Tasavvufun İnsana Kazandırdıkları

Tasavvuf

Tasavvufun insana kazandırdıkları nelerdir? Tasavvufun manevi gücü ve kazandırdıkları.

İnsanlığı hidâyete erdirebilmek ve onları ıslah edebilmek; akıl ve mantıktan ziyâde, kalbe ve vicdâna hitâb ile mümkündür. Bu da gönlünü bir rahmet dergâhı hâline getirmiş ârif zâtların irşadları bereketiyle gerçekleşmiştir.

Hakikaten; mâneviyâtın canlı tutulmasında, halkın irşâdında, İslâm’ın tebliğinde ve gelecek nesillere intikalinde, tarih boyunca ehl-i tasavvufun hizmet ve gayretlerindeki muvaffakiyet gözler önündedir.

Nitekim geçen asrın önde gelen İslâm âlimlerinden Muhammed Hamîdullah bu gerçeği şöyle ifade eder:

“Benim yetişme tarzım akılcıdır. Hukukî çalışma ve incelemeler bana, inandırıcı bir şekilde tarif ve ispat edilemeyen her şeyi reddettirmiştir. Muhakkak ki ben; namaz, oruç vs. gibi İslâmî vazifelerimi tasavvufî sebeplerle değil, hukukî sebeplerle îfâ ediyorum. Kendi kendime diyorum ki:

«Allah benim Rabbimdir, sahibimdir. O bana, bunları yapmayı emretmiştir. O hâlde yapmalıyım. Bundan başka, hak ve vazife birbirine bağlıdır. Allah bunları ben istifâde edeyim diye bana emretmiştir. Şu hâlde ben O’na şükretmekle vazifeliyim.»

Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaşamaya başladığımdan beri hayretle görmekteyim ki; hıristiyanları İslâmiyet’i kabule sevk eden, fıkıh ve kelâm âlimlerinin görüşleri değil, İbn-i Arabî, Mevlânâ ve emsâli sûfîlerdir. Bu hususta benim de şahsî müşâhedelerim olmuştur. İslâmî bir mevzuda benden bir îzah istendiği zaman, benim verdiğim aklî delillere dayanan cevap, soranı tatmin etmiyordu. Buna mukabil tasavvufî îzahtaki derinlikler ise, meyvesini vermekte gecikmiyordu.

Şimdi inanıyorum ki; Hülâgû’nun yakıp yıkan istîlâlarından sonra Gazan Han zamanında olduğu gibi, bugün de en azından Avrupa ve Afrika’da İslâm’a hizmet edecek olan; ne kılıç, ne de akıldır; fakat kalptir, yani tasavvuftur.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Anadolu Dervişinin Gönül Dünyası, Yüzakı Yayıncılık