Ruveym Bağdâdî (k.s.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Adı Ruveym bin Ahmed, künyesi Ebû Mu­hammed, nisbesi Bağdadî. Dâvud Isfa­hânî’nin mezhebine bağlı bir fakih idi. Kıraat ilminde üstaddı. Bu ilmi, İdris bin Ab­dülkerim Haddad’dan aldı. Sufîler arasında parmakla gösterilirdi. Cüneyd Bağdadîmin yetiştirdiklerindendir. Sülemî onun hadis ilmiyle de meşgul olduğunu yazar. Vefatı 303/915 yılıdır.

Cüneyd Bağdadî’nin sohbetine yetişen Ruveym, hâl ve kemâlini zenginler arasında gizleyebilen bir sûfî idi. Kadılık husûsunda halîfenin takdir ve itimâdına mazhar olmuştur. Cüneyd onun hakkında şöyle konuşurdu: “Biz meşgul olan âvâreleriz. Ruveym ise âvâre olan meşguldür.” O, her ne kadar, âvâre görüntüsü ve dünya ile meşgul tezâhürü içinde ise de aslında Hakk ile meşguldür.

İbadete, özellikle nafile oruca düşkündü. Bunun sebebini şöyle anlatıyor: “Öğle sıcağının bastırdığı sıralarda Bağdad’ın bir sokağından geçerken korkunç bir susuzluk hissettim. Dayanılmaz hal alan susuzluğun etkisi ile bir evin kapısını çalıp su istedim. Kapıya çıkan küçük kız çocuğundan içecek soğuk su istedim. Elinde su testisiyle dönen çocuk, suyu bana uzatırken: “Hem sûfi kisvesi giyiyor; hem de güpegündüz su içiyor” dedi. Bu sözlerden son derece etkilendim. Bir daha gündüzleri daima oruçlu geçirmeye karar verdim ve bir daha oruçsuz günüm olmadı.

HİKMET EHLİ ÂLİM

Hikmet ehli bir âlimin ilahî ahkâmı tatbikte başkalarına karşı müsamahalı, kendisine karşı ise son derece sıkı davranması gerektiğini öğütlerdi. “Hocanın dediğini tut, yaptığını yapmaya kalkışma” sözünü bu açıdan değerlendirirdi. Çünkü o kendi hayatında azîmetle amel ederken başkalarına ruhsatla fetva verirdi.

Sordular:

– Ana - babanın iyiliğinin çocuğa faydası olur mu?

Şu karşılığı verdi:

– Kendisine faydası olmayana, başkasının nasıl faydası dokunabilir ki? Rabbı ile beraber olmayanın, kendi kendine hiçbir faydası olmaz. Nitekim insanlar, meyve veren ağaç cinsinden olan, fakat meyve vermeyen ağacı meyve ağacı değil, kütük sayarlar.

– Akıllı kimdir? diye soranlara:

– Nefsini boş şeylerle meşguliyete düşmekten koruyandır, cevabını verirdi.

AÇGÖZLÜLÜK VE KANÂAT

Açgözlülüğü tasvip etmez, kanaat ehli olmayı severdi. Bu yüzden fakrın gerçeğinin, ihtiyaç anında az ile yetinip çoğa heveslenmemek, aç gözlülük göstermemek olduğunu söylerdi. Ona göre halkın her sınıfından insanlarla oturup kalkmak, sûfîlerle düşüp kalkmaktan daha sağlam bir yoldu. Çünkü halkın birbiriyle düşüp kalkması, zahirî bir muameleydi. Fakat sûfîlerle düşüp kalkmak ise hakikat üzere bulunmak ve uyanık olmayı gerektirirdi. Bu yüzden sûfîlerle düşüp kalkmak oldukça zor bir olaydı. “Onlarla oturup kalkan ve fakat onların gerçekleştirdiği bazı inceliklere karşı çıkanın kalbinden Allah iman nûrunu söker alır” diye konuşurdu.

Derdi ki: Allah Teâlâ bazı şeyleri bazı şeylerde gizlemiştir: Mekrini hilminde, hîlesini lütfunda, cezâsını ikramında rızâsını tâatta, gadabını günahta.

İHLÂS, FÜTÜVVET VE SEVGİ

Onun anlayışına göre ihlas, kulun kendi fiilini görmemesi, her şeyi Hakk’tan bilmesiydi. Allah’ın kulları üzerine ilk farz kıldığı şeyin de ma’rifet-i ilahiyye olduğuna inanırdı. Çünkü Allah Teala: “Ben insanları ve cinleri beni tanısınlar (ma’rifet) diye yarattım” (ez-Zâriyât, 51/56) buyurmuştur.

Rüveym “fütüvvet” anlayışına bağlı sufîlerdendi. Onun fütüvvet anlayışı, diğerlerinden biraz farklı idi. Nitekim kendisinden fütüvvetin ne olduğunu soranlara: “Kardeşlerinin hatâlarını mâzur görmen, onlara karşı özür dileyecek bir davranış yapmamandır.” cevabını verdi.

– Sevgi nedir? diye soranlara:

– “Her hâl ve durumda sevdiğine uymandır, ona itirazı terk etmendir,” karşılığını verip şu meâlde bir şiir okudu:

Bana öl, desen ben hemen itaat eder ve ölürüm. Ölüm davetçisine hemen, merhaba ve hoş geldin, derim. Onun anlayışına göre sevgilisini bir hesap ve maksatla sevene, o maksadı perde olurdu. Gerçek sevgiye imkân bırakmazdı.

– Durumun nasıl? diye soranları :

– Dini hevasından, gayreti şaşkınlığından ibaret olan kişinin hâli nasıl olur? Takva sahibi bir ârif, ve sâlih olacak” değil ya, diye cevaplardı.

SABIR, RIZÂ, TEVEKKÜL, ÜNS

Tasavvuf vadisinde çokça geçen bazı ıstılahları şöyle tanımlardı:

Sabır, belalara şikâyeti terk.

Rıza, beladan tad alabilmek, Cehennemi sağ eline koysalar, biraz da sol elime kalsın diyebilmektir.

Tevekkül, vâsıta ve sebebi görmeden Müsebbibu’l-esbab’a gönül bağlamaktır.

Üns, Sevgili’den başka herşeyden uzaklaşmak ve yalnız O’nunla ülfet edebilmektir.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar: Sülemî, s. 180-184; Ebû Nuaym, X, 296-302; Kuşeyrî, I, 127-128; Hücvîrî, s. 170-171; İbnul-Cevzî, II, 442-443; Attâr, s. 484-487; İbnü’l-Mulakkın, s. 228-231; Câmî, s. 94-97; Şarânî, I, 85; Münâvî, I, 561-562; A’lâmun-nübelâ, XIV, 234-235; Nebhânî, II, 77.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları