Gazze İçin Ne Yapabilirim?

ÜMMET

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, Gazze’de yaşanan zulmü tarihteki Mekke dönemi, Çanakkale Savaşı ve Ashab-ı Kehf örnekleriyle kıyaslayarak Müslümanların iman, sabır ve direniş ruhunu vurguluyor. Müminlerin zalime meyletmeyip mazlumun yanında olması, maddi veya manevi destek vermesi ve dua ordusunun bir parçası olarak ümitvar kalması gerektiğini hatırlatıyor.

İbn Haldun vardır, meşhur sosyolog. O diyor:
“Geçmiş hadiseler, gelecek olanlara suyun suya benzemesinden daha çok benzer.”

Bugün de Gazze’de yaşananlar, sanki 14 asır önce Mekke’de yaşananlara çok benziyor. Aynı zulümler o zaman Müslümanlara, Efendimize (s.a.v) yapıldı. İlk Müslümanlar, Mekke devrinde hicrete kadar 13 sene boyunca imanın bedellerini çok ağır şekilde ödediler. Açık zulüm, boykot, Habeşistan hicretleri gibi birçok meşakkat hep iman mukabilinde ödedikleri ağır bedellerdi.

Fakat onlar, imanları uğrunda şehit oldular. Can verdiler ama asla imanlarından taviz vermediler. Bir irtidat hadisesi olmadı. Bugün de Filistin’de Müslümanlar aynı dik duruşu sergiliyor; İslam’ın izzetini, Müslümanların vakarını, imanın kazandırdığı metaneti bütün cihana gösteriyorlar.

Yine geçmişte Çanakkale’de yaşandı. Çanakkale de bugünkü Gazze gibiydi. Orada maddi gücümüz, düşmanın gücüne nispetle çok azdı. Askerin İstanbul’dan Çanakkale’ye gidecek kadar ayakkabısı bile yoktu, zaman zaman atacak barutu bile kalmıyordu. Fakat müşahhas bir can ve mal infakı yaşandığı için zafer müyesser oldu.

Demek ki bir zaferin şerefi, katlanılan meşakkatler nispetindedir. Mehmetçik orada silah kifayetsizliğini iman gücüyle telafi ediyordu. Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Nice az sayıda birlik, Allah’ın izniyle çok sayıda birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.”

Yine Fatiha’da “İyyâke na’budu ve iyyâke nesteîn” diyoruz:
“Ancak sana kulluk yaparız, ancak senden yardım dileriz.”
Fakat bu, müfred değil cemî olarak geliyor; hep beraber, cemaat halinde “iyyâke nesteîn” diyoruz. O zaman Allah’ın yardımı geliyor. Dolayısıyla bir mümin “iyyâke na’budu”nun içine girecek ve “iyyâke nesteîn” olacak.

Onun için doğru bir mümin bedbin değil, daima nikbin olacak; ümitvar olacak. Gazze’nin sonu da inşallah büyük bir rahmettir. Yani biz kendi durduğumuz yeri mizan etmemiz lazım. Bizler, Allah yolunda fedakârlıklarımızı Filistinli kardeşlerin fedakârlıklarıyla mizan ederek acaba ahirette biz aynı cennette onlarla Gazze’de beraber olabilecek miyiz?

Bugün Siyonist Yahudiler de tahrif olmuş dinlerine sımsıkı sarılmış vaziyettedir. Maddi menfaat, dünya saltanatı… Kendi üstün bir ırk olduğuna inanıyorlar. Katliam yapmak, yıkıp işkence etmek gibi pek çok rezil fiil, tahrif edilmiş kitaplarında yer alıyor.

Tahrif edilmiş bir iki satır okuyayım oradan:
“Şimdi git, onların her şeyini tamamen yok et ve onları esirgeme. Erkekten kadına, çocuktan emzikli olana kadar hepsini öldür.” (Tevrat, 1 Samuel, 15:3)
Yine buna benzer birçok ifadeler…

Böyle din mi olur? Böyle, vicdanları iptal damgası yemiş bir din olabilir mi? Biz ne kadar şükredeceğiz! Cenâb-ı Hak bize en güzel dini, Elhamdülillah, nasip eyledi. En büyük Peygambere (s.a.v) ümmet kıldı.

Biz de eğer maddi imkân varsa yapabildiğimizi yapmalı, yapamadığımız zaman muhakkak o kardeşlerimizi unutmamalıyız. Onları destekleyen firmaların moda markalarını tercih etmemeliyiz. Velhasıl, zalimlerin değirmenine su taşımaya devam etmek büyük gaflet ve hamakattir.

Cenâb-ı Hak ayet-i kerimede buyuruyor (Hûd Suresi, 113. ayet):
“Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur.”
İşte bu ilahî tehdide dûçâr olmamak için, zalimlerin zulmü ve mazlumların âhı yarın insanların başına umumî bir bela dönmeden evvel bugün zalimlere karşı, mazlumun yanında olalım.

Hayra anahtar, şerre kilit olmaya çalışalım. Unutmayalım ki gerçek iman, layıkına muhabbeti, müstahakkına nefreti gerektirir.

Bugün Filistinli kardeşlerimiz dayanılmaz acılar yaşıyor. Resimlerini görüyorsunuz. Maddi güç ve imkân varsa seferber olalım. Hiçbir şey yapamıyorsak hem de bu acziyetimiz için Cenâb-ı Hak’tan af dileyelim:
“Ya Rabbi, elimizden bir şey gelmiyor, bizi affet.” diyelim. Onlar için seherlerde bilhassa dua edelim.

İmam Rabbânî Hazretleri der ki:
“Bir savaş iki ordunun ittifakıyla kazanılır: Biri gazâ ordusudur, diğeri dua ordusudur.”
Biz gazâ ordusu olamadığımız için dua ordusu olmaya gayret edelim inşallah.

Vaktiyle imanlarını koruma derdine düşmüş gençler olan Ashâb-ı Kehf, zalim Dakyanus’un ordusundan kaçarak bir mağaraya sığınmış ve niyazda bulunmuşlardı:
“Rabbimiz, bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumdan bize kurtuluş yolu hazırla.” diye dua ettiler. Cenâb-ı Hak da onları 309 sene uyuttu ve büyük bir kurtuluş ihsan etti.