Dırar Bin Ezver’in (r.a.) Esaretten Kurtuluşunun İbret Dolu Hikayesi

Sahabiler

Şair ve cengâver sahâbî Dırar Bin Ezver’in (r.a.) Bizans’a esir düşüşü ve esaretten kurtuluşunun ibret dolu hikayesi.

Pek cesur ve meşhur fırka kumandanlarından Dırar bin Ezver radıyallahu anh Şam civarında devam eden muharebeler esnasında yüz bin kişilik düşman ordusunun vaziyetini keşf için maiyetindeki yüz kişilik bir keşif kolu ile keşif esnasında düşman kuvvetine tesadüfle esir edilmiş ise de bilmukabele şiddetli hücum ile Dırar radıyallahu anh esaretten kurtarılmıştı.

DIRAR BİN EZVER’İN (R.A.) ESİR DÜŞÜŞÜ

İkinci defa olarak tekrar esir edilmiş ve pek acı tehlikeli bir hayat geçirdikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın izni ile kurtarılmıştır. Şöyle ki:

Antakya’da bulunan İmparator Hırakl devam eden pek acı hezîmetlerin tesiri ile mükedder bir halde idi. O sırada birisi elinde bir mektûp getirip Hirakl’e verdi. Cebele bin Eyhem’den gelen mektûpta şunlar yazılı idi.

“Bir fırka Yermûk taraflarından Antakya’ya geliyorduk. Yolda Müslümanların en cesur kumandanlarından Dırar bin Ezver’e tesadüf eyledik. Maiyyetinde iki yüz kişi bulunuyordu. Vuku bulan müsademede yüzü katl ve yüz danesi de Dırar ile beraber esir edilerek huzurunuza gönderilmiştir. İcrası reyi hükümdarîlerine aittir.” Hırakl bu mektubu alınca yüzünde meserret alaimi göründü.

“İşte şimdi biraz tesellî bulabildim. Bunca acıların intikamını çıkaracağım. Bunları katlettirip cesetlerini nazargâhı umumîde teşhir edeceğim, ta ki herkes ibret alsın. Vardan’ı ve Batros’u öldüren Dırar tutuldu ha! Ah ah intikam! İntikam diye!” haykırdı. Yanındakilerine hitaben:

“Çabuk onu buraya getirin!” dedi. Hırakl’in emri üzerine Dırar’ı ve arkadaşlarını önüne getirdiler. Hırakl Dırar’a:

Arapların fırka kumandanı Dırar sen misin? Dırar:

Evet Peygamber yolunda, sizinle harp eden Dırar benim. Hırakl:

Şimdi öyle sert sözleri bırak! Kendini askerlerinin yanında mı zannediyorsun? Dırar:

Her nerede olsam, din düşmanlarına göğsümü gere gere, cevap vermekten çekinmem, siz beni korkar mı zannediyorsunuz? Hırakl:

Çabuk söyle kime güveniyorsun? Burasının askerlerimin merkezi olduğunu unutuyor musun? Dırar:

Şeriat-i İslâmiyye ve envâr-ı Muhammediyye zulmeti cehl ile zulmetgâha mübdel olmuş olan dağlara, sahralara, şehirlere pertev-i iclâlini yaymış, adalet güneşi her tarafı kaplamaya başlamıştır. Hâlâ sen kendine tesellî vermek istiyorsun! Hırakl:

Bilmiş ol ki şu anda vücudunun her parçasını koparmak, benim için bir içim su kadar ehemmiyeti olamaz! Dırar:

Huzûr-u Muhammedî’de bulunan bir Müslüman yetmiş dane Hırakl olsa, hiçe saydığı gibi onun birtakım tehditlerini de nazargâh-ı ehemmiyete almaz. Senin son ceza vermen öldürmek değil mi? Gideceğim yer Huzurğu Rasûlullah’tır. Dînği Celîl uğrunda hayatı terk etmek bize her şeyden lezzetlidir. Hırakl:

Siz birtakım aç ve bîilaç Araplar, âlî kâşanelerde oturmak ve ibrâz-ı satvet etmek nenize yakışır? Dırar:

Yanlış görüşünle aç zannettiğin Araplar bu gün din-i celîl ve Peygamberi zîşân sayesinde, her türlü nimete nail oldular. Satvetleri İslâmiyet’tir. Bir sayhai mücahidâneleri dağları sarsar, ovaları dereleri inletir ve sevâiki besâletleri düşmanları yakar, velvele-i merdâneleri seni tiril tiril titretir. İşte bak karşında korkusuz söylüyorum, hiç havf ediyor muyum? Hırakl:

Bize galebe edeceğinize neden emin oluyorsunuz? Allah bizi size mi teslim etti? Dırar:

Senin kötü huylarınla hakikati bırakıp da âlâyişi dünyaya rağbet eylediğin bizi cesâretlendirdi.

Dırar radıyallahu anh Hazretlerinin verdiği cevaplardan Hırakl’in ümerâsı gazablanarak, her biri ellerini kılıçların kabzalarına doğru götürdüler ve bir ağızdan Hırakl’e:

Bu Arabı ne için böyle söyletiyorsunuz? Hayatının lüzumu var mı? Hırakl:

İcabına bakınız!

İmparatorun verdiği emir üzerine cümlesi silaha sarılarak Dırar radıyallahu anh’a vurmaya başladılar. Otuz, kırk kılıcın birden inmesi vücudunu ağır sûrette cerîhadâr ettiğinden (yaraladığından), o müzeyyen yerler Hûnabei Dırar ile (Dırar’ın kanı ile) mülemmâ oldu (parladı). Hazret-i Dırar oraya düşüverdi. Hırakl:

Sağ bırakmayınız! Bu dehşetli hali gören general Mika (Müslüman olmuştu, fakat gizliyordu) Dırar Hazretlerinin yaralandığını görmesiyle derûnu (içi) ateş gibi yanmaya başladı. Din kardeşinin ve bâ-husus böyle gayretli ve cesur kahraman bir kumandanın helak olmasına razı olamıyordu. Ne çare ki sahip çıkacak olsa, kendini telef edecekleri gibi bir semere de hasıl olamayacaktı. Son bir tedbir olmak üzere, bir ye’si nevmîdi ile Hırakl’e dedi ki:

Ey Melik, bunu burada telef etmekten ne faide hasıl olur? Hırakl:

Ne yapalım? Mika:

Bana bırakınız! Tedavi edeyim, iyi olduktan sonra herkese ibret olmak üzere, insanların bulunduğu bir yerde onların gözleri önünde asarız. Hirakl:

Öyle ise buradan kaldır. Evine götür, tedavi edildikten sonra salp ederiz (asarız).

General Mika bu müsaadeden pek memnun ve mesrur olarak, derhal Dırar’ı omuzlayarak hanesine götürdü. Hazret-i Dırar kılıçların tesiriyle takatsiz bir hale gelmişti. Bir aralık gözünü açıp general Mika’yı karşısında görünce hazin bir sesle dedi ki:

Eğer sen Müslüman isen hakkımda lâzım gelen muavenatı (yardımı) esirgeme. Hıristiyan isen, insanlığın icabını yerine getir.

General Mika kemâl-i samimiyetle:

Karşındaki, Din-i İslâm’ı kabul eden, general Mika’dır. Senin hayatını muhafaza için ölüm denilen o düşmanı hayatı ihtiyar ediyorum. Korkma ya Dırar, Muhammed Aleyhisselâm’ın nûr-ı nübüvveti aşkına sana her türlü yardımda bulunurum. Hem de askerinle beraber firar ederiz.

Hazret-i Dırar, Mika’nın bu hayat verici sözlerinden, son derece memnun oldu. Birkaç gün tedavi olunduktan sonra kesb-i afiyet etmeye başladı. Ve bir gün general Mika’ya dedi ki:

“Hatırıma kız kardeşimin hayal-i müşfikânesi geliyor bir mektup yazmış olsam gönderebilir misin? General Mika:

O benim Sen hemen yaz. Hazret-i Dırar gözlerinden birçok yaşlar dökerek, kız kardeşine şu hazin mektubu yazdı:

Canımdan aziz hemşireciğim,

Nöbet nöbet dilhûn eden (yüreğimi kanlara boğan) ahların tesiri kılıç yaralarını unutturdu. Hurşîd-i İslâmiyet (İslâm güneşi) pertev-i iclâlini (büyüklük parıltısı) kalbimin her köşesine serpdikçe, her zaman Didâr-ı Rasûlullah’ı (Rasûlullah Efendimizin nurlu yüzünü) temaşa ediyorum. Gözlerimi kapıyorum, pîş-i nazarıma bir alayişi manevî ile beyaz kefenlere bürünmüş şehitlerin mukaddes timsalleri geliyor. Gizli manevî bir seda bana hitaben:

Korkma ya Dırar! Allah yolunda yaralandın, bütün şehitler ve gaziler ve alem-i mükevvenat seni tebrik ediyor. Seni yad eder de ağlarım. Bari sen de gözyaşlarımı hatırla.” General Mika bu mektubu alıb birisiyle Ebû Ubeyde Hazretlerine gönderdi. Ebû Ubeyde radıyallahu anh, Dırar’ın hemşiresi Hande hatunu celbederek, bütün ümerâ-yı İslâmiyenin muvacehesinde (önünde) mezkûr mektubu okudukta hepsi hüngür hüngür ağlamaya başladılar.

Dırar Hazretleri yirmi gün zarfında sıhhat buldu. Hirakl Mika’yı çağırıp:

Haydi Dırar ile esirleri kiliseye götür, ayinimizi görürler de belki dinlerini terk ederler, dedi.

Hırakl’in emri üzerine Dırar ile beraber esirler, kiliseye götürüldü. Kilisede Rumlar haçlara tapdıkça Dırar maiyyeti ile beraber, tekbir, tehlil ediyorlardı. Hirakl bu hale gazablanarak maiyyetine hitaben:

Bunları kiliseden çıkardıktan sonra Mesih yoluna kurban edeceksiniz. Mika:

İmparator’un emrini icrada kusur etmem, fakat bu işde acele lazım değildir. Çünkü Araplar galebe ile Antakya’yı zabt edecek olurlarsa, bizden bir dane kalmayıncaya kadar telef ederler. Hirakl:

Öyle ise tevkif et! Bu sırada Ebû Ubeyde Hazretlerinin ordusu ile Hazret-i Halid’in fırkası Antakya yakınında demir köprünün etrafına toplandılar. Köprüdeki Rumlar korkularından harp etmeksizin Müslümanlara teslim oldular. Bu sûretle Antakya çember içine alındı. Hirakl’in bu sırada meşgul bulunduğu bir zamanda general Mika, Dırar bin Ezver Hazretleri ile arkadaşlarını İslâm tarafına geçirdi.

Mika’nın Müslümanlara gösterdiği yardımı tecessüs eden (araştıran) Filintanos Mika’ya dedi ki:

Sen ehl-i İslâm’a çok yardım Dırar’ı da kaçırdın, sebebi nedir? Mika:

Hak din olan İslâmiyet’i kabul ettim. Niçin saklayayım? Filintanos:

İslâm dinine ait bana malumat verebilir misin? Mika:

Evet verebilirim. Dinle arkadaş, sana söyleyeyim. Adalet, insaniyet, merhamet gibi güzel sıfatları ancak İslâmiyet’te bulabilirsin. İslâm dininde hukukça büyük, küçük ve fakir zengin, hep müsâvîdir yani aynı haklara sahiptirler. İslâmiyette hiçbir kimsenin sözü Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şan’a muhalif mesmû (Ashâb-ı kiram Menakıbı, M. Sami Ramazanoğlu)