Mahir İz Hocanın Ardından

Abidevi Şahsiyetler

İz bırakan bir öğretmen, Mahir İz Hoca’nın hayatından hatıralar.

"Medeni bir tarihe sahip olan köklü milletler, babalarının ve dedelerinin mirasına kondukları vatan toprakları üzerinde eser bırakmış olan ecdadına teşekkür borcunu ödeyebilmeleri için onların adını, hatıralarını, eserlerini kendilerinden sonra gelecek nesle yadigâr etmeleri icap eder.” Bu söz Abdullah Develioğlu’nun “Büyük İnsanlar” isimli kitabına Mahir İz Hoca’nın yazdığı ön sözün ilk cümlesidir.

Dinlemiş olduğum ve çok etkilendiğim bir hatırayı paylaşarak ecdadımıza olan teşekkür borcunu ödeme yolunda bir adım atmak, gelecek nesillere, özellikle eğitimcilere yadigâr etmek istedim. Çünkü bu hatıra, bende kalıp başkalarına ulaşmazsa vebalde olacağımı biliyordum.

Bir yakınımın taziyesi ve hatim merasiminde özellikle Erenköy eşrafından oluşan hazirun; hocaların okuduğu aşırlar, ilahiler ve ardından yapılan dualarla mest olmuşlardı. İkram esnasında içeride bulunan büyüklerin çeşitli konularda yapmış oldukları sohbet dinleyicilerin ilgisini çekiyordu. Bir ara konu Osmanlıca’ya geldi. Osmanlıca bilmenin gerekliliği, öğrenmenin zorluğu- kolaylığı, nasıl öğrenilebileceği gibi konular konuşuluyordu. İçerde bulunanlardan biri de oradaki hemen herkesin tanıdığı ve hürmet ettiği muhterem Mevlüt Çörtük Hocaefendi idi. Mevlüt Hoca Efendi de kendi fikirlerini paylaştıktan sonra Mahir İz Hocayla ilgili bir hatırasını paylaştı. Hem Osmanlıcanın lüzumunu anlatmış oldu, hem de gönüllere taht kuran gerçek ve örnek bir öğretmeni hayırla yâd etmemizi sağladı. Şöyle başladı Mevlüt Hoca:

Biz Mahir Hocamızın sohbetlerine katılmaya gayret ederdik. Çeşitli yerlerden gelen genç kardeşler de bu sohbetlere dahil olurlardı. Hocamız, dini, milli, edebi ve tasavvufi konularda derin izahatlar yapardı. Özellikle Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş dönemini çok güzel anlatırdı. Sohbetleri farklı mekânlarda olduğu gibi kendi evinde de olurdu.

Sohbetin Suadiye’de kendi evinde olduğu bir gün idi. Kalabalıktı. Herkes anlatılanları not almaya gayret ediyordu. Genelde notlar Osmanlıca tutulurdu. Bir ara salonun en arka kısmında bulunan ve notlarını Osmanlıca tutamayan bir delikanlı dikkatini çekmiş olacak ki “Delikanlı sen yeni misin? Şöyle öne, yanıma gel” diyerek kim olduğunu sordu. O gençte yeni olduğunu, İstanbul tarafında (Avrupa Yakasında) bir kolejde okuduğunu söyledi. Hocamız, kendisine Osmanlıca öğretebileceğini söyleyerek, vapurla hangi saatlerde karşıya okula geçtiğini sordu. O genç, “Efendim ben sabah saat sekizde geçiyorum” dedi. Hoca da “Ben sekiz buçukta geçiyorum ama ben kendimi sana göre ayarlayabilirim. Senin saatinde birlikte geçelim. Vapurun sintinesine (alt katına) inelim. Orada çalışırız. Ben sana bu yazıyı öğretirim inşallah.” dedi.

Tanıyanlarının “Muallim” sıfatını en çok yakıştırdıkları isimlerden birinin, Mahir İz olmasının tesadüf olmadığını bir daha anlıyorum. İnsanların gönüllerine iz bırakmak emek istiyor vesselam. Yukarıda bahsettiğim ön sözün içerisinden Mahir Hoca’ya ait başka bir cümleyi arz ediyorum: “İlahi hükümlere, düsturlara inanıp ta doğruya ve fazilete boyun kesenler kendini yetiştiren nesle sevgi ve saygı hisleriyle çırpınır, çalışır ve borcunu öder.”

Kaynak: Medet Bala, Altınoluk Dergisi, Sayı: 373