Kamil Bir İmana Sahip Olmanın Sırrı

Peygamberlere İman

Kamil bir imana sahip olmak için neler yapmalıyız? Kamil bir imana sahip olmanın sırrı nedir? İşte cevabı...

Kamil bir imana sahip olabilmek ancak Hz. Peygamberi aleyhissalâtü vesselam kendi nefsimizden daha fazla sevmemizle mümkündür. “Peygamber, müminler için kendi öz nefislerinden daha evladır” (Ahzab, 6) âyeti kerimesi ile kulların göz bebeği Hz. Peygambere (sav.) mutlak bir öncelik tanınması, mümince yaşarken her davranışın bu şuuru içermesi gerektiği belirtiliyor.

Hz. Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî şöyle buyuruyor: “Bahar gelmekle taş yeşermez. Toprak gibi yumuşak ol ki sana da bir Muhammedi güneş huzmesi gelirse Muhammedi feyizler bitsin, halk olsun!”

Allah’ın rahmeti her daim üzerimizdedir. Bir an bile kesilse hiç bir alem yaşanabilecek bir halde kalmaz. Nasıl ki Allah’ın rahmetine her an muhtaçsak, bu ilahi rahmetin kaynağı olan Rasulullah Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’e olan daimi muhabbetin kalbimizde olmasına muhtacızdır.

ONUN SEVDASI BENZERSİZDİR

Biz en şereflisi, Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed’i(sav) anlamak ve sevmek mecburiyetindeyiz çünkü onun bize olan sevdası benzersizdir. O en seçkin insandır, varlık sebebidir, ama o kulluğu tercih etmiştir. Kulluğa giden ana yol Peygamber Efendimiz’e benzemekten geçer. Biz Peygamber Efendimiz’i (sav) kendi hayatımıza ne kadar rehber edebilirsek, O’na olan muhabbetimiz o kadar artar. Peygamber Efendimiz’e olan aşk, O’na giden yolun rehberidir. Civâr-ı huzurunun anahtarı ona benzemeye çalışmakla elde edilir. Fahr-i Kâinat Efendimizin nuruyla ancak kendimizi, ailemizi, dünyevîliklerimizi ve sevdiklerimizi fedâ ederek nurlanabiliriz. Kamil bir imana sahip olabilmek ancak Hz. Peygamberi aleyhissalâtü vesselam kendi nefsimizden daha fazla sevmemizle mümkündür. “Peygamber, müminler için kendi öz nefislerinden daha evladır” (Ahzab, 6) âyeti kerimesi ile kulların göz bebeği Hz. Peygambere (sav.) mutlak bir öncelik tanınması, mümince yaşarken her davranışın bu şuuru içermesi gerektiği belirtiliyor.

Peygamber Efendimizi aleyhissalâtü vesselam tanıyabilmek, O’nun nurunu müşahede etmek adına bu dünyaya geldik. Allah’ın Habibine olan aşkına katılmak için bu dünyaya geldik. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber (sav) hakkında, “...İşte size Allah’tan bir nûr ve apaçık bir kitap gelmiştir.” (Maide, 15) İnsanoğlunun hayatta karşılaştığı her bir problemin çözümü, aslında yegâne öğretmenimiz, rehberimiz, hidayet nurunun kaynağı olan Habibi Hudâ Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’in ta kendisidir. Çünkü O, yaşayan Kur’an’dır. Hayatın her alanında, her birimiz için en mükemmel örnek olmuştur. O, bize asil karakteriyle nasıl mükemmel bir öğretmen, baba, danışman, savaşçı, eş, çalışan, kumandan olunacağını göstermiştir. Kendi ifadesiyle O, “güzel ahlakı tamamlamak için” gönderilmiştir. Cahiliye devrinde gelmiş ve bilinçsizliğin karanlıklarını en küçük zerrelerine varana kadar ortadan kaldırmıştır. Bu dünyanın rastladığı en tesirli temizliktir. O fani varlığımızı sonsuz merhamet ve keremiyle nurlandırmıştır. O’nun sayesinde müthiş bir birleştirici güç ve evrensel bir sevgi bütün kâinata yansıyor. O farklılıkları ve ayrılıkları yok etmiştir.

Efendimiz Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselam faziletler güneşi, kalplerin sevgilisi, kulların baş tacı, abd-i has ve irşad nurudur. O, (sav) Allah’ın en mükemmel ve mükemmil aynasıdır. Hakîkat madeni odur. Kâmil aşkın cisimleşmiş halidir. Enbiyanın serdarı, kâinatın muallimi, nübüvvet ve risalet güneşidir O sallallahu aleyhi ve sellem. Kur’ân, diğer bütün ilâhî vahiyleri ihtiva etmektedir. Bu yüzden Efendimiz, nübüvvet’in mührü ve hâtemidir. Kur’ân’ın bütün hikmeti Efendimiz’de mündemiçtir; Kur’ân, Efendimiz’in zâtını, sıfatlarını, irfanını, hayatını, kalbini ve ahlâkını anlatmaktadır. Onun varlığı Kur’ân’ın kelimâtında remzedilmiştir. Hz. Peygamberin tabiatı, ahlâkı, güzelliği ve şahsiyeti Allah’ın kâinatı ve içindeki her şeyi yaratma sebebidir. Habîb’ine, “Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım” diye hitap buyurmuştur Rabbü’l-Âlemîn. O, (sav) bütün irşad makamlarının sahibidir. Kur’ân’da; “(Habîbim!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tâbi’ olun ki, Allah (da) sizi sevsin ve günahlarınızı size bağışlasın!” (Al-i İmran, 31) buyurulmuştur.

Bütün hayatı boyunca Efendimiz’in doğrudan kendi aziz nefsi için dilediği bir şey, yaptığı bir dua, bir niyet, güttüğü bir maksat, varmaya çalıştığı bir hedef olmamıştır. O, dünyadaki varlığını tamamen kendi ümmetine adamıştı. Eğer Allah’ın Habîb’ine benzemek istiyorsak, O’nun ümmetine yaptığı asla bitmeyecek olan ve şu an da geçerli olan çağrısına kulak verip icabet etmeliyiz. Her an gelen rahmet, nimet, lütuf, ihsan ve merhamet çağrısına her an icabet halinde olmalıyız. Efendimiz’in hasret ve özlemlerini paylaşırsak, o zaman Rabb-i Teâlâ’nın Habîb’ini bu dünyaya gönderme maksadına uygun bir iş yapmış oluruz. Dahası, Efendimiz’in ardında öylesine bir saf tutmalıyız ki Fatihâ’nın “İyyâke na’büdü ve iyyâke nestain” kısmında bedenî, kalbî, hissî ve zihnî bir fena hali yaşayabilelim. Bu dördüncü âyetle kulluk şuuru zirveye varıp bütün varlığımıza sirayet ediyor.

SÜNNETİ OLAN TEK PEYGAMBER

Sünneti olan tek peygamber Hâtem-ül Enbiyâ’dır. O, bizi; “Size benim sünnetime sımsıkı yapışmanızı sarılmanızı tavsiye ederim” diye müjdeledi. Sünnet onun hayat tarzıdır. Bu Ümmet-i Muhammed’e verilmiş en büyük lütuftur. Ehl-i Sünnet, Muhammedî yaşayabilmek için Allah ‘ın rahmetine sığınır, çünkü O Allah’ın huzurundaki sırdır. Muhammed Esed, ‘Yolların Ayrılış Noktasında İslam’ kitabında şöyle der: “İslam vücudunun, hem sağlık hem de hastalık zamanında yönelebileceği, bünyesine sindirerek organlarının tam manasıyla kuvvetlenmesini ve hayat imkanı kazanmasını temin edeceği tek ilâç, Rasûl-i Ekrem’in (sav) sünnetidir. Sünnet, on üç asırdan fazla bir zaman içinde vâki İslâmi diriliş ve gelişmeyi anlamanın anahtarı olmuştur; şimdiki çöküş ve çözülüşümüzü anlamanın da anahtarı niçin olmasın? Rasûlullah’ın (sav) sünnetini uygulamak, İslâm’ın varlığını ve ilerlemesini korumak demektir. Sünnetin terki ise, İslâm’ın çökmesidir. Sünnet, İslâm binasını tutan çelik iskelet idi, Sen, herhangi bir binanın iskeletini yok edince, kâğıttan bir baraka gibi onun çökmesine şaşar mısın?”

Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed(sav) dünyadaki varlığını tamamen kendi ümmetine adamıştı. “Şanım hakkı için, size kendinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür ve müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe, 128). Hazreti Peygamber’in(sav) büyüklüğü ilimde, hikmette, zekâda ve ferasetteki üstünlüğünde değil, yoksulluğunda, hiçliğinde, tevazuunda, kulluğunda ve itidalinde yatmaktadır. Günde yüz kez tövbe ediyor, tekrar tekrar Rabbine yalvarıyordu: “Hamd sanadır Ey Rabbim, Seni Senin ilminin gerektirdiği kadar bilemedik, ey Zâhir! Hamd sanadır Ey Rabbim, Sana kulluğun gerektirdiği kadar hamd edemedik ey Hamîd!”

Cenab-ı Hakk’ın Nur-u Muhammedî’sinden daha yakın hiç bir şey yoktur. O, hem aydınlanmış, hem de aydınlatıcı olarak şöyle yakarıyordu; “Ey Rabbim! Bize eşyayı olduğu gibi göster!” Diğer peygamberlerin bütün ilmi, nuru ve kemâli, en asil Rasûlün yansımalarından ibarettir. Halbuki o tam bir tevazu içinde dua ediyordu; “Ey Rabbim! Beni fakir olarak yaşat, fakir olarak öldür, ve fakirler arasında dirilt!” Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz Peygamberlerin nihai ve hatemiydi, ama o bunu şöyle ifade ederdi; “Ben duvarı tamamlayan son tuğlayım.” Uhud Harbi’nde ashabı ondan, Rabbinden; “Düşmanı kahretmesini dilemesini” talep etti. Yüzü kanlar içindeydi, ama o af için dua etti; “Ya Rab! Kavmimi affet, onlar bilmiyorlar.”

Hz. Peygamber’i O’nun izinden gidip, O’nu takip ederek sevmeliyiz. O’nun sünnetine riayet ederek O’nu sevmeliyiz. Ve Ancak O’nu severek ancak onun izinden gitmiş oluruz.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi 2019 Aralık, Sayı:406

BENZER YAZILAR