Nefis Tezkiyesi ve Mânevî Terakkî İçin Bir Mürşide İntisâb Etmek Gerekli midir?

Tasavvuf

Mânevî terakkî ve nefsin tezkiyesi yolunda karşılaşılan zorluklar, doğru bir mürşidin rehberliği olmadan aşılması zordur. Tıpkı fırtınalı denizlerde sağlam bir kaptanın gerekliliği gibi, manevî yolculukta da ehil bir rehbere bağlanmak hayati önem taşır. Peki, nefsin temizlenmesi ve mânevî olgunluğa ulaşmak için bir mürşide intisâb etmek gerçekten şart mıdır?

Mâneviyat yolunda ilerleyen bir mü’min, çok değişik tecellîlerle karşılaşabilir. Zira insan kalbi, uçsuz bucaksız bir okyanus gibidir. Bu okyanusun suları bazen çok durgundur, bazense korkunç girdaplar hâlindedir. Bu okyanusta açıldıkça Rahmânî mi şeytânî mi olduğu bilinemeyen rüyalar, zuhûratlar, fertten ferde değişen bazı mânevî hâllerle karşılaşılabilir.

İşte bunların doğru bir şekilde teşhis ve tedbiri için; tecrübeli, dirâyetli bir mürşidin rehberliğine ihtiyaç vardır. Yani okyanusu sağ sâlim geçip sâhil-i selâmete ulaşmak için, geminin sağlamlığı kadar dirâyetli bir kaptan da lüzumludur.

Usta ve tecrübeli bir kaptan, nice fırtınalar içinde bile sâlimen yol almasını bilir. Bu sebeple; Hakk’a vuslat için mânâ okyanusuna açılmak isteyen biri, öncelikle ehil bir rehber bulmalı ve onun refâkatinde yol almaya çalışmalıdır. Aksi hâlde sayısız tehlikeler barındıran bu seyahatte, yolunu şaşırıp helâk olabilir.

NEFSİN TEMİZLENMESİ VE MÂNEVÎ OLGUNLUĞA ULAŞMAK İÇİN BİR MÜRŞİDE İNTİSÂB ETMEK ŞART MIDIR?

İnsanın mânevî tekâmülü için gerekli olan tasavvufî terbiye, sırf kitaplardan okumakla da gerçekleştirilemez. Nitekim Peygamber Efendimiz j de talebeleri olan ashâb-ı kirâmın eline kalem-defter vermedi. Onları 23 senelik nebevî hayatıyla, ilâhî emirleri fiilen yaşayıp yaşatarak yetiştirdi.

Kitâbî bilgiler lüzumlu ve faydalı olmakla birlikte, onun mutlaka hayata tatbik edilmesi ve yaşanması îcâb eder. Bu hususta karşılaşılması muhtemel müşküllerin halledilmesi için de; mânevî yolun inceliklerine vâkıf, örnek alınabilecek, tecrübeli bir rehbere ihtiyaç vardır.

Nasıl ki bir tıp kitabı okumakla ameliyat yapılamazsa, bir hukuk kitabı okumakla dâvâlar çözülemezse, mânevî hayat da mücerred hakikatleriyle birlikte, asıl amelî ve tatbikî bir hayattır.

Ayrıca bir hasta, kendi kendini tedavi edemez. Tedavisi için gereken ilâcı ve o ilâcı hangi dozda, ne aralıkla kullanacağını bilemez. Kendi kendine ilâç kullanmaya kalkarsa, fayda yerine zarar görebilir.

Evrâd ve ezkâr da mânevî bir reçete gibidir. Şahsın durumuna göre verilir.

Meselâ bir kimse daha sevap olsun diye kendi mantığıyla; orucu yirmi dört saat tutsa, daha sevap olur mu? Olmaz.

Bu sebeple seyr u sülûk denilen mânevî yolculuk da; âdetâ usta-çırak münasebetine benzeyen bir staj görmeyi, pek çok husûsu kalemsiz-deftersiz, fem-i muhsinden dinleyerek veya ehlinden müşâhede ederek öğrenmeyi ve tatbikata geçirmeyi gerekli kılar.

Dolayısıyla kâmil bir mürşide gönlü bağlamadan, düzgün bir tasavvufî hayattan söz edilemez. Bu yola rehbersiz adım atanlar, ekseriyetle ayak kaymasından kurtulamazlar. Bir üstâdın mânevî terbiyesine girmeden kendi başına sûfîliğe kalkışanlar, çabuk yanılırlar. Fakat kendilerini îkāz eden biri olmadığı için de hatalarının farkına varamazlar. Üstelik sûret-i haktan görünen nefs ve şeytanın hile ve iğvâlarına aldanarak yanlışlarını doğru zannederler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Sual ve Cevaplarla Tasavvufi Mülahazalar, Yüzakı Yayıncılık