Büyük Bir Gaflet

İbadet Hayatımız

Hâdiselerin sırf maddî ve zâhirî sebeplerini görüp de mânevî müessirlerini görmezden gelmek, verilen ilâhî mesajları gönül gözüyle okuyamamak, büyük bir gaflettir. Bu gaflete düşmemek için neler yapmalıyız?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Hakîkat üzre eşyâyı görüp bilmek nasîb ola,

Mecâzî mevce bakmayıp bulalım asl-ı deryâyı…

“Cenâb-ı Hak cümlemize, eşyânın/varlıkların hakikî yüzünü görmeyi, asıl mânâsını anlamayı nasîb eylesin ki mecâzî dalgalara aldanmayıp deryanın aslından gâfil kalmayalım.”

Hâdiselerin sırf maddî ve zâhirî sebeplerini görüp de mânevî müessirlerini görmezden gelmek, verilen ilâhî mesajları gönül gözüyle okuyamamak, büyük bir gaflettir.

Maalesef günümüzde; dînimize, medeniyetimize, bilhassa Anadolu irfânına yabancı, seküler bir zihniyetle temelleri atılan eğitim sistemi, hayat ve kâinâtı yalnızca sebepler dairesinde ve maddî plânda değerlendirme noksanlığını beraberinde getirdi. Hâdiselerin mânevî sâiklerini, hikmet ve ibret derslerini okuyacak gönül gözlerine âdeta perde çekildi. Her şeyi mahdut akıl terazisiyle tartıp dünyevî kâidelerle îzah etme gayreti; insanı ruh ve mânâdan uzaklaştırdı, gönüllerdeki hikmet idrâkini dumura uğrattı. Öyle ki, yaşanan büyük hâdiseler bile sadece maddî ve fizikî sebeplerle îzah edilir oldu.

Allâh’ın bilgisi ve izni olmadan kâinatta bir yaprak dahî düşmez iken,[1] bunların sebepsiz, hikmetsiz ve kendiliğinden vukû bulmuş “tabiat hâdiseleri” olduğunu düşünmek, îman şuuruyla bağdaşmaz.

Dolayısıyla, son yıllarda sıkça meydana gelen depremler, seller, kuraklıklar, yangınlar, salgın hastalıklar ve emsâli hâdiseleri müsbet ilmin ışığında tahlil edip maddî tedbirlere başvurduğumuz gibi; bütün bunları îman ve irfan ufkundan da seyredip, gerekli hikmet ve ibret derslerini almalı, mânevî tedbirlere de riâyet ederek hâlimizi ve istikâmetimizi düzeltmeliyiz.

Unutmayalım ki Cenâb-ı Hak, Kurʼân-ı Kerîmʼdeki kavlî âyetleriyle biz kullarını îkaz buyurduğu gibi, bunu zaman zaman da kâinat kitabındaki kevnî âyetleriyle yapıyor. Dolayısıyla, Kur’ân âyetleri gibi kâinat kitabındaki kevnî âyetleri de ibret ve hikmet nazarıyla okumayı ihmâl etmemek gerekir.

Bizler de hayat ve kâinâta ârifâne bir nazarla bakan ashâb-ı kirâm ve Hak dostları gibi, gönüllerimizi Kurʼân ve Sünnet iklîminde öyle yoğurmalıyız ki, gördüğümüz her manzaradan, ilâhî ve nebevî dersler alıp hâlimizi güzelleştirmeye gayret göstermeliyiz.

Meselâ, 6 Şubat 2023ʼte 11 ilimiz büyük bir zelzele geçirdi. Âdeta kıyâmetin küçük bir provası yaşandı. Hâlbuki bu, kıyâmetin dehşetinden milyonda bir bile değildi. Fakat gerek depremin çapı, gerekse şiddeti o kadar büyüktü ki “asrın felâketi” diye tâbir edildi. Dünyanın fânîliğini, hayat şartlarımızın nasıl bir anda değişebileceğini, ölüme aslında ne kadar da yakın olduğumuzu, bir kez daha derinden hissettik. Birçok din kardeşimiz göçük altında can verdi ve mânevî seviyesine göre bir derece aldı. Cenâb-ı Hak onlara -inşâallah- şehidlik makamını lûtfeylesin. Bir kısım kardeşlerimiz de günler sonra enkazdan yaralı olarak kurtuldu. Rabbimiz onlara da âcil şifalar ve sabırlar ihsân eylesin.

O göçük altında kalan kardeşlerimiz, bizlere “Ashâb-ı Rakîm”i hatırlattı. Gelin, bu vesîleyle Ashâb-ı Rakîmʼin ibretlerle dolu kıssasını bir kez daha tefekkür edelim:

Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen Ashâb-ı Rakîm, İsrâiloğulları zamanında yaşamış üç gençtir.[2] Onların kıssasını Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle anlatmıştır:

“Sizden evvelki ümmetlerden üç kişi yola çıktılar. Yağmur başladı. Korunmak için dağdaki bir mağaraya sığındılar. Derken dağdan bir taş yuvarlandı ve mağaranın ağzını tamamen kapattı. Birbirlerine:

«−Vallâhi sizi buradan, sadâkatten başka bir şey kurtaramaz. Onun için her biriniz, sadâkatle yaptığı bir amelini vesîle edinerek Allâh’a duâ etsin!» dediler.

İçlerinden biri şöyle duâ etti:

«–Allâh’ım! Anne ve babam çok ihtiyardır. Ben âileme, onlardan evvel bir şey yedirip içirmezdim.

Günün birinde hayvanları otlatmak için uzaktaki bir ormana gitmiştim. Eve döndüğümde onlar uyuyakalmışlardı. Onlardan evvel âilece süt içmeyi hoş görmedim, anne-babamı da uyandırmak istemedim. Elimde süt çanağıyla bekledim. Nihâyet gün ağarırken annem ve babam uyandılar ve sütlerini içtiler.

Allâh’ım! Eğer bu işi Sen’in rızân için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar!»

Bunun üzerine taş bir parça açıldı, lâkin çıkılacak gibi değildi.

İkincisi şöyle yalvardı:

«–İlâhî! Amcamın bir kızı vardı. Bir erkek, bir kadını ne kadar çok sevebilirse, ben de onu o kadar seviyordum. Onunla beraber olmak istedim. Lâkin teklifimi kabul etmedi. Birkaç sene sonra bir kıtlığa uğrayınca bana başvurdu. Kendini bana teslim ederse, ona yüz dirhem vereceğimi söyledim. Çâresiz kabul etti. Tam el uzatacağım sırada:

“–Allah’tan kork da haksız olarak bana dokunma!” dedi.

Elimde imkân olduğu hâlde, Allah’tan korkarak ondan uzaklaştım. Verdiğim paraları da ona bağışladım.

Allâh’ım! Eğer bu işi sırf Sen’in rızânı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz belâyı üzerimizden gider!»

Mağaranın kapısı bir parça daha açıldı, ancak yine çıkılabilecek gibi değildi.

Üçüncü şahıs da şöyle duâ etti:

«–Allâh’ım! Ücretle birkaç amele tuttum ve ücretlerini verdim. Lâkin biri ücretini almadan bırakıp gitti. Ona vereceğim parayı çalıştırıp artırdım. Bir müddet sonra o adam yanıma gelerek:

“–Ücretimi ver!” dedi. Ben de:

“–Şu gördüğün deve, öküz ve koyunlar, senin ücretinden üremiştir, al hepsini götür!” dedim. O da:

“–Ey Allâh’ın kulu! Benimle alay etme!” dedi.

“–Seninle alay etmiyorum, hakîkati söylüyorum.” dedim. Bunun üzerine malları aldı ve hepsini sürüp götürdü.

İlâhî! Eğer bunu Sen’in rızân için yapmışsam, içinde bulunduğumuz belâyı üzerimizden defet!»

Nihâyet taş, mağaranın ağzından kaydı, onlar da mağaradan çıkarak yollarına devam ettiler.” (Bkz. Buhârî, Edeb 5, Enbiyâ 53; Müslim, Zikir, 100; Ahmed, IV, 274)

Bizler de bu gençler gibi sadâkatle, hâlis niyetle, sırf Allah rızâsını umarak, bol bol amel-i sâlihler işleyelim ki; gerek dünyada gerekse âhirette karşımıza çıkabilecek sıkıntılı anlarda, o sâlih ameller vesîlesiyle Cenâb-ı Hakkʼın affını dileyip rahmetine sığınabilelim!

Unutmayalım ki, ebediyet yolculuğumuzun en çetin geçitleri olan; son nefes, kabir, kıyâmet, mîzan ve Sırat’ta, Rabbimiz’in imdâdımıza yetişmesini istiyorsak, bugün ilâhî emir ve nehiylere titizlikle riâyet etmeli, ilâhî rahmeti üzerimize celbedecek sâlih amellere gayret göstermeliyiz.

Bilhassa rahatlık zamanlarında Rabbimizʼi daha çok zikredip kulluk vazifelerimizi lâyıkıyla îfâ etmeliyiz ki; zorluklarla karşılaştığımızda da, Rabbimiz bizi ümitsiz ve yardımsız bırakmasın, kalplerimize metânet ve huzur bahşetsin.

Kaynak: