Cenaze Uğurlamak ve Taziye ile İlgili Örnekler

Cemiyet Hayatımız

İslam’da taziyenin hükmü nedir? Cenaze nasıl yıkanır, kefenlenir ve defnedilir? İslam’da cenaze uğurlama ve taziye örnekleri.

İslâm kardeşliğinin mühim vecîbelerinden biri de, vefât eden mü’min kardeşlerimize son vazifemizi yaparak onları insanın mükerremliğine yaraşır şekilde defnetmek ve âilelerine tâziyede bulunmaktır.

Cenâb-ı Hak, Âdemoğluna bu vazifeyi canlı bir misal göstererek öğretmiştir.[1] Cenâzenin namazını kılmak ve kabre defnedilmesiyle ilgilenmek farz-ı kifâye, diğer hizmetler ise sünnet ve müstehab kılınmıştır. Bu vazifeler ihmâl edildiğinde, bütün bölge halkı farzı terk etmiş sayılarak günahkâr olur.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, cenâzenin emin kimseler tarafından yıkanmasını tavsiye ederek[2] techîzine ihtimam gösterilmesini, güzelce yıkanıp kokulanarak kefenlenmesini istemiştir. Bu vazifenin ehemmiyetini ifâde sadedinde şöyle buyurmuştur:

“Ölüyü yıkayıp da onda gördüğü hoş olmayan hâlleri gizleyen kimseyi Allah Teâlâ kırk kere bağışlar. Ölüyü kefenleyene ipekten yapılmış cennet elbiseleri giydirir. Kabir kazıp ölüyü defnedene, bir fakiri kıyâmete kadar kalacağı bir eve yerleştirmiş gibi ecir verir.” (Hâkim, I, 506/1307)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Müslümanın, Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâm almak, hasta ziyâret etmek, cenâzenin arkasından yürümek, davete icâbet etmek ve aksırana «yerhamükellah: Allah sana merhamet eylesin!» demek.” (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4)

Vefât eden bir müslüman için ilk duâ, onun cenâze namazını kılmaktır. Daha sonra da imkân nisbetinde duâ etmek ve onun adına hayırlarda bulunmak îcâb eder. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Cenâze namazı kıldığınız zaman, ölen kimseye ihlâsla duâ ediniz!” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 54-56/3199)

Yine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“Hangi müslümanın cenâzesinde Allâh’a şirk koşmamış kırk kişi hazır bulunup namazını kılarsa, Allah, onların ölü hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.” müjdesini vermiştir. (Müslim, Cenâiz, 59)

Burada “kırk” rakamı kalabalık insan topluluğunu ifâde etmek için kullanılmıştır. Zîrâ bir başka hadiste yüz kişi denirken,[3] diğer bir rivâyette de üç saflık bir cemaatin bulunması yeterli görülmüştür.[4]

Son rivâyeti nakleden Mâlik bin Hübeyre -radıyallâhu anh-, bir müslümanın cenâzesine katılanları az gördüğünde hemen onları üç saf hâline getirirdi.[5]

Lâkin müslümanların hüsn-i şehâdetine mazhar olabilmek için, Allâh’ın rızâsı istikâmetinde bir hayat yaşamak zarûrîdir. Çünkü bir cemaatin, hatâ ve yanlış üzere birleşmesi oldukça zordur.

Müslüman dâimâ ölüme hazır olmalı, borçlu iken ölüvermekten korkmalıdır. Şayet borçlu ölmüşse, akrabâları öncelikle onun borçlarını ödemelidirler. Çünkü borcu ödenmediği müddetçe şehîdin bile cennete giremeyeceği bildirilmektedir.[6]

CENAZE NE KADAR ZAMAN İÇERİSİNDE DEFNEDİLMELİDİR?

Ayrıca cenâzenin fazla bekletilmeyip bir an evvel defnedilmesi tavsiye edilmiştir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Cenâzeyi süratli taşıyın. Eğer o iyi biriyse, bu onun için bir hayırdır; onu bir an evvel kabirdeki hayır ve sevâbına kavuşturmuş olursunuz. İyi biri değilse, bu da bir şerdir; onu çabucak omuzlarınızdan atmış olursunuz.” (Buhârî, Cenâiz, 51; Müslim, Cenâiz, 50, 51)

Erkekler için büyük bir fazîlet olarak teşvik edilen cenâze namazı ve onu kabre defnetme vazifesi, kadınlar için hoş karşılanmamış, “tenzîhen mekruh” kabul edilmiştir. Çünkü fıtraten şefkat ve merhamet gibi hissiyâtı yüksek olan kadınların böylesine acı ve hüzünlü durumlarda uygun olmayan davranışlarda bulunmaları kuvvetle muhtemeldir.

Ümmü Atıyye -radıyallâhu anhâ- şöyle demiştir:

“Biz hanımlar cenâzeye iştirâk etmekten menedildik. Fakat cenâze teşyîi bize kesin olarak haram kılınmadı.” (Buhârî, Cenâiz 29, İ’tisam 27; Müslim, Cenâiz 34-35)

Bir yakını ölen veya herhangi bir musîbete uğrayan kimselere tâziyede bulunmak, yâni onları tesellî ederek sabır telkin etmek de mühim bir ictimâî hizmettir. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Bir musîbeti sebebiyle din kardeşine tâziyede bulunan mü’mine, Allah Teâlâ kıyâmet günü kerem elbiselerinden giydirir (şeref bahşeder).” (İbn-i Mâce, Cenâiz, 56)

Âciz yaratılan insanoğlu, belâ ve musîbetler karşısında desteğe ve tesellîye muhtaçtır. Dolayısıyla cenâze teşyîi ve tâziye gibi hususlar çok mühim birer insânî vazifedir. Bunları ihmâl etmek büyük bir eksiklik ve vebaldir. Ayrıca unutmayalım ki bugün bir kardeşimize çok gördüğümüz ufak bir ziyâret ve tesellîye yarın kendimiz muhtaç olabiliriz. Fakat zamanında güzel tohumlar ekmezsek muhtaç olduğumuz bir zamanda çevremizde tutunacak dal bulamayız.

 CENAZE UĞURLAMA VE TAZİYE ÖRNEKLERİ

Cenaze Uğurlama ve Hasta Ziyaretinin Fazileti

Câbir -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“–Nasıl sabahladınız?” diye sorulmuştu.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Bir cenâzede bulunmayan ve hasta ziyâretine gitmeyen kimselerden daha hayırlı olarak sabahladım.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 1133; bkz. İbn-i Mâce, Edeb, 18)

Bu ifâdeleriyle Peygamber Efendimiz; “Samîmiyetle ve Hak rızâsı için cenâze teşyîinde bulunan ve hasta ziyâretini îfâ eden kişilerin elde edeceği sevap ve ecirler hâriç tutulursa, dolu dolu ve hayırlı bir gece geçirdiğini” beyân etmiş olmaktadır. Dolayısıyla da cenâze teşyîi ve hasta ziyâretinin yüksek fazîletine işâret etmektedir.

Peygamberimizin Taziye Ziyaretleri

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cenâze teşyîinde bulunur, hastaları ziyâret eder ve dâvetlere katılırdı. Ebû Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye yeni geldiği sıralarda bizden biri ölüm döşeğinde iken, varıp kendisine haber verirdik. O da gelir hastanın başında durur, istiğfarda bulunurdu. Ölünce de yanındakilerle beraber geri dönerdi. Bâzen de cenâze gömülünceye kadar beklerdi.

Kendisine zahmet vermekten endişe duyarak aramızda şöyle konuştuk:

«–Hastamız ölünceye kadar Allah Rasûlü’ne bir şey söylemeyelim. Vefât edince kendisine söyleriz. Böylece O, ne yorulur ne de zaman kaybetmiş olur.»

Böyle yapmaya başladık. Hastamız ölünce kendisine haber verirdik. O da gelir namazını kılar, istiğfarda bulunur, geri dönerdi. Bâzen de cenâze gömülünceye kadar beklerdi. Bir süre de bu şekilde yaptık. Daha sonra:

«–Vallâhi böyle de yapmayalım. Bu da Rasûlullâh’ı yoruyor. Cenâzemiz olduğunda onu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kapısına götürelim, orada namaz kıldırsın. Bu, O’nun için daha kolay olur.» dedik ve öyle yaptık.”

Hadîsin râvîlerinden Muhammed bin Ömer -radıyallâhu anh- diyor ki:

“Bu sebepten Allah Rasûlü’nün kapısının önü, «cenâze namazının kılındığı yer» mânâsında «musallâ» ismiyle anılır oldu. Cenâzeler hep oraya götürülüyordu. Allah Rasûlü’nün vefâtından sonra da aynı usûl devâm etti.” (İbn-i Sa’d, I, 257; Hâkim, I, 519/1349)

***

Talha bin Berâ -radıyallâhu anh- hastalanmıştı. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu ziyârete geldi. Çıkarken:

“–Talha’ya ölümün yaklaştığını görüyorum. Vefât edecek olursa bana haber verin; techiz ve tekfin işinde elinizi çabuk tutun. Çünkü bir müslümanın cesedini âilesi yanında bekletmek uygun değildir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 33-34/3159)

Çok geçmeden Talha vefât etti. Vefâtından az evvel de:

“–Beni çabucak defnedip Rabbime kavuşturunuz. Hazret-i Peygamber’e haber vermeyiniz. Zîrâ buraya gelirken yahûdîlerin ona zarar vermesinden endişe ediyorum. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in benim yüzümden bir sıkıntıya uğramasını arzu etmem.” diye vasiyet etti.

Gece de bastırmış olduğu için Allah Rasûlü’ne haber verilmeden Talha -radıyallâhu anh- defnedildi. Bu durum sabahleyin Allah Rasûlü’ne haber verildi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- Talha’nın kabri başına gitti ve kabri başında Talha için:

“Allâh’ım, Sen ondan, o Sen’den râzı olarak Talha’yı karşılayıp huzûruna kabul et!” diye duâ etti. (Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 29)

Melekler Dualarınıza Amin Derler

Ebû Seleme -radıyallâhu anh- vefât etmişti. Âlemlerin Sultânı Efendimiz yanına girdi, açık kalan gözlerini kapattı ve sonra şöyle buyurdu:

“Ruh çıkınca gözler onu tâkip eder!”

Bu esnâda Ebû Seleme’nin aile fertlerinden bâzıları yüksek sesle ağlamaya başladı. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Kendinize hayırdan başka bir şeyle duâ etmeyin. Çünkü melekler duâlarınıza «âmin» derler!” buyurarak îtidâli muhâfaza etmeleri gerektiğini bildirdi. Sonra da şöyle duâ buyurdu:

“Allâh’ım! Ebû Seleme’yi bağışla! Derecesini, hidâyete ermişler seviyesine yükselt! Geride bıraktıkları için de ona Sen vekil ol! Ey Âlemlerin Rabbi! Bizi de onu da bağışla! Kabrini genişlet ve nurla doldur!” (Müslim, Cenâiz, 7)

Alan da Veren de Allah’tır

Üsâme bin Zeyd -radıyallâhu anhümâ- şöyle der:

Kızı (Zeynep -radıyallâhu anhâ-), Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e haber göndererek:

“–Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz!” dedi. Peygamber Efendimiz o esnâda ashâbıyla meşgul olduğu için:

“–Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin!” buyurarak kızına selâm gönderdi. Bunun üzerine kızı, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e:

“–Ne olur, mutlaka gelsin!” diye tekrar haber yolladı.

Bu defâ Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Sa’d bin Ubâde, Muâz bin Cebel, Übey bin Kâ’b, Zeyd bin Sâbit ve başka sahâbîlerle birlikte kalkıp kızının evine gitti. Çocuğu Hazret-i Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gözlerinden yaşlar boşandı. Durumu gören Sa’d bin Ubâde:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, bu ne hâldir?” dedi. Efendimiz de:

“–Bu, Allâh’ın, dilediği kullarının kalbine koyduğu bir rahmettir. Zaten Allah Teâlâ ancak merhametli kullarına rahmet eder.” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 9, 11)

Ölünün Yıkanması, Kefenlenmesi ve Defni

Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın kızı Zeyneb -radıyallâhu anhâ- vefât ettiğinde onu, Ümmü Eymen, Ensâr hanımlarından Ümmü Atiyye ve vâlidelerimizden Hazret-i Sevde ile Ümmü Seleme yıkamışlardı. Yıkama esnâsında Efendimiz yanlarına varıp:

“–Onu yıkamaya, sağ tarafından ve abdest âzâlarından başlayınız! Su ve sidr[7] ile tek sayıda; üç, beş veya yedi kere, gerekli görürseniz daha fazla yıkayınız! Sonuncusunda suya kâfur koyunuz! Yıkama işini bitirince bana bildiriniz!” buyurdu.

Hazret-i Zeyneb’in saçlarını taradılar, üçe ayırıp her birini bir bukle yaptılar. Buklelerden ikisi Hazret-i Zeyneb’in yan taraflarındaki, biri de ön tarafındaki saçlarındandı. Yıkamayı bitirdiklerinde Allah Rasûlü, elbisesini onlara verip:

“–Bunu Zeyneb’e iç gömleği yapınız!” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 8-17; Müslim, Cenâiz, 36; İbn-i Sa’d, VIII, 34-36)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cenâze namazını kıldıktan sonra mahzun ve mükedder bir şekilde kabre indi. Biraz durduktan sonra tebessüm ederek dışarı çıktı ve şöyle buyurdu:

“–Zeyneb’in zayıflığını düşünerek, ona kabrin darlığını ve kederini hafifletmesi için Allâh’a duâ ettim. Allah Teâlâ da duâmı kabul buyurup kabir sıkıntısını ona hafifletti.” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 131)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu kadar sevdiği muhtereme kerîmesi ve İslâm uğruna pek çok fedâkârlıklara katlanan takvâ sâhibi, sâliha bir hanım bile kabrin sıkıntısına dûçâr olursa, bizim hâlimiz nice olur? Bu yüzden istikbâlimizi sık sık tefekkür ederek hâl ve tavırlarımızı dâimâ gözden geçirmeliyiz.

Cenaze Duası

Avf bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Fahr-i Kâinât Efendimiz, bir cenâze namazı kıldırmıştı. O esnâda şöyle duâ ettiğini duydum ve ezberledim:

«Allâh’ım! Onu bağışla, ona rahmet et, onu azap ve sıkıntılardan koru. Kusurlarını affet. Cennetten nasîbini ihsân eyle, kabrini genişlet! Onu su ile, karla ve buzla yıka(nmış gibi tertemiz kıl)! Beyaz giysileri kirden temizler gibi onu günahlarından arındır. Kendi evinden daha güzel bir ev, âilesinden daha hayırlı bir âile, hanımından daha hayırlı bir zevce ver. Onu cennete koy, kabir ve cehennem azâbından muhâfaza buyur!»

Bu güzel duâyı işitince; «Keşke ölen ben olsaydım.» diye içimden geçirdim.” (Müslim, Cenâiz, 85)

Cenazeyi Hayırla Yad Ediniz!

Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

“Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ile bâzı sahâbîler birlikte bulunurlarken yanlarından bir cenâze geçti. Ashâb-ı kirâmdan bâzıları o cenâzeyi hayırla yâd ettiler. Bunun üzerine Efendimiz:

«–Vecebet! (Vâcib oldu, kesinleşti!)» buyurdu.

Sonra bir cenâze daha geçti. Orada bulunanlar onun kötülüğünden bahsettiler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine:

«–Vecebet! (Vâcib oldu, kesinleşti!)» buyurdu.

Bunun üzerine Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh-:

«–Yâ Rasûlallah, kesinleşen nedir?» diye sordu.

Peygamber Efendimiz:

«–Önce geçen cenâzeyi hayırla yâd ettiniz, bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Sonrakinin de kötülüğünden bahsettiniz, onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (mü’minler), Allâh’ın yeryüzündeki şâhitlerisiniz.» buyurdu.” (Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60)

Taziye Örneği

Peygamber Efendimiz’in, Medîne dışında bulunan Muâz bin Cebel’e, oğlunun vefâtı sebebiyle gönderdiği şu mektup, ne güzel bir tâziye örneğidir:

“Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allâh’ın Rasûlü Muhammed’den Muâz bin Cebel’e...

Allâh’ın selâmı üzerine olsun!

Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allâh’a hamdettiğimi sana iletmek isterim. İmdi; Allah ecrini artırsın, buna karşılık sana büyük mükâfatlar ihsân etsin ve sabretme gücü versin. Bizi ve seni şükre muvaffak kılsın. Zîrâ canlarımız, mallarımız, evlâd ü iyâlimiz, Azîz ve Celîl olan Allâh’ın bize tatlı hibeleri, geçici bir süre için yanımıza bıraktığı emânetleri cümlesindendir.

Allah sana o çocuğu vermekle seni sevindirdi. Şimdi de onu büyük bir ecir karşılığında senden aldı. Onun karşılığında Allah’tan rahmet, mağfiret ve hidâyet bekliyorsan, sabret!.. Üzüntü ve kederin, ecrini yok etmesin! Sonra pişman olursun! Bil ki ağlayıp sızlamak hiçbir şeyi geri getirmez, hüzün ve kederi de defedemez. Başa gelecek olan zaten gelmiştir, vesselâm.” (Hâkim, III, 306/5193)

Cenaze Evine Yemek Göndermek Sevap mı?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cenâze yakınlarına sâdece tâziyede bulunmakla kalmaz, maddî-mânevî her türlü yardımda bulunurdu. Nitekim Câfer-i Tayyâr -radıyallâhu anh- şehîd olduğunda Fahr-i Kâinât Efendimiz kendi âilesine:

“–Câfer’in âilesi için yemek yapınız! Çünkü onlar şu durumda mutfakla meşgul olamazlar!” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 25-26; İbn-i Hişâm, III, 436)

Daha sonra da bizzat kendisi, Hazret-i Câfer’in yetimlerine sâhip çıkarak onları himâye ve terbiyesine almıştır.

Musibete Uğrayan İnsanlar

Ebû Bekir -radıyallâhu anh- da herhangi bir musîbete uğrayan insanlara şöyle tâziyede bulunurdu:

“Sabır, musîbetin elemini hafifletir, sızlanmanın ise faydası yoktur. Ölüm öncesi hayat basittir, çetin olan ölüm sonrasıdır. Rasûlullâh’ı kaybedişinizi hatırlayınız ki, musîbetiniz gözünüzde küçülsün ve Allah ecrinizi artırsın.” (Ali el-Müttakî, XV, 744/42958)

Cenaze Uğurlamanın Fazileti

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim, sevâbına inanarak ve karşılığını sâdece Allah’tan bekleyerek bir müslümanın cenâzesi ile birlikte gider ve namazı kılınıp gömülünceye kadar beklerse, her biri Uhud Dağı kadar olan iki kırat sevapla döner. Kim de cenâze namazını kılar, defnolunmadan önce ayrılırsa bir kırat sevapla döner.” buyurmuşlardı. (Buhârî, Îman, 35)

Birgün Abdullah bin Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs ile birlikte otururken Habbâb bin Eret geldi ve:

“–Abdullah! Baksana Ebû Hüreyre ne diyor!” diye bu hadîsi nakletti. Bunun üzerine Hazret-i Abdullah:

“–Ebû Hüreyre de çok oldu.” dedi ve Habbâb’ı, bu hadîsi araştırmak için Hazret-i Âişe’ye göndererek; “Bunu ondan sor gel!” dedi.

Habbâb gidince Abdullah yerden bir avuç çakıl taşı aldı; sinirli bir şekilde taşları elinde evirip çevirmeye başladı. Bir müddet sonra Habbâb, Hazret-i Âişe’nin; “Ebû Hüreyre doğru söylüyor; ben de Rasûlullâh’ın öyle buyurduğunu işittim.” dediğini haber verdi. Bu sefer kaçırdığı fırsatlara hayıflanan Abdullah bin Ömer, elindeki taşları yere fırlattı ve:

“–Desene biz çok kırat kaçırdık!” diye teessürünü ifâde etti. (Müslim, Cenâiz, 56)

Burada va’dedilen sevâbın miktar ve ölçüsü, kesin bir sınır tâyin etmekten ziyâde, cenâze teşyîinin yüksek fazîletini beyân etmek içindir. Zîrâ Cenâb- Hak, yapılan amellere, kalplerdeki niyet ve samîmiyetin seviyesine göre ecir lutfeder.

Allah’ın Erkeklere Emaneti

Kâsım bin Muhammed -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Hanımım vefât etmişti. Muhammed bin Kâ’b el-Kurazî tâziyeye geldi. Bana şunu anlattı:

İsrâiloğulları’ndan âlim, âbid ve gayretli bir adam vardı. Çok sevdiği sâliha bir hanımı vardı. Derken bu hanımı vefât etti. O âlim buna çok üzüldü ve evine kapanarak insanlardan alâkasını kesti, kimseyle konuşmaz oldu. İsrailoğulları’ndan bir kadın bunu duyunca yanına gitti ve:

«–Ona soracak bir meselem var, fetvâ istiyorum, onunla husûsî görüşeceğim.» dedi. İnsanlar çıktılar, o ise kapıda bekledi ve mutlaka görüşmesi gerektiğini tekrarladı.

Birisi âlime haber verip:

«–Kapıda bir kadın var, sana fetvâ sormak istiyor, kapıdan ayrılmıyor.» dedi. İzin verilince kadın içeri girdi. Âlime:

«–Sana soracak bir meselem var.» diye söze başladı. Âlim; «–Mesele nedir?» deyince kadın şöyle bir suâl sordu:

«–Ben, komşum olan bir hanımdan bilezik aldım. Onu bir müddet takındım, ödünç olarak kullandım. Şimdi bana haber gönderdiler, onu istiyorlar. Ne dersin, onlara bileziklerini iâde etmem gerekir mi?»

Âlim:

«–Evet, vallâhi vermen lâzım.» dedi.

Kadın:

«–Ama o bilezik bende bir müddet kaldı, (onu çok sevdim).» deyince âlim:

«–Olsun, sen onu emânet olarak aldığın için onların bunu geri istemeye hakları vardır.» cevâbını verdi. Bunun üzerine kadın:

«–Allah sana merhamet eylesin ey âlim! Allah, sana emânet olarak verdiği şeyi geri istediğinde neden üzülüyorsun! Üzülmeye hakkın var mıdır? Sana hanımını emâneten vermişti, sonra da geri aldı. Allâh’ın, onu yanında bulundurmaya senden daha çok hakkı vardır.» diyerek onu tesellî etti.

Âlim bu sözlerden ibret aldı, hakîkati gördü ve kendine geldi. Allah, âlimi kadının sözlerinden istifâde ettirdi.” (Muvatta, Cenâiz, 43)

İkizleri ile Beraber Vefât Eden Anne

Mesnevî şârihi Tâhirü’l-Mevlevî, doğum esnâsında ikizleri ile beraber vefât eden bir annenin dramından çok duygulanır. Akrabâlarını araştırıp buldurur.

“–Ben bu üç mevtâya tâziye olarak bir kabir taşı kitâbesi yazdırmak istiyorum!” der ve anne yüreğinin şefkat ve merhametini şu dörtlüğü ile çok içli bir şekilde ifâde eder:

Bir Kitâbe-i Seng-i Mezâr:

Dünyada der-âğûşa ecel vermedi imkân,

Etti beni hem-makber iki yavrucuğumla.

Artık tutarak dest-i yetîmânelerinden,

Geldim sana Rabb’im, iki öksüz çocuğumla...

“Bir mezar taşı kitâbesi: Ecel, beni iki yavrucuğumla kabir yolcusu eyleyerek şu dünya hayâtında (onları doya doya) kucaklamaya imkân vermedi. Ey Rabbim! Ben de yetim ellerinden tutup o iki öksüz çocuğumla Sana geldim...”

Ölünün Kabirdeki Durumu

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kabirdeki ölü, denizde boğulmak üzere olan ve dehşet içerisinde yardım isteyen kimse gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden, samîmî ve sâdık arkadaşından bir duâ bekler. Şayet bir duâ gelecek olsa, bu onun için dünyâ ve içindekilerden daha kıymetli ve sevimli olur. Şüphesiz Allah, kabir ehline, dünyadakilerin duâsı bereketiyle dağlar misâli ecir verir. Dirilerin ölülere gönderebileceği en iyi hediye ise onlar için istiğfâr etmek ve onlar adına sadaka vermektir.”[8]

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şöyle rivâyet eder:

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, iki kabrin yanından geçerken onlar hakkında:

“İkisi de azap görüyorlar, ancak (onların zannına göre) büyük bir günahtan dolayı değil. Birisi söz götürüp getirdiğinden, diğeri de küçük abdest bozarken îcâb ettiği sûrette korunmadığından dolayı muazzeb oluyor.” buyurdu.

Akabinde yaş bir hurma dalı istedi. Onu ikiye ayırdı ve daha sonra bunları kabirlerin başına birer birer dikti. Sonra da sözlerine şöyle devâm etti:

“Kurumadıkları müddetçe onların azâbını hafifletmeleri umulur.” (Müslim, Tahâret, 111)

Müfessir Kurtubî, bu hadîs-i şerîfi şöyle îzâh eder:

“Hadîsin, «kurumadıkları müddetçe» kısmı, o dalların yaş kaldıkları müddetçe tesbih ettiklerine işâret etmektedir. Nitekim âlimlerimiz şöyle demişlerdir: Kabirlere ağaç dikmekten ve orada Kur’ân-ı Kerîm okumaktan oradaki mevtâlar istifâde ederler. Bir ağaç dikmek bile ölülerin azâbını hafifletirse, bir mü’minin Kur’ân okumasından kim bilir ne kadar istifâde ederler? Ölüye hediye edilen şeyin sevâbı da kendisine ulaşır.” (Kurtubî, X, 267)

Kur’ân tilâveti sebebiyle husûle gelecek ilâhî rahmetten ölülerin de istifâdesi için bilhassa Yâsîn-i Şerîf okunması, herkesin bildiği ve tatbîk ettiği bir usûldür. Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“…Yâsîn, Kur’ân’ın kalbidir. Bir kimse onu Allâh’ın rızâsını ve âhiret yurdunu talep ederek okursa, muhakkak günahları bağışlanır. Ölülerinize de Yâsîn Sûresi’ni okuyunuz.” (Ahmed, V, 26)

Ölülerin mânevî istifâdesi için diğer âyet ve sûrelerden de okunabilir. Buna dâir rivâyetlerin bir kısmı şöyledir:

“Sizden biri vefât ettiğinde onu fazla bekletmeden kabre götürünüz. Defnettiğiniz zaman da biriniz, başucunda Fâtiha Sûresi’ni, ayak ucunda da Bakara Sûresi’nin son kısmını (Âmenerrasûlü) okusun.” (Taberânî, Kebîr, XII, 340; Deylemî, I, 284; Heysemî, III, 44)

Alâ bin el-Leclâc, sâhâbe-i kirâmdan olan babası Leclâc’ın, vefâtı esnâsında kendilerine şu vasiyette bulunduğunu rivâyet etmiştir:

“Beni kabre koyduğunuz zaman:

«بِسْمِ اللّٰهِ وَعَلٰى سُنَّةِ رَسُولِ اللّٰهِ : Allâh’ın adıyla ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünneti üzere (seni Hakk’a emânet ediyoruz.)» deyiniz ve üzerime toprak atınız. Başımın ucunda Bakara Sûresi’nin evvelini ve son kısmını okuyunuz. Şüphesiz ben, Abdullah bin Ömer’in bu uygulamayı güzel gördüğüne şâhid olmuştum.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IV, 56)

Sahâbe-i kirâmdan Amr bin Âs -radıyallâhu anh-’ın vefâtı esnâsında vasiyet olarak etrafındakilere söylediği şu sözler de câlib-i dikkattir:

“Beni kabrime defnettiğiniz zaman, bir deve kesip etini parçalayacak kadar mezarımın başında bekleyin ki, sizin varlığınızla yeni hayâtıma alışma imkânı bulayım ve Rabbimin elçilerine vereceğim cevapları hazırlayayım.” (Müslim, Îman, 192)

Bu rivâyeti kitabında zikreden Nevevî, İmâm Şâfiî -rahmetullâhi aleyh-’in, şu sözlerini nakletmiştir:

“Mezarın başında Kur’ân’dan âyet ve sûreler okumak müstehabdır. Kur’ân’ın tamamının okunması (hatim edilmesi) ise, daha güzeldir.”[9]

Bütün bu rivâyetlerden anlaşılacağı üzere kabirleri ziyâret etmek, orada bulunanlara selâm verip duâ ve istiğfarda bulunmak, onlar adına hayır ve hasenât yapıp Kur’ân tilâvet etmek, mevtâlar için bir rahmet vesîlesidir. Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz, bizden önce âhirete intikâl etmiş mü’min kardeşlerimiz için şöyle duâ etmemizi tavsiye eder:

“…Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.” (el-Haşr, 10)

Hazret-i Peygamber ve ashâb-ı kirâmın kabir ziyâretiyle ilgili söz ve tatbikâtı, bu hususta ifrat ve tefrite düşmeden nasıl davranılması gerektiğini bizlere göstermektedir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Öldükten sonra kulun derecesi yükseltilir. Kul:

«–Ey Rabbim! Bu sevap nereden geldi?» diye sorar. Cenâb-ı Hak ona:

«–(Arkanda bıraktığın) hayırlı ve sâlih evlâdın senin için istiğfarda bulundu, duâ etti.» buyurur.” (İbn-i Mâce, Edeb, 1; Ahmed, II, 509)

Yine hidâyet rehberimiz Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“İnsan öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak şu üç şey bundan müstesnâdır: Sadaka-i câriye, istifâde edilen ilim ve kendisine duâ eden hayırlı evlât.” buyurmuştur. (Müslim, Vasıyyet, 14)

Sa’d bin Ubâde -radıyallâhu anh-, yanında bulunmadığı bir esnâda annesinin vefât ettiğini, onun adına sadaka verdiği takdirde kendisine bir faydası olup olmayacağını sormuştu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Evet.” buyurunca, sâhip olduğu meyve bahçesini annesi adına tasadduk etti. (Buhârî, Vesâyâ, 15)

Abdurrahman bin Ebî Amra’nın anlattığına göre annesi, bir köle âzâd etmek istemişti. Ancak bunu sabaha tehir etmiş ve sabaha çıkamadan da vefât etmişti. Abdurrahman, Kâsım bin Muhammed’e:

“–Ben anneme bedel bir köle âzâd etsem, anneme faydası olur mu (sevâbı ona ulaşır mı)?” diye sorunca, o da şu cevâbı vermiştir:

“–Sa’d bin Ubâde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelip:

«–Annem vefât etti, ben onun adına bir köle âzâd etsem ona faydası olur mu?» diye sormuştu. Allah Rasûlü de; «–Evet!» buyurdular.” (Muvatta, Itk, 13)

Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın oğlu Abdurrahman, uyku esnâsında âniden vefât edivermişti. Âişe vâlidemiz, bu kardeşinin hayrına pek çok köle âzâd etti. (Muvatta, Itk, 14)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:

Bir kimse Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Yâ Rasûlallah! Annem vefât etti, üzerinde de bir aylık oruç borcu var, onun adına borcunu ödeyeyim mi?” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Annenin üzerinde mal borcu olsaydı onun adına ödeyivermez miydin?” diye sordu.

“–Evet, öderdim!” deyince de, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm–:

“–Allâh’a olan borç, ödenmeye daha lâyıktır!” buyurdu. (Müslim, Sıyâm, 155)

Bütün bu hadîs-i şerîfler, vefât etmiş mü’minlerin, sağlıklarında yaptıkları ve vefatlarından sonra da devâm etmekte olan hayırlarından fayda göreceklerini, ayrıca hayatta olan yakınlarının ve mü’min kardeşlerinin duâ ve infaklarından istifâde edeceklerini bildirerek onları bu hayırlara teşvik etmektedir.

İSLAM’DA TAZİYENİN HÜKMÜ NEDİR?

Velhâsıl İslâm, insanın fıtrat ve ihtiyaçlarına göre kâideler koymuş, hiçbir şeyi ihmâl etmemiştir. Vefât eden insanların en kısa zaman içinde techiz, tekfin ve teşyîine ısrarla teşvik etmiştir ki, insanoğlu öldüğünde nezih bir şekilde ebedî istirahatgâhına yerleşebilsin. Aksi takdirde insanın mükerremliğiyle bağdaşmayan manzaralar ortaya çıkarak insanların huzûru kaçabilir.

Diğer taraftan, İslâm’ın emrettiği bu ictimâî vazifeler, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna ne kadar değer verdiğini göstermektedir. Yüce Rabbimiz, sevdiği kullarının, merhamet, muhabbet ve kardeşlik duygularıyla yoğrulmuş huzurlu bir toplumda yaşamalarını arzu etmektedir. Allâh’ın emirlerine bîgâne kalındığında, böyle bir toplum oluşturabilmek imkânsız hâle gelir.

Mühim bir din kardeşliği mes’ûliyeti olan tâziye, nazargâh-ı ilâhî olan insan gönlünün, hüzünle dolduğu bir anda tesellî edilerek ferahlatılmasıdır. Din kardeşimize, her an yanında olduğumuzu göstermektir. Şunu unutmamak gerekir ki, mükerrem olarak yaratılan ve ilâhî bir sanat hârikası olan insanın dert ve sıkıntılarının paylaşılarak kederli gönlünün tesellî edilmesi, Allâh’ın rızâsına medâr olan büyük amel-i sâlihlerden biridir.

Dipnotlar:

[1] Bkz. el-Mâide, 31. [2] Bkz. İbn-i Mâce, Cenâiz, 8. [3] Bkz. Müslim, Cenâiz, 58. [4] Bkz. Ebû Dâvûd, Cenâiz, 38-39/3166. [5] Bkz. Ebû Dâvûd, Cenâiz, 38-39/3166. [6] Bkz. Nesâî, Büyû, 98; Ahmed, V, 289. [7] Sidr: Arabistanda yetişen, koyu gölgeli bir kiraz ağacıdır. Halkımızın Trabzon Hurması dediği ağaç da bu cinstendir. Sidr ağacının yaprakları suya karıştırılarak cenâze yıkanır. (Âsım Efendi, Kâmus, II, 385) [8] Deylemî, el-Firdevs bi-Me’sûri’l-Hitâb, Beyrut 1986, IV, 103/6323; Ali el-Müttakî, XV, 694/42783; XV, 749/42971. [9] Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, Beyrut, ts., s. 293.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları