İbn Sirin (k.s) Kimdir?

KİM KİMDİR?

İbn Sirin (k.s.) kimdir? İbn Sirin (k.s.) hangi yaşamıştır? İbn Sirin (k.s.) nasıl bir ahlâk ve fıtrata sahipti? İbn Sirin Hazretleri'ni tanıyan, bilen Hak dostları onun için ne diyor? İbn Sirin'in (k.s.) kısaca hayatı...

Adı Muhammed b. Sîrîn, künyesi Ebû Bekir, nisbesi el-Basrî. Kûfe’nin batısında Aynü’t-temr’den. Sahâbeden Enes b. Mâlik’in âzadlısı. Saadet asrına ulaşan zâhidlerden Hasan Basrî’nin arkadaşı. Annesi Safiye, Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh’ın azâd ettiklerinden. Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında Hicri 33 (654)’de doğdu. Enes b. Mâlik, Abdullah b. Amr, Ebû Hüreyre, İkrime, Abdullah b. Abbas, Zeyd b. Sâbit gibi sahabilerle görüştü. Onlardan hadis rivayet etti. Hadîs rivayetinde metne bağlılığı ile meşhurdu. Hasan Basrî’den yüz gün sonra 110/729’da öldü.

İbn Sîrîn, takvâ ve verâ sahibi, ihvâna ikrâmı seven, din kardeşlerini her vesileyle ziyarete itinâ eden, geceleri ağlayıp gözyaşı döken Hakk aşıkıydı.

Nitekim Abdullah el-Müzeni O’nun hakkında: -“Asrının en muttakî ve verâ sahibi zâtını görmek isteyen İbn Sîrîn’e baksın. Allah’a andolsun ki, ondan daha verâ sâhibi birini görmedim” derdi.

Ebû Bekir Vâsitî “Muttaki, İbn Sîrîn gibi olur”, der ve şöyle anlatırdı: Bir defasında kırk külek yağ satın almıştı.

Hizmetçisinin, birinden bir fare ölüsü çıkardığını görünce hangisinden çıkardığını sordu. Hizmetçi, “bilemiyorum” deyince hepsini döktü.

Hakk'ı Söylemekten Çekinmez

Hasan Basrî ve Şâbî gibi zatlarla görüştü, sohbetlerde bulundu. Hattâ Süvâr b. Abdullah, İbn Sîrîn ve Hasan Basrî hakkında “O ikisi bu memleketin efendileridir” derdi.

Abbasî valilerinden İbn Hübeyre, İbn Sîrîn, Hasan Bas­rî ve Şabi’ye haber gönderip yanına çağırdı. İbn Sîrîn’e hitaben:

– Yâ Ebâ Bekir, bizim kapımıza gelince neler gördün? diye sordu.

İbn Sîrîn:

– Apaçık bir zulüm, dedi. Halife’nin yeğeni bu söze müdâhele edecek oldu. İbn Sîrîn bu sefer ona dönerek:

– Suâl size sorulmadı, bana soruldu, dedi.

İbn Hübeyre, Hasan Basrî’ye 4000, İbn Sîrîn’e 3000, Şabi’ye de 2000 dirhem vermek istediyse de İbn Sîrîn bunu reddetti.

İbn Sîrîn son derece yumuşak huyluydu. Nitekim onun hakkında “Hilmi İbn Sîrîn’den öğrenin” denilmiştir.

Şöyle derdi:

– Allah Tealâ, hayrını murad ettiği kulunun kalbine bir nasihatçı koyar ki o, ona iyiliği emreder, onu kötülüklerden vazgeçirir.

Havf ve Reca Arasında Muttaki Bir Kul

Kendisi hakkında endişeli, ümmeti Muhammed hakkında dâima ümitliydi. Nitekim Fudayl b. İyâd: “Bu ümmet içinde İbn Sîrîn’den daha çok Allah’dan korkan ve ümidvâr olan birini görmedim” dedi.

Mütevaziydi, ketenden dokunmuş basit elbiseler giyerdi. Çok konuşmazdı.

“Söylediklerinin yazıldığını bilen kimsenin çok konuşmaya dili varmaz” derdi. “Lâtif bir kimse için söz, yalana ihtiyaç göstermeyecek derecede geniştir.” der, yalana başvurmadan yumuşak ve ölçülü konuşmayı tavsiye ederdi.

Edeblerin Hangisi

Sordular:

– Edeblerin hangisi Allah Teâlâ’ya daha yakındır? Cevap verdi:

– Allah’ı Rabb tanımak, O’na itaat etmek, nimet zamanında Allah’a hamdetmek ve sıkıntıda sabretmek.

– Şu üç sıfat kendinde bulunan garip sayılmaz. Edebe sarılmak, başkasına eziyeti bırakmak ve şüpheden kaçınmak.

Gecenin belli saatinde kalkar, namaz kılar, gözyaşı dökerdi. Yedi çeşit evrâdı vardı. Onlardan birini gece yapamazsa gündüz tamamlardı. Daima Hakk’ın zikriyle meşguldü. Nitekim Musa b. Muğire şöyle anlatıyor: İbn Sîrîn’i güpegündüz çarşıda tekbir, teşbih ve zikr-i ilâhi ile meşgul gördüm. Bir adam kendisine: “Ya Ebâ Bekir hayrola bu saatte bu ne hâl?” diye sordu. O da: “Bu saat tam gaflet ânı, gaflet ânında gerekli olan ise zikir ve nasihattir.” diye söyledi.

Avf anlatıyor:

Bir gün İbn Sîrîn’in yanına gittim. Haccâc’ı gıybet etmek istedim. İbn Sîrîn bana “Hiç şüphe etme ki, Allah Teâlâ hükmünde âdildir, başkalarının hakkını Haccâc’dan alacağı gibi, Haccâc’ın hakkını da başkalarından alacaktır. Huzûr-i ilâhiye çıktığın zaman işlediğin en küçük günah senin için Haccâc’ın işlediği en büyük günahtan daha kötü ola­caktır.” dedi.

Yanında biri, kِtü hasletleriyle anılsa bir iyi tarafını bulur, ِyle mukabele ederdi. “Falan seni gıybet etti, ona helâllik versen” denildiğinde ise “Allah’ın haram kıldığını, ben nasıl helâl yapabilirim?” derdi.

ضlümü asla unutmaz, bahsedildiği zaman bütün organları adetâ ِlmüşcesine hareketsiz kalır, “ضlmeden evvel ِlmek” sırrına ermeğe çalışırdı.

Yemeği tartarak dirhemle ve çok az yer, bir gün oruç tutup bir gün iftar ederek savm-ı Dâvud’a devam ederdi. Her gün gusletmek adetiydi, iyi veya kِtü hiç kimseye hased etmezdi.

Anneye Hürmet

Annesine çok hürmetkardı, onun yanında konuşurken sesini asla yükseltmezdi. Cevap vermesi gerekirse işaretle veya çok yavaş sesle konuşurdu.

Bir defasında borcunu ödeyemeyen birine kefil oldu. Kendisi de ödeyemeyince hapse attılar, akşam olunca zindancı kendisine:

– Şimdi evine git, sabah gelirsin, dedi, o bu teklifi beğenmedi ve:

– Sana tevdi edilen vazifeye hıyanet suretiyle bana iyilik etmeye kalkışma dedi.

Şöhretten ve övülmekten hoşlanmaz, verdiği fetvalar çok beğenildiğinde yapılan iltifatlardan sıkılırdı. Bir defasında bir fetvası çok beğenildi ve “Ancak ashabın fetvası bu kadar güzel olabilir” denildi. O “Allah’a andolsun ki biz sahabenin fıkıh bilgisine ermeyi arzu etsek bile, akli kavrayışımız buna yetmez.” dedi.

Şöyle nasihat ederdi:

“Eline bakacağın kadını değil, senin eline bakacak kadını nikâhla!” -rahmetullahi aleyh-

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

Kaynaklar : İbn Sa’d, Tabakat, VII, 193-206; Hılyetü’l-evliyâ, II, 263-290; Sıfatu’s-safve, III, 241-248; İbn Hallikân, Vefayâ-tü’l-a’yân, IV, 181-183; Şa’rânî. et-Tabakatü’l-kübrâ, I, 31; el-Menûfi, Cemheretü’l evliyâ, II, 94-96; A’lâmü’n-nübelâ, 606-622.