Koza Metaforu Üzerinden Murâkabenin Anlamı

Tasavvuf

Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, koza metaforu üzerinden murâkabenin anlamını ve salikin, ipek böceğinin koza içindeki haliyle benzer yönlerini açıkladı.

Bir şeyin ve olayın hakikatini direkt anlama ve anlatma durumunda, herkes akıl seviyesi bakımından farklılık arz eder ki bu, önemli bir problemdir. Nitekim İbn Haldun’a (1332-1406) göre sembolik ve mecâzî anlatımlara ihtiyaç olmakla birlikte, bir yerde bu da yetersiz kalmaktadır. Çünkü mecâzî ifadenin mutlaka bir manaya işaret etmesi gerekir. Ancak bununla birlikte o mananın şu gözle görülür şehâdet âleminde tam olarak herhangi bir karşılığı yoktur.1

İşte bu espriden hareketle murâkabenin tam ve gerçek anlamda uygulanmasının, bir sâliki nasıl dönüştürdüğünü daha basitçe anlatmak üzere bu yazımızda ipekböceği kozasını temsilî olarak ele almak istiyoruz.

Kural olarak kudsî hadiste “bir adım gelene on adım giderim” buyurulur ki2 bu olayda bizim O’na gitmemiz kesb, O’nun bize gelmesi vehb/hibedir. Sâlikin murâkabe derinliklerine ulaşması, onun çabası ve kesbi iledir ki bu durum ipekböceğinin kozasını kendi örmesi gibidir. Ancak örülen o koza içinde böceğin kanatlanıp dönüşmesi kendi elinde değildir, Allah’ın elindedir.

Şimdi anlam basamakları halinde konuyu biraz daha açalım:

İpekböceği başlangıçta yeşil dut yaprağı yiyen bir sürüngendi ama sonunda uçan, kanatlı, çiçeklerin özündeki balları yiyen zarif ve estetik bir kelebek haline dönüştü. Ham bir insan iken sâlik de benzer şekilde murakabedeki “gaybet kozası”nda, duyarlı, zarif, ince, kibar, nazik ve düşünceli kâmil insana dönüşür. Ham iken insanın tek düşüncesi yemek, içmek ve dünya idi. Ama kâmil olunca hikmet ve irfân sofralarından ballar yemeye başladı.

Bu ilk ve tek adımda, ipek böceği etrafına koza örerek ve ördüğü koza hücresinde kendisini, karanlığa ve yalnızlığa hapsetti, dış dünyadan habersiz kımıldamadan bir ölü gibi orada 14 gün kendini dönüştürecek Rabbiyle baş başa kaldı. Benzer şekilde sâlik murakabedeki gaybet kozasındaki yalnızlığında gelen ilâhî feyiz ile vecdi ve cem’i, yani Allah’ı yaşadı ve gaybet karanlığında kendini hapsetti. Bu şekilde sâlik de ipekböceği de dış dünyadan kendilerini soyutlayıp koza içine hapsettiler.

Bu değişim ve dönüşüm sonunda ipekböceği, tırtıl olarak girdiği kozasında farklı ama üst düzey kaliteli bir yapıya kavuşarak kelebek oldu, kozasından çıktı yani kabuğunu kırdı. Artık o, yerde sürünen, yaprak yiyen bir tırtıl değildi. Uçan ve çiçeklerin balını yiyen estetik zarif bir kelebek oldu.

Sâlik de kendinden haberi olmadan seküler ham bir insan iken, murâkabedeki gaybet kozasının karanlıkları içinde Rabbinin kendisini dönüştürmesiyle ruhunda zaten var olan potansiyel kabiliyetleri kinetize edilmek suretiyle kâmil insan hâline gelir ve o gaybet kozasından çıkar, varlık âlemindeki yerini alır. Allah’ın “ol der o da oluverir”3 kuralına göre bu dönüşüm gerçekleşir.

Artık o, yeme, içme, moda, para vs. gibi dünyevî meâş aklın takıntılarından kurtulmuş, aşkla kanatlanmış Allah, insan ve kâinat üzerine hakikat arayışı, hikmet ve irfân yolunda yürüyen akl-ı meâd sahibi kâmil bir insan haline gelmiştir. Tasavvufî eğitimin amacı da budur.

Yunus Emre (ks) de bu keyfiyeti şöyle özetler:

Kuruyiduk yaş olduk, ayağ idik baş olduk

Kanatlanduk kuş olduk, uçduk elhamdülillah4

SALİKİN VE İPEK BÖCEĞİNİN BENZER ÖZELLİKLERİ

Peki, kozanın içinde ipek böceği ve murâkabe halinde sâlikin durumu ne? Düşüncemiz tefekkürümüz sanki bir ipek böceği kurdu. Murâkabe ve gaybet halinde düşüncemiz kendi etrafını sanki ipek böceği gibi “Allah” kozasıyla örer. Yani murâkabede düşüncemiz/aklımız Allah kozası içine gözden kaybolup orada hapsoluyor. Salikin hali dikkat edilirse çeşitli yönlerden ipek böceğinin koza içindeki haline benziyor:

  1. Salik de ipekböceği de koza içinde sosyofobiktir. Dış dünyanın onlara, onların da dış dünyaya açılımları yok. Uzletteler, halvetteler.
  2. Her ikisinde de bir tür uyku formu olan gaybet hali var.
  3. Her ikisi de ölü gibi hareketsiz, tam bir sakinlik/sükûnet halindeler. Kıpırdama, kımıldama, hareket vs. yok; çünkü ikisi de bir tür ameliyat geçirecekler bu yüzden sanki dönüşümü yapacak Allah doktorunun ameliyat masasında hareketsizler. Operasyon sonunda insan, insan-ı kâmile; tırtıl da kelebeğe dönüşecektir.
  4. Her ikisi de yalnızlık halinde vahdetlerini yaşıyorlar. Yani “Liye maallahi vaktun”5 sırrına uygun olarak sadece kendileri ve Rableri var. Orada Allah’la beraberlik vâhidiyetini yaşıyorlar. Kendi ötesini yani kendi hakikatlerini yaşıyorlar.
  5. Sessizlik ve tam bir sukût var. Gürültü, ses uyaranı olsa bile bu sesin algı olarak farkındalığı yok, dış dünyaya karşı tamamen sağırlık (esamm) söz konusu. Bu yüzden ses etkilerine tepki de yok. Bu; ruh, nefs ve bedenin total/bütüncül sessizliğidir.
  6. Her ikisi de kozalarındayken yeme-içme-çiftleşme gibi her çeşit aktiviteye kapalılar. Burada bildiğimiz Ramazan orucu gibi bir oruç söz konusu6 ve dışarıdan herhangi bir besin alma beslenme yok. Bu oruçlu haldeyken yemeksizlik, şehvetsizlik kozasındalar.
  7. Bir tür hapis ve hapsolma yaşıyorlar. Kendileri kendilerini hapishaneye atmışlar. Yani sıfır özgürlük. Her şeyle engelli haldeler. Hz. Yusuf’un (as) zindan dönüşümüne mazhar olacaklar çünkü.7
  8. Işık yok, fizikî karanlık yaşıyorlar. Karanlıkta bulundukları için yön duyumları kilitli, belirsizlik adresinde ikâmet ediyorlar. Bulundukları yer için adres ve konum verebilecek durumda da değiller. İkisi de “Fillah”… Dolayısıyla ikisi de zamansızlık mekansızlık adresindeler.
  9. Işıksızlığa/karanlığa bağlı olarak bir tür körlük (ʻamâ) halindeler. Ana karnındaki “saf körlük” denen körlüğün hakikatini yaşıyorlar. Görmeler sıfırlanmış. Bu da bir boşluk duygusu ve hiçlik doğuran bir keyfiyet. Ama manevî kalb gözü açık…
  10. Boşluk ve hiçliğe bağlı olarak bir tür fenâ hali, yani kendini aşma, ölmeden ölme gibi tekâmül yapılanmaları yaşıyorlar. Dışarıdan gören için adeta ölü algısı oluşturacak durumdalar.
  11. Her ikisi de “Evvele Yolculuk”8 olarak tabir edilen anne karnındaki rahim ve rahmet sırrına açık haldeler. Yani ikinci doğuş için, ikinci kez ana rahmini yaşıyorlar: Hz. İsa’nın (as) dediği gibi: “İnsan iki kez doğmadan melekût âlemine yükselemez.”9
  12. İpekböceği kozasını ördükçe, sâlik ise murâkabesinde derinleşip gaybete erdikçe kaybolup giderler.

Dipnotlar:

1) İbn Haldun, Şifâü’s-sâil li tehzîbi’l-mesâil, Muhammed b. Tavit et-Tancî, İsanbul: 1957, 55-56. 2) Buhâri, Tevhid, 50; Müslim, Zikir, 2; Tirmizî, De’avât, 142. 3) Al-i İmrân, 3/47. 4) Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre Divânı, İstanbul: 1943, 470; Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı (inceleme-metin) Ankara1990, s.783. 5) El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 173-174. 6) El-Bakara, 2/187. 7) Yusuf, 12/42. 8) Bk. Mahmud Erol Kılıç, Evvele Yolculuk, (İstanbul: Sufi Yayınları, 2018). 9) Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul 1991, s. 517; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Otto Yay. Ankara 2020, s. 522.

Kaynak: Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 434