İslami Ölçüde Düğün Ne Olmalı?

HAYATIMIZ

Dinimize göre düğün nasıl olmalıdır? İslami ölçüde düğün ne olur? İslami ölçülere uygun düğünün nasıl olması gerektiğini yazımızda okuyabilirsiniz...

İslam nezdinde kötü ve yanlış olan bir şeyin kim veya hangi merci tarafından yapıldığına bakılmaksızın önüne geçilmesi veya ortadan kaldırılması esastır. Nitekim hiç kimsenin hatırı Allah ve Rasûlü’nün hatırından daha önemli değildir. Bir Müslümanın İslâm’ın temel prensiplerine göre vaziyet alıp “ıslah edicilerden” olması alamet-i farikalarındandır. Aksi takdirde fesada/bozulmaya seyirci kalınmış olur ki bu da vebali muciptir.

MÜSLÜMANIN İKİ SORUMLULUĞU

Müslüman olmaktan kaynaklanan kardeşlik; kardeşlikten neşet eden sorumluluk hayatımızın her alanında ferdi ve ictimâî mesuliyetlerimizi yerine getirmeyi gerektirir. Bu sorumlulukların tezahür ettiği önemli iki olgudan biri düğün merasimleri, diğer ise cenaze taziyeleridir.

Tebrik ve temenni; taziye ve teselli Müslüman bir toplumda insanları birbirine rabt eden önemli iki olgudur. Tebrik ve temenni, düğünlerde gösterilen dayanışmada tezahür ederken taziye ve teselli cenazelerde ortaya çıkan merhamet ve tesânüdün birer nişanesidir. Nitekim bir Müslümanın diğer Müslüman üzerindeki haklarından biri düğününde tebrik etmek; diğeri ise cenazesinde teselli etmektir.

Evlilikler birer aile olmanın ve yuva kurmanın adı olduğu gibi Anadolu tabiriyle “el içine çıkmanın” da ilk adımıdır. Eşlerin birbirlerine karşı hak ve sorumlulukları özel ele alınması gereken bir konu olmakla birlikte, öncelikli olarak düğün öncesi ve esnası ile alakalı sorumlukların İslâmî çerçevede olması, helaller-haramlar; yasaklar-teşvikler bağlamında incelenmesi gerekmektedir. Çünkü düğünler sadece yemekten, nümayişten, tebrikten veya davetten ibaret değildir. Bilakis yasaklanan sifâh (flört-zina) birlikteliğine düşmeden meşru nikah akdi yaparak neslin helal çerçevede devamlılığının sağlanmasıdır.

İSLAMİ ÖLÇÜLERE UYGUN DÜĞÜN

Diğer İslâmî hükümlerde olduğu gibi bir Müslümanın, nikâh akdi ve düğün merasiminin de meşruiyet çerçevesini Allah Teâlâ’nın ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) koyduğu sınır ve çizdiği çerçeve ile tahdit etmekten başka bir çıkar yol ve yöntem yoktur. Bu tür merasimleri diğer nümayiş ve birlikteliklerden ayıran hususların başında ise verilen düğünler gelmektedir.

Düğünlerden maksat evliliği duyurmak, kız ile oğlanın birlikteliğinin ayette yasaklanan sifâh (flörtleşme-gizli birliktelik) olmadığını deklare edip bunların meşru bir akit yolu ile aile olduklarını ilan etmektir. Düğün yemeğinden maksat ise insanların tebriklerini kabul etmek, bereket niyazı ve tasadduk maksadıyla ikramda bulunmak, aile olmak için girişilen bu teşebbüsün hayırla devam etmesi için yapılacak dualara verilen yemeklerle “Âmin!” diyebilmektir. Asr-ı saadette adına velîme denilen düğün yemeğine Hz. Peygamber (s.a.v.) özel ehemmiyet atfetmiş; düğün yapan herkesin imkân ve durumu nispetince ikramda bulunması ve yemek vermesini tavsiye etmiştir.[1]

Hz. Peygamber (s.a.v.) düğün yemeğinin, çağrılan davetlilerin durumuna göre hayırlı veya hayırsız; bereketli yahut bereketsiz (neticesiz ve faydasız) olacağını ifade maksadıyla “Davet edilen en faydasız ve bereketsiz (şerli) yemek, zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağrılmadığı düğün yemeğidir.”[2] buyurarak düğünlerin sadece zengin ve itibarlı kimselerin bilmesi ve onlara hoş görünmek için yapılan merasimler değil; toplumu oluşturan tüm kesimin nasipleneceği, topluca dua edeceği, kızla oğlanın evlendiğini zengin-fakir herkesin öğrenip haklarında sû-i zanda bulunmayacağı bir birliktelik olmasını emretmiştir. Bu sebeple İbn Mes'ûd (r.a.) bu konudaki hassasiyetini “Zenginlerin çağrılıp fakir kimselerin davet edilmediği düğün yemeğine gitmememiz emredildi.”[3] dile getirerek zımnen “Fakire yer verilmeyen ve onların layık görülmediği sofrada bizim yerimiz yoktur.” vurgusunu yapmakta; Ebû Hureyre’nin ise “Sizler davet edildiğinde gelecek olanları (fakirleri) çağırmayıp davet edildiklerinde gelmeyecek olanları (zenginleri) çağırmak suretiyle düğün davetlerinizde isyan eden kimseler olmaktasınız.” dediği nakledilmektedir.[4]

Düğün merasimlerinde davet sahibinin görevi, Allah ve Rasûlü’nü hoşnut edecek, fakirlerin ağırlanıp gönülleri zengin şekilde uğurlanacağı bir ikram hazırlamak iken davet edilen kimsenin de hatır sayıp davet eden kimsenin gönlünü kırma hatasına düşmeksizin tebrik ve temenni için bu davete icabet etmek olacaktır. Nitekim bu konu ile alakalı Hz. Peygamber (s.a.v.) “Davet edilmesine rağmen buna icabet edip iştirak etmeyen kimsenin Allah ve Rasûlü’ne karşı gelmiş olacağını” ifade etmektedir.[5]

Düğün merasimini ölü evinden ayıran husus mutluluk, şükür, iyi dilek ve temennilerin meşru dairede ifade ve izhar edilmesine bağlıdır. “Neşe ve sürur”, şükür duygusunun farklı terennüm ve şekillerle ifade edilmesini gerektirebilir ve insan bu duygusunu folklorik-yöresel oyunlarla izhar edebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) “Helal ile haram arasındaki fark, def ve ses ile duyurmaktır.”,  “Def çalmak suretiyle nikahı ilan ediniz.”[6]  buyurarak nikâhı zinadan (gizli birliktelikten) ayıran farkın meşru çerçevede mahremiyet ve itidal ekseninde yapılan merasim olduğunu; düğün veya farklı bir usulle bu nikahın ilan edilmesi olduğunu ifade etmiştir.

Bununla alakalı olarak İbn Arabî “Cefa vaktinde sefadan söz etmek, cefa sahibine ezadır. Sefa zamanında cefadan bahsetmek, sefa sahibine cefadır.”[7] (Ölü evini düğün evine çevirmek cenaze sahiplerine ne denli acı verirse düğün evinde de yas tutmak düğün sahibine o denli acı verir. Oynamanın yeri ölü evi olmadığı gibi yas tutmanın yeri de düğün evi değildir.) söylemekte; duruma göre yerli yerince hareket ederek hakkı teslim etmeyi tavsiye etmektedir.

Bütün bu İslâmî ölçüler muvacehesinde düğün merasimleri hiçbir zaman mahremiyet ihlalinin, “Zaten bir defa oluyor.” diyerek kadın-erkek bir arada bulunmasının veya heves ve hevâ için örtünme ve tesettürün ikinci plana atılmasının meşrulaştırıcı sebebi olamaz.

Düğün merasimlerinde ortaya çıkan ve ne kardeşlik hukukuna göre hediyeleşmeyle ne de yardım ve teavün hususuna göre maddî destek olmayla bağdaşmayan beklenti içine girerek adeta borçlandırma usûlü üzere hediyeleşme adetidir. Düğünlerde takılan takılar, temlik edilerek yapılan hediyelerdir. Yani “Ben ona şu kadarlık bir takı-altın taktım, şu miktar ve pahada bir hediye verdim, onun da bana bu kadarlık takı takması veya benim verdiğim hediyeye muadil bir hediye vermesi lazım.” şeklindeki anlayış problemlidir ve hediyeleşme ve yardımlaşma hukuku ile örtüşmemektedir. Nitekim düğünlerde, düğün yapan kimsenin işini kolaylaştırmak için takı takılır; hatır için hediye verilir. Beklentiye girilerek yapılan hediye şer'î açıdan uygun değildir. Unutulmamalıdır ki Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi “İyilik eden, mükâfat bekliyorsa tefecidir.”

Velhasıl düğün merasimleri ve taziyelerin, tebrik ve tesellilerin Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ifade ettiği çerçevenin dışına çıkması durumunda maddî olarak külfet; manevî olarak da kasvettir. Nitekim “Haddini-bağlamını aşan her şey zıddına inkilâb eder.” diyen ulema, bu hususta itidalli olmayı tavsiye Hz. Peygamber’in “İşlerinizde orta yolu tutunuz, istikamet üzere olunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz.”[8] ifade ve buyruklarını her zaman merkeze almışlardır.

Dipnotlar:

[1] Tirmizî, Nikâh 10; Buhârî, Nikâh 68. [2] Müslim, Nikâh 3507. [3]İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî, XIV, 543. [4] Bedreddin el-Aynî, Umdetü’l-kârî, XX, 227. [5] Buhari, Nikâh, 73. [6] Tirmizî, Nikâh, 5. [7] Muhyiddîn İbn Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, II, 59. [8] Buhârî, Rikâk 18.

Kaynak: Mehmet Büyükmutu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 449