinin derecelerini bilme kabiliyeti.
  3. Nefs ve tabiatları tanıma istidadı.
  4. Muhalefetle ihtilafı birbirinden ayırabilme özelliği.

UYUMLU VE GEÇİMLİ OLMAK

Toplumda geçim ehli olabilmenin ölçüsünü şöyle belirtirdi: “İnsanlarla olan muamelen, ateşle olan işin gibi olsun. Onların faydalarından istifade et, zararlarından sakın!”

Dünyaya ve dünyalığa metelik verenlerden değildi. Bir gün bir berbere gitmiş ve:

– Beni Allah rızası için traş eder misin, demişti.

Berber:

– Otur, edeyim, dedi. O traş olurken berberin önünden şehrin valisi geçti. Nahşebiyi tanıdı ve ona birşeyler vermek istedi. Yanındaki adamlarına:

– Yanınızda para var mı, diye sordu. İçlerinden biri:

– Benim yanımda içinde bin dinar bulunan bir kese var, dedi. Vali bir hizmetçisine:

– Al o parayı Nahşebî’ye götürüver, dedi. Hizmetçi keseyi takdim edince o:

– Onu berbere traş ücreti olarak veriver, dedi. Hizmetçi keseyi berbere uzattı. Berber:

– Vallahi içinde bin dinar bile olsa kabul edemem, diye yemin edince Nahşebî tekrar hizmetçiye döndü ve:

– Al bunu valiye geri götür, “Berber almadı ve bu yüzden geri gönderdi, de! Bir başka işinde kullansın” dedi ve böylece akçeye metelik vermediğini, dünyaya yüz göstermediğini fiilen isbat etti.

O, Allah ile meşgul olanı, bu meşguliyetinden alıkoyanın gadab-ı ilahi’ye uğrayacağına inananlardandı.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar: Sülemî, Tabakatu’s-sufiyye, 146-151; Hılye-tü’l-evliya, X, 45-51; Sıfatu’s-Safve, IV, 172-174; Kuşeyri. I, 108-109; Keşfu’l-Mahcub. (terc. S. Uludağ) 221-222; İbnu’l-Mulakkin, Tabakatu’l-evliya, 355-365; Nefehatü’l-üns, (terc. Lamii Çelebi), 104-105; Tezkiretü’l-evliya, 356-360; Şarani, I, 71; el-Kevaki-bu’d-dürriyye, 202-204; A’lamü’n-Nübela, XI, 545-546.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

BENZER HABERLER