Peygamberimiz İlk Evliliğini Kaç Yaşında ve Kiminle Yapmıştır?

Siyer-i Nebî

Peygamber (sa.v.) Efendimiz ilk evliliğini kaç yaşında ve kiminle yapmıştır? Peygamberimizin (s.a.v.) ilk eşi, Hz. Hatice (r.anha) ile evliliği.

Meysere, Şam seyahati esnâsında gördüğü hârikulâde hâdiseleri, Peygamber Efendimiz’in sûret ve sîret güzelliklerini ve müstesnâ hâllerini dönüşte Hz. Hâtîce’ye tafsilâtlı bir şekilde anlattı. Bunun üzerine Hatîce vâlidemizde Âlemlerin Efendisi ile evlenme isteği hâsıl oldu.

PEYGAMBERİMİZİN İLK EVLİLİĞİ

Hz. Hâtîce’nin arkadaşı Nefîse bint-i Ümeyye, bu izdivâcın nasıl geliştiğini şöyle anlatır:

“Hatîce bint-i Huveylid, becerikli, gayretli, sağlam karakterli ve şerefli bir hanım idi. Kavminin erkekleri onunla evlenmek için can atarlardı. Lâkin Hz. Hâtîce, Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz’in karakter ve şahsiyetine hayrandı. Hz. Muhammed (a.s) Şam ticâretinden döndükten sonra Hatîce, kendisiyle evlenmek isteyip istemeyeceğini anlamak maksadıyla beni O’na gönderdi:

«−Ey Muhammed! Sen niçin evlenmiyorsun?» diye sordum.

«−Maddî imkânım yokken nasıl evlenebilirim?» dedi.

«−Eğer imkânın olsa mal, şeref ve güzellik sâhibi bir kimse ile evlenir misin?» diye sordum.

«−Kim bu hanım?» dedi.

«−Hatîce!» dedim.

«−Sence bu mümkün mü?» dedi.

«−Orasını bana bırak!» dedim.

«−O hâlde, ben de senin dediğini yaparım!» dedi. Hemen gidip durumu Hatîce’ye bildirdim.” (İbn-i Sa’d, I, 131)

Hz. Hatîce, Nefîse Hâtun’un müjdesi üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e izdivac teklifinde bulundu. Âlemlerin Efendisi bu durumu amcası Ebû Tâlib’e haber verdi. Ebû Tâlib, Hz. Hatîce’nin babası Huveylid bin Esed’den istedi. O da kızını Efendimiz (s.a.v) ile evlendirdi.

Bazı rivâyetlerde babasının daha evvel vefat ettiği, bu sebeple amcası Amr bin Esed’in evlendirdiği söylenmektedir ancak İbn-i Hacer babası Huveylid bin Esed’in o vakit hayatta olduğunu ve kızını onun evlendirdiğini teyit eder. (Fethu’l-Bârî, VII, 134) Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v), Hz. Hatîce’ye mehir olarak 20 genç deve verdiler.[1]

Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v), evlendiklerinde 25 yaşlarında bulunuyorlardı. Tâlihli ve asîl kadın Hz. Hatîce (r.a) ise, İbn-i İshâk’ın zayıf bir rivayetine göre 28[2], Vâkıdî’nin rivayetine göre 40[3] yaşında idi. Hz. Hatîce vâlidemiz, malı ve canı ile Peygamber Efendimiz’e yeni bir güç kaynağı oldu.[4] Hatîce (r.a)’nın künyesi Ümmü Hind idi. Bir oğlu ve bir kızı vardı.[5]

ZAMANININ EN HAYIRLI KADINLARI

Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v) hicret edinceye kadar Hz. Hatîce’nin evinde oturdular. Hicret ettiklerinde o evi Akîl bin Ebî Tâlib aldı.[6] Allâh Rasûlü (s.a.v):

“(Zamanının) en hayırlı kadını Meryem bint-i İmrân’dır. (Bu zamanın) en hayırlı kadını ise Hatîce bint-i Huveylid’dir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 69)

Rasûlullâh (s.a.v)’in bu izdivâcı, O’nun nefsânî arzularına meyleden bir kimse olmadığını, hattâ bunlara hiç değer vermediğini açıkça ortaya koymaktadır. Şayet öyle olsaydı, Allâh Rasûlü’nün kendinden yaşça büyük dul ve çocuklu bir hanımla değil, daha genç bir kimseyle evlenmeleri îcâb ederdi. Fakat Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v), evleneceği kadında gençlik, güzellik gibi fânî husûsiyetler yerine; şeref, fazîlet ve güzel ahlâk gibi ulvî hasletler aramışlardır. Nitekim şerefli bir âileye mensup olan Hz. Hatîce validemize, yüksek ahlâkı sebebiyle İslâm’dan önce “Afîfe” ve “Tâhire” denirdi. İslâm’dan sonra da “Hatîcetü’l-Kübrâ” denilmiştir.[7]

Hz. Hatîce hayatta iken Allah Rasûlü (s.a.v) başka bir hanımla evlenmediği gibi câriye de edinmemiştir. İsteseydi örfe uygun olarak başka hanımlarla da evlenebilir, istediği kadar câriye de edinirdi. O zaman bunu kimse garip karşılamazdı. Ama O (s.a.v) Hz. Hatîce’den sonra yine yaşlı bir hanım olan Sevde (r.a) vâlidemizle evlenmiş, ancak Medîne’de 55 yaşından sonra dînî ve siyâsî sebeplerle birden fazla evlilik yapmıştır. Hâlbuki insan ancak 20 ile 50 yaşı arasında daha fazla evlenme arzusu duyar, ondan sonra değil! O devirde, 25 yaşına gelmiş bir delikanlının iffetli kalabilmesi ve her tarafında dalgalanıp duran fasit cereyanlara kapılmaması da ayrı bir mucizedir.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in daha sonra yaptığı evliliklerin sebep ve hikmetlerine baktığımızda, her biri, Allah Rasûlü’nün büyüklüğüne, yüceliğine ve ahlâkının kemâline olan îmânımızı artırır. Hz. Hatîce (r.a), büyük bir adamın hayatını kemâle erdiren kadına en güzel misaldir.

Vahiy meleği Cebrâil (a.s) bir gün Rasûl-i Ekrem Efendimiz ile sohbet ediyordu. Hz. Hatice’nin elinde bir kap yemekle gelmekte olduğunu haber verdi. Sonra da şunları söyledi:

“–Hatice yanına geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Onu, Cennet’te inciden yapılmış bir sarayla müjdele! Orada ne gürültü vardır ne de yorgunluk.” (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 20) Hz. Hatice (r.a) bu ilahî selâma şöyle mukabele etmiştir:

“O (şanı yüce Allah Teâlâ) Selâm’ın kendisidir, selâm O’ndandır, Cebrâil’e de selam olsun, Ey Allah’ın Rasûlü, sana da Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi olsun!” (İbn-i Hişâm, I, 259-260; İbn-i Asâkir, Târîhu Dımeşk, c. 70, s. 118)

Âlimler bu cevaptan hareketle Hz. Hatice’nin derin bir anlayış sahibi olduğunu ifade ederler. Çünkü Allah’tan gelen selama mukabele ederken “Selam Allah’a olsun” dememiş, aksine “Allah selâmın kendisidir” demiştir.

Hz. Hatîce (r.a) Hicret’ten 3 sene evvel, İsrâ ve Mîrâc hâdisesinden önce vefat etti. Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hanımlarından hiçbirini Hatice’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Üstelik onu hiç görmedim. Fakat Rasûl-i Ekrem (s.a.v) onu sık sık zikrederlerdi. Bir koyun kesip etini parçaladıklarında, çoğu zaman Hatice’nin dostlarına gönderirlerdi. Bazen (dayanamayıp):

“–Sanki dünyada Hatice’den başka kadın kalmadı!” derdim. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

“–O şöyle şöyleydi” diye güzel vasıflarını sayarlar ve “Çocuklarım ondan oldu” buyururlardı. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 74-76)

Dipnotlar:

[1] İbn-i Hişâm, I, 206; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, I, 23. [2] Hâkim, III, 200/4837. [3] İbn-i Sa’d, VIII, 17. [4] İbn-i Sa’d, VIII, 14-15. [5] Hâkim, III, 200/4837. [6] Fâkihî, Ahbâru Mekke, IV, 7. [7] İbn-i Sa’d, VIII, 14-15.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.