En Güzel İsimler

Aile Hayatımız

İsimlerimiz, kimliğimizin ilk kelimeleri olduğu gibi kişiliklerimizin de ilk alametleri, tanıtıcı işaretleri yani simgeleridir. Bu yüzden bize kim olduğumuzu, bize biz olduğumuzu, bize dünyadaki temel görev ve niteliğimizi, kulluğumuzu, ama sadece Allah’a kulluğumuzu hatırlatan bir isme sahip olmak gerekecektir.

Abdullah Bin Ömer (r.a.), Resulullah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

“-İsimlerinizin Allah katında en sevimli (ve makbul) olanı, Abdullah ve Abdurrahman’dır.” (Müslim, Adap,2)

İnsanoğlu kelimelerle konuşur, eşyayı isimleriyle tanır, karşısındakilere isimleriyle hitabeder. Allah Teâlâ da insanoğluna eşyayı isimlerini öğreterek tanıtmıştır. (bk. Bakara Sûresi, 31) İsim ile müsemma (isimlendirilen) arasında bir uyumun bulunması gereği ve etkileşimin varlığı, beşer tarihinin başlangıçtan beri farkında olduğu gerçeklerdendir. Bunun içindir ki, her sistem, çevresindekileri kendi değer yargılarına göre isimlendirmek suretiyle kendi dünyasını, kendi çevresini kurmaya çalışmıştır, çalışmaktadır. Bu, her kültürde böyle olagelmiş ve böyle sürüp gidecektir.

İSİM VERİRKEN DİKKAT EDİLECEK TEMEL UNSUR

İsimlendirmede temel unsur, inanç esasları olmakla beraber, genellikle takdire dayalı bir özenti, geçmişe karşı duyulan vefa duygusu ve geleceğe yönelik beklenti ve özlemler de büyük ölçüde etkili olmaktadırlar. İş toplum çapında ele alındığında, asimilasyon (eritme) politikaları, toplu ve zoraki isimlendirmelerde hakim unsur haline gelmektedir. Bulgaristan’daki Müslümanlara uygulanan isim değiştirme politikası bunun günümüzdeki utanç verici bir örneğini oluşturmaktadır. Hiç şüphesiz bu politikalarda da temel unsur, o politikaları uygulayanların hak veya batıl inançları veya inançsızlıklarıdır.

İNSAN İSMİYLE ANILIR

Beşerî ilişkiler uzmanları, bir insana yapılabilecek en büyük ikramlardan birinin ona ismiyle hitabetmek olduğunu belirtmektedirler. Hele de bu hitap, belli bir süre ayrı kalındıktan sonra olursa, “unutulmadığı” anlamına geleceği için fevkalade bir önem ve anlam ifade etmektedir.

Tanıdıkları tarafından ismiyle hatırlanmak ne kadar güzel ve gönül alıcı ise, güzel ve anlamlı bir isimle anılmak da en az o kadar güzeldir. Sevimsiz ve anlamsız olayları hatırlamaktan nasıl kimse hoşlanmazsa, anlamsız ve çirkin isimler, künyeler ve lakaplarla tanınmak da kimsenin işine gelmez. Tabiî olan da budur.

KİMLİĞİMİZİN İLK KELİMESİ - KİŞİLİĞİMİZİN SİMGESİ

İsimlerimiz, kimliğimizin ilk kelimeleri olduğu gibi kişiliklerimizin de ilk alametleri, tanıtıcı işaretleri yani simgeleridir. Bu yüzden bize kim olduğumuzu, bize biz olduğumuzu, bize dünyadaki temel görev ve niteliğimizi, kulluğumuzu, ama sadece Allah’a kulluğumuzu hatırlatan bir isme sahip olmak gerekecektir. Söylendikçe iyilikleri, iyileri, güzellikleri, olumlulukları ve beşerî değerleri akla getiren ve böylece hissettirmeden, sahibini yönlendiren isimler, “en güzel” vasfına sahiptirler. Zira halkımızın tecrübeden kaynaklanan bir sözü vardır; “bir insana kırk gün ne dersen o olur.” Ya bir de bir ömür boyu söylenecek isimlerin kişiyi hiç etkilemediği nasıl düşünülebilir?

SÜNNETİN UYGULAMASI

Hz. Ayşe validemiz, Sevgili Peygamberimizin, “beğenmediği isimleri değiştirdiğini” (bk. Tirmizî, edeb 66) haber vermektedir. Bu değiştirme ve iyileştirme işinin ısrarla yapılmış olması, “tesmiye -ad koyma-” meselesinin küçümsenmemesi, aksine önemle üzerinde durulması gerekli ciddî bir konu olduğunu göstermektedir.

Hidayete ve iki dünya saadetine kavuşmasını en kutlu hedef olarak benimsediği “mükerrem varlık” insanla ilgili her konuya fevkalade önem veren İslâm’ın, isimlendirme konusuna ilgisiz kalması düşünülemezdi. Zira insanî değerleri ayaklar altına almış olan cahiliyye toplumu, isimlerde de tam bir çöküntü ve döküntü içindeydi, bugünden de beterdi. İnsanlar, cisimleriyle olduğu gibi, isimleriyle de putların kulları haline getirilmişlerdi. Yüreklerdeki şirk, isimlere yansımıştı. Sokaklarda Abdü’l-uzza’lar, Abdüşemsler vs. vs. dolaşmaktaydı. Ayrıca bilhassa o günün Yesrib’inde, sosyo-ekonomik açıdan hakim durumdaki Yahudî toplumuna duyulan özentinin sonucu olarak Arab çocuklarına Yahudî isimlerini vermek bir sosyete meselesiydi, ilerilikti, çağdaşlıktı, şeref telakki edilmekteydi. Bugüne pek benzemekteydi.

Hz. Peygamber, böylesine yoğunlaşmış, isimlere bile böylesine sinmiş şirk ortamını tevhid aydınlığına kavuşturma çalışmalarında, inanç ve şuur kadar, o inanç ve şuurun sürekli hatırlatıcısı olan isimlerin İslâmîleştirilmesine de büyük bir önem vermekteydi. Bunun için eski şirk kültürünün ürünü ve kalıntısı olan her ismi, İslâm inanç sistemine ve İslâm’ın özündeki gerçeklik ve olumlu uygun isimlerle değiştiriyordu. O’nun konuya ait uygulamasını şöylece özetlemek mümkündür:

“Resûlullah, lafzının çirkinliği, manasının aklen veya şer’an kerahetinden ötürü sevmediği bir isim sahibi kendisine gelince, onun ismini sevdiği güzel bir isimle değiştirirdi.”

ALLAH KATINDA EN GÜZEL İSİMLER

Hz. Peygamberin isimlendirme ya da daha doğru bir ifade ile isimlerin İslamileştirilmesiyle ilgili uygulamalarını bize nakleden hadislerin toplu değerlendirmesinden anlaşılan şudur; Hz. Peygamber, kişileri, şımartan veya şaşırtan isimlerden arındırmak, şirk kültürünü dillerden ve zihinlerden bir iyice silip atmak istiyor; ayrıca, kibir-gurur gibi kuru övünmelere vesile olan isimleri de Müslümanın tevazu ve alçak gönüllülüğüne yakışan mana ve muhtevaya kavuşturuyor ve sonuç olarak da sahibine “kul” olduğunu hatırlatan isimlerin toplum içinde yaygınlaşmasına çalışıyordu. Bunu yazımıza esas aldığımız hadisiyle de resmen teşvik ediyordu: “İsimlerinizin Allah katında en sevimli ve makbul olanı, Abdullah ve Abdurrahman’dır.”

Hz. Peygamberin bu tespit ve ilanından şunu da anlamaktayız; Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden (el-Esmau’l Hüsna) herhangi birine, “kul” anlamına gelen “abd” kelimesini birleştirmek suretiyle meydana getirilecek isimler tevhid inancının ifadesi olarak temelde bir sevimlilik, güzellik ve Allah katında bir makbuliyet ifade etmektedirler. Yani isimler de tevhidi yansıtabildikleri ölçüde kıymetlidirler, güzeldirler, sevimlidirler, İslâmidirler. “Abdullah” ve “Abdurrahman” bunu en üst seviyeden ve en açık biçimde ifadelendirdikleri için “en sevimli”dirler.

GÜMRÜKLER KALKARKEN

Yönümüzü batıya döneli, ikbalimizi, ve istikbalimizi batıda göreli beri sürdürülen redd-i miras davası ve girişiminden isimlerin de nasibini aldığını, bilhassa büyük şehir sokaklarında, basın-yayın organlarında açık-seçik germekteyiz.

Şimdi, yeni bir fırtına, yeni bir dalgalanma ile karşı karşıya bulunmaktayız. Avrupa Topluluğu (AT) üyeliğine soyunmuş bir ülke olarak, her alanda çağdaşlaşma gayretlerini sürdürürken ve çağdaşlığı da batılılara benzemek olarak yorumlarken, bizi hala Asyalı ve Müslüman gösterecek olan isimlerimizin de çağdaşlaştırılması kampanyaları başlatılacaktır. Zaten TV programları bu işi yeterince üstlenmiş bulunmaktadır. Köylerde bile rastlanan yabancı film yıldızlarının isimlerini taşıyan kızlı-erkekli çocuklar, bu noktadaki çözüntüyü (bazılarına göre çağdaşlaşmayı) belgelemektedir. Buna siz, isimlerdeki kölelik de diyebilir ve bunu ruhlardaki gönüllü kölelik duygularının alameti olarak da değerlendirebilirsiniz.

SINIRLARIN KORUNMASI

Halbuki yüce Rabbimiz bizden “rabitû=sınır bekçiliği yapınız, uyanık olunuz!” (Al-i İmran Sûresi, 200) emriyle, sınırların korunmasını, manevi alanda gümrüklerin sıkı kontrolünü, değerlerin zayi edilmemesi için bilinçli bir savunma taktiğinin uygulanmasını istemektedir. Bize mensup olduğumuz inanç dünyamızı, tevhide hizmet görev ve şerefini, geçmişte bu yüce görevi yerine getirmiş olanları hatırlatan güzel ve sevimli isimler de korunması gerekli değerler arasındadır.

Hiç şüphe yoktur ki, Müslümanlar, İslâm’ın ve tevhidin kendisine, özüne taliptirler. Onun ismiyle yetinmek gibi bir düşünceye sahip değildirler. Ne var ki, özüne talip oldukları cevherin, kendine has isimlerindeki de fedakarlık etmeleri için hiç bir makul sebepleri yoktur.

Çocukların terbiyesi, eğitim ve öğretimiyle, çok yakından alakalı olan isimlerin, İslâmî muhteva ve lafızlara kavuşturulması, geleceğin dünyası bakımından fevkalade bir önem ve etkiye sahip bulunmaktadır.

Dünyanın değişik yörelerindeki Müslümanlara karşı uygulanan zoraki isim değiştirtme politikalarını haklı olarak protesto eden bir milletin, kendi içinde meseleyi önemsemez görünmesi, anlaşılması mümkün olmayan acı bir çelişkidir. Unutulmamalıdır ki, özenti ve taklidin kişiliği ve kıymeti olmaz. Kendisine, kendi öz değerlerine saygı göstermeyene de kimseler saygı gösterme ihtiyacı duymaz. O halde Müslümanlar olarak isim çevremizi de daha bir dikkatle korumaya ve tevhid çizgisinde tutmaya ve yaşatmaya -Allah katında makbuliyet için- memur ve mahkumuz. Güzel isimlerle mutlu istikballere...

Kaynak:  Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, 1987 - Temmuz, Sayı: 17