“Din Gününün Sahibi” Ne Demek?

NE NEDİR?

Muhtelif İslam alimlerinin görüşlerine göre; Fatiha Suresi’nde geçen “Din gününün sahibi” ifadesinin anlamı ve hikmetleri nelerdir?

Fatiha Suresi, Mekke döneminde inmiştir. Yedi âyettir. Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha” adını almıştır. Sûrenin ayrıca, “Ümmü’1-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , “el-Esâs”,“el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” gibi başka adları da vardır. Kur’an’ın içerdiği esaslar öz olarak Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha Sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.

“YEVM” NE DEMEKTİR

(Fatiha Suresi’nde geçen) "O, din gününün sahibidir.” (ifadesindeki) “Yevm” yâni “gün” örfte; güneşin doğması ile batması arasındaki zaman biriminin adıdır. Şerîatte ise ikinci fecrin doğmasıyla güneşin batması arasında kalan zamandır. Burada gün kelimesiyle kast edilen; güneşe bağlı olmadan mutlak zamandır. Çünkü âhırette güneş yoktur. Yâni “cezâ gününde her işin sâhibi” demektir.

“Yevm” kelimesinin “din” kelimesi ile tamlama yapılması, aralarındaki yakın ilgi sebebiyledir. Nitekim diğer bâzı günler de kendisinde meydana gelen bâzı olaylara izâfe edilerek “Ahzâb günü”, “Fetih günü” gibi isimlerle tamlanmışlardır. Günün, din kelimesi ile özelleştirilmesi ya o günü yüceltmek ve o günden korkutmak ya da o gün emir verme durumunda olanın sadece Allah olduğuna işâret edip, o günde mallar ile sahibleri arasındaki ilginin bütünüyle kopacağını beyân etmek içindir. O gün Allah’dan başka mâlik, hükmedici, amellere cezâ ve mükâfât verici yoktur.

ALLAH’IN MÜLKİYETİNİN ZEVALİ YOKTUR

“Mülk” aslında bağ bağlamak ve kuvvet demektir. Gerçekte kuvvet-i kâmile ve etkili yönetim, geçerli hüküm ve müessir tasarruf, Allah’a âiddir. Bu tür sıfatların kullara izâfe edilmesi mecâzîdir. Çünkü insanların bir şeye sahib olmasının bir başı, bir de sonu vardır. İnsanların mülkiyeti her şeye değil, bâzı şeyleredir. Cismedir, rûh ve öze değildir. Nefsedir, nefese değildir. Zâhiredir, bâtına değildir. Diriyedir, ölüye değildir. Allah’ın mülkiyetinin ise zevâli yoktur. O’nun mülkiyeti asla el değiştirmez.

MELİK Mİ MALİK Mİ?

“Melik” kelimesini “Mâlik” şeklinde okumak daha ecirli ve sevablıdır, çünkü “Mâlik”te harf sayısı, “Melik”ten daha çoktur. Anlatıldığına göre Ebû Abdullah Muhammed ibn Şücâ’ es-Selcî (r.a) şöyle demiştir: “Ben Fâtiha’daki melik kelimesini “mâlik” olarak okurdum. Bir edibden “melik” kelimesinin belâgat açısından “mâlik”den daha belîğ olduğunu duyunca, “mâlik” şeklinde okumaktan vazgeçtim.

Bir gece rüyamda bana şöyle seslenildiğini duydum: “Senin on hasenen azaldı.” “Niye?” diye sordum. Şu cevap verildi: “Allah Rasûlü’nün şu sözünü duymadın mı? Kurân okuyan kimseye okuduğu her harf için on hasene yazılır, on seyyiesi silinir ve derecesi on kat yükseltilir” (Kenzü’l-ummâl, I, 535. Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 1. )

Uyandım, ama “melik” şeklinde okuma âdetimi terk etmedim. Tâ ki ikinci rüyayı görünceye kadar. Nihâyet ikinci bir rüyâ gördüm, bu sefer rüyamda şöyle denildi: “Sen bu alışkanlığını niye bırakmıyorsun? Allah Rasûlü’nün Kur’ân’ı fahm ve mufahham olarak; yâni kadrini bilerek okuyun. (Münâvî, III, 56.) , hadisini duymadın mı?”

Bu rüyâ üzerine dilde uzman olan Kutrub’a gittim. Ona “mâlik” ile “melik” arasındaki farkı sordum. O şunları söyledi: “Mâlik” ile “melik” arasında büyük fark vardır. “Mâlik” dünyâdan bir şeye mâlik olandır; “melik” ise “mâliklerin mâliki” demektir.

Tefsîrü’l-İrşâd müellifi der ki: Mekke ve Medîne halkı bu kelimeyi “melik” şeklinde okurlar. “Melik” güçlü sultan, herşeyi kapsayan bir kuvvet ve tam bir galebe ile emir ve nehye âid konularda küllî tasarruf sâhibi anlamını taşır ki bu mânâsıyla “melik” din gününe muzaf olarak kullanılmaya daha lâyıktır. “Melik” veya “mâlik” şeklinde okumayı tercihten herbirinin kendine göre sebebleri vardır. Arzu edilirse, yerlerine başvurularak bu konuda geniş bilgi elde edilebilir.

CEZA GÜNÜNÜN SAHİBİ BENİM

Fâtiha’da peşpeşe sıralanan “Allah”, “Rabbu’l-âlemîn”, “Rahmân”, “Rahîm” ve “Mâliki yevmi’d-din” sıfatları ile sanki Allah Teâlâ hazretleri şöyle buyurmaktadır: “Seni ben yarattım, ilâhın Ben’im. Seni nimetlerle yetiştirdim, Rabbın Ben’im. Sen isyana düştün, Ben günahlarını setrettim, Rahmân Ben’im. Sen tevbe ettin, Ben de bağış- ladım, Rahîm Ben’im. Amellerin karşılığının mutlaka verilmesi lâzımdır, din ve cezâ gününün sahibi Ben’im.”

İSLAM’IN ZAHİRİ VE BATINİ YÖNLERİ

Et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye’de müellif der ki: Din gününün sâhibi ibâresi, gerçek dînin İslâm olduğuna işârettir. Buna şu âyet delâlet eder: “Allah indinde din, ancak İslâm’dır” (Âl-i İmrân, 3/19). İslâm’ın iki yönü vardır: Zâhir ve bâtın. Zâhir İslâm dil ile ikrâr, organlarla ameldir. Bu, İslâm’ın bedene âid olan tarafıdır. Bedenî olan zulmânîdir. Zulmânîlik, karanlık geceden kinâyedir. Bâtının İslâm’ı ise Allah’ın nûru ile kalbin ve göğsün açılıp genişlemesidir. Bu İslâm’ın rûhânî yönüdür, bu da nûrânîdir.

İslâm’ın zâhiri yönü, vücûdun Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmasını gerektirir. İslâm’ın rûhânî yönü ise rûhun ve kalbin ezelî ahkâma, ilâhî kader ve kazaya boyun eğmesini; teslim olmasını gerektirir. İslâm’ın sadece cesede âid olan zâhirî tarafına bağlı kalarak, rûha âid yönüne ulaşamayan kimse, din konusunda mütereddid ve şaşkın, gece yolculuğu yapan insana benzer. Bu yüzden pek çok mülkler ve mülk sahibleri görür.

DİN GÜNÜNÜN MALİKİNDEN BAŞKA MÜLK SAHİBİ YOKTUR

Nitekim çocukluğunda geceleyin dışarı çıkan Halil İbrâhîm (a.s.)’in durumu böyle idi. Gece karanlığı çöktüğünde bir yıldız gördü ve “İşte benim Rabbım bu” dedi. Nefs dağının arkasındaki kalbin doğuş yerinden rûhânî İslâm güneşinin doğduğunu gören ve saâdet sabahına çıkan kimse, Rabbından bir nûr üzeredir. Ve din gününün varlığını açık olarak görür ve buna inanır. Böylelerinin virdi: “Biz de mülk de Allah’a âid olarak sabaha çıktık” şeklinde olur. Böyleleri ayne’l-yakîn hatta hakka’l-yakîn olarak mülkün Allah’a âid olduğunu görürler. Din gününün mâlikinden başka hiçbir mülk sâhibinin bulunmadığını anlarlar. Böyleleri gündüzün aydınlığı tam olarak ortaya çıkıp gerçek Mâlik zâhir olunca âdetâ Hakk ile yüzyüze konuşmaya başlar ve: “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz” derler.

“Din gününün sahibi” sözü, Allah’ın melikliğinin kemâlinin adâletle olduğunu açıklamaktadır. Çünkü Allah Teâlâ buyurmuştur: “Biz kıyâmet gününde dosdoğru terâzîler koyacağız; hiçbir kimse hiçbir bakımdan haksızlığa uğramayacaktır.” (el-Enbiyâ, 21/47) Mecâzî anlamdaki dünyâ melikliği âdil olursa, o zaman hak yerini bulur. Hayvanlarda ve mahsûllerde bereket çok olur. Eğer melik zâlim olursa, onun hükmü bâtıldır. Her türlü hayır ondan uzaklaşır.

Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Ruhül Beyan Tefsiri, Erkam Yayınları