Tasavvufta İrade Eğitimi

Tasavvuf

İrade eğitimi nasıl olur? Tasavvufî terbiyede günahkâra nasıl yaklaşılır? Tasavvufî hayatta mahlûkâta nasıl bakılır? Hak dostlarından örneklerle tasavufta irade eğitimi.

Tasavvuf, irâde eğitimidir. İrâdenin merkezi olan, kalp ve nefsin tasfiye ve tezkiyesidir. Bunun için seherler gibi belirli zaman dilimlerinde Cenâb-ı Hakk’a secde, tevbe, istiğfar ve zikre devam edilir. Zikir ve seyr u sülûk, tedricî olarak terakkî ettirilir.

Sâlik, fâsıklarla beraberlikten muhafaza edilerek, takvâya alıştırılır. Bu yolda kalbin korunması elzemdir. Nasıl bir mücevher ortalık yerde bırakılmaz, bir pamuğun içinde, zarif bir kutuya konulur ve hırsız çalmasın diye kasalarda saklanırsa, kalbi de koruyup çaldırmamak gerekir. Çünkü kalbin hırsızları vardır. Bunlar fâsıklardır, nefsânî câzibelerdir, şeytanî vitrinler veya ekranlardır. Yine sâlik, sohbet ve sâlihlerle beraberlik sayesinde, mâneviyâta adım adım ısındırılır. Hizmet ve gayretlerle, güzel ahlâk aşılanır.

TASAVVUFİ TERBİYEDE GÜNAHKARA YAKLAŞIM

Tasavvufî terbiyede, günahkâra bir gönül doktoru merhametiyle yaklaşılır. Öfke ve hiddet gösterilerek uzaklaştırılmaz. İnsan, irâde zaafına düşerek, bin kere de hata etse ve tevbesini bozsa, tasavvufî irşad ve ıslahın ümit kapısı yine de açıktır. Rivâyete göre birbiriyle yakın dost olan iki dervişin biri istikâmetini kaybettiği için, diğerine:

“–Artık bu kardeşinden vazgeç!” derler. O ise:

“–Ne münâsebet! Bilâkis o, asıl şimdi bana muhtaç oldu. Böyle bir zamanda onu terk etmek doğru olur mu hiç? Ben şimdi ona öğüt vereceğim ve hâlini ıslah etmesi için Allâh’a duâ edeceğim.” der.

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin bir talebesi de düştüğü bir zaaf neticesinde son derece mah­cup olup dergâhtan kaçar. Bir müddet sonra, gönlü harâbeye dönmüş bu talebe, dostlarıyla çarşıdan geçmekte olan Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin gözüne ilişiverir. Talebe, hocasını fark edip utancı sebebiyle derhal uzaklaşır. Durumu sezen Cüneyd-i Bağdâdî, yanındakilere:

“–Siz dönün, benim yuvamdan bir kuşum kaçmış!” deyip talebesinin ardınca gider. Geri dönüp bakan talebe, hocasının kendisini takip ettiğini görünce heyecana kapılarak adımlarını sıklaştırır. Girdiği bir çıkmaz sokakta mahcûbiyetin verdiği telâşla, gayr-i ihtiyârî başını duvara çarpar. Hocasını karşısında gördüğünde ise renkten renge girip başını önüne eğer. Hazret müşfik sesiyle:

“–Evlâdım! Nereye gidiyorsun, kimden kaçıyorsun? Bir hocanın talebesine yardım ve himmeti asıl böyle zor günlerde ve müşkül zamanlarda olur.” der ve onu gönül sarayına alıp dergâhına götürür.[1]

TASAVVUFİ HAYATTA MAHLUKATA BAKIŞ

İşte tasavvufî hayatta, mahlûkâta Hâlık’ın şefkat ve merhamet nazarıyla bakılır. Bir insan ne kadar günaha batmış olursa olsun, onun özündeki mükemmelliğe îtibâr edilir. Ona sırt çevrilmez. Onun tevbeye yönelmesi arzu edilir. Ebedî hayatını kurtaracak bir can simidi olmaya gayret edilir. Şu misal, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:

Mevlânâ Hazretleri’nin dergâhındaki bir sohbet yahut zikir esnâsında, sarhoşun biri çıkagelir. Dervişler onu inciterek dışarı çıkarmak isterler. Hazret-i Mevlânâ, o sarhoşun hakîkati aramak için dergâha sığınan bir insan olduğunu düşünerek onu incitenlere hitâben;

“–Şarabı o içmiş fakat âdeta siz sarhoş olmuşsunuz!” îkâzında bulunur.

Zira mahlûkâta Hâlık’ın şefkat nazarıyla bakabilmek; günaha olan nefreti günahkâra taşırmamayı gerektirir. Günahkâra öfkelenmek yerine, bilâkis onu yaralı bir kuş gibi şefkat ve tedaviye muhtaç görüp ona acımayı îcâb ettirir. Îman nîmetinden mahrumlara veya irâde zaafına uğrayıp nefsine uyanlara, yılanların soğuk ve zehir saçan diliyle değil, rahmet lisânıyla yaklaşarak evvelâ gönüllerini fethetmek gerekir.

Mevlânâ Hazretleri’nin gönül ufkundaki şefkat ve merhameti gösteren şu duâ ne kadar mânidardır:

“Rabbim! Eğer Sen’in merhametini yalnız sâlih kullarının ümid etmesi gerekiyorsa, mücrimler kime gidip sığınsınlar?

Ey Yüce Allâh’ım! Eğer Sen, yalnız has kullarını kabul ediyorsan, mücrimler kime gidip yalvarsınlar?.. (Muhakkak ki Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!..)”

Dipnot:

[1] Bkz. Tezkiretü’l-Evliyâ, 469.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları