“Göz Dikmediğin ve İstekli De Olmadığın Halde Sana Gelen Sadakayı Al” Hadisi

İbadet Hayatımız

Hadisi şerifi nasıl anlamalı ve amel etmeliyiz? Peygamber Efendimiz (s.a.v) Hz. Ömer'e (r.a) nasıl nasihatte bulunuyor?

Sâlim İbni Abdullah İbni Ömer, babası Abdullah İbni Ömer’den, o da Ömer radıyallahu anhüm’den rivayet ettiğine göre Ömer şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem arada sırada bana gâzilik bahşişi verirdi. Ben de kendisine:

Bunu benden daha fakir ihtiyaç içinde kıvranan birine verseniz, derdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de cevaben:

- “Sen bunu al! Göz dikmediğin ve istekli de olmadığın halde sana gelen böylesi malı al. Kendine mal et, ister ye ister tasadduk et! Fakat böyle olmayan bir malın peşine de düşme!” (Buhârî, Zekât 51; Ahkâm 17; Müslim, Zekât 110. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 94)

  • Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Müellif Nevevî’nin âdeti her konuya âyetlerle başlamak olduğu halde burada herhangi bir âyet zikretmeden doğrudan hadise geçmiş ve sadece bir hadis zikretmiştir. Çünkü bu  hadis konuyu yeterince açıklamaktadır.

 Her türlü iyilik ve ihsâna  atâ denilmekle beraber asıl atâ, genellikle mücâhidlere yıllık veya aylık olarak verilen gâzilik bahşişine denir. Bu bahşiş, zekâtın verileceği yerlerden biri olup gâzilerin âyetle tesbit edilmiş payıdır. Hadisimizdeki  atâ, o payın dışında verilen bahşişi ifade eder.

Hz. Ömer’in, böyle bir ikrâmı, kendisinden daha muhtaç olanları hatırlatarak almak istememesi, Hz. Peygamber’in takdirine karşı gelmek olarak asla değerlendirilemez. Ayrıca bu olay, Hz. Peygamber’in daha muhtaç durumda olanları ihmal ettiği anlamına  da gelmez.

Bir müslümanın, istemediği ve  göz dikmediği halde kendisine verilen hediyeyi ve ikrâmı kabul etmesinin, dilenmekle bir ilgisi yoktur. Hz. Peygamber’in Hz. Ömer’e “Sen bunu al!.” buyurması, bu kabil malları ve ikrâmı kabul etmenin mübah olduğunu gösterir. “Kendi mülkiyetine  geçirdikten sonra ister ye, ister daha layık gördüğün birine tasadduk et!” tavsiyesi de “iyilik yapma” yolunun daima açık olduğunu göstermektedir. Birinden bir ikrâmı ya da bahşişi kabul eden kimsenin onu mutlaka  kendisinin kullanması veya harcaması gerekmez. Pek âlâ o da başkasına ikrâm etmek suretiyle o malı değerlendirebilir. Asıl önemli olan, göz dikerek, hırs göstererek ve isteyerek bir malın peşine düşmemektir.

Nitekim Abdullah İbni Ömer de bu hadisi öğrendikten sonra, kimseden hiçbir şey istememiş, ama kendiliğinden gelen hediyeyi de kimden geldiğine bakmadan kabul etmiş, reddetmemiştir.

Belirtildiğine göre İslâm bilginleri hediye kabûlü konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Özeti şudur:

  1. Helâl yoldan kazanıldığı bilinen hediyenin reddi uygun değildir.
  2. Haramdan kazanıldığı bilinen hediyenin kabulü doğru değildir, hatta haramdır.
  3. Nereden kazanıldığı bilinmeyen hediye hakkında araştırma yapmaya gerek yoktur. Kabul edilmesi daha münâsip olur.

Bu hadîs-i şerîf, bazı bilginlere göre, sultandan başka herkesin hediyesini kabule teşvik etmekte, bazılarına göre ise, yalnızca sultanın hediyyesini kabule teşvik etmektedir. Taberî ise, “Hediye sultandan olsun başkasından olsun, mutlak surette kabul edilir. Zira hadiste bu konuda herhangi bir sınır getirilmemiştir. Sadece göz dikmek, istemek gibi haller istisnâ edilmiştir” demektedir. Yine Taberî, Ehl-i kitap’tan cizye alınmasının mübah olduğunu, halbuki onların kazancında şarap ve domuz ticâretinin inkâr edilemez bir payı bulunduğunu hatırlatarak, malını helâlden mi yoksa haramdan mı kazandığı bilinmeyen bir müslümanın hediyesini kabul etmenin mübah olduğu sonucuna varmaktadır.

Günümüzün karışık ve karmaşık ekonomik sistemi içinde Taberî’nin görüşüne göre hareket etmek,  müslümanlar arası ilişkiler bakımından isabetli olur kanaatindeyiz. Şu kadar var ki, kazancının  haram olduğu  bilinen kimsenin hediyesini kabul etmek de haramdır.

  • Hadisten Çıkarmamız Gereken Dersler Nelerdir?
  1. İstemeden verilen helâl malı almak, almamaktan daha hayırlıdır.
  2. İslâm hükümdarının verdiği atiyyeyi geri çevirmek edebe aykırıdır. Zira Allah Teâlâ, “Resûlün size verdiğini alın!” [Haşr sûresi (59), 7]  buyurmuştur. Bazı âlimlere göre müslüman yöneticinin ihsânını kabul etmeyen bu emre uymamış  olur.
  3. Hz. Ömer, fazilet ve takvâ sahibi bir büyük sahâbîdir