Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri Kimdir?

Abidevi Şahsiyetler

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri kimdir? Nerede doğdu? Soyu nereye dayanır? Kadılık görevini bırakarak Tasavvuf ile tanışan Kadı Mahmud'un, Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri oluş süreci...

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri (1541-1628), Anadoluʼda yetişen, ilminden, irfânından ve vakfından günümüzde dahî ümmetin müstefîd olduğu, mâneviyat semâmızın yıldız şahsiyetlerinden biridir.

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin neslinden olup, “seyyid”dir. Bunu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe hitâben yazdığı ilâhîlerinin birinde;

“Nʼola eylersen Hüdâyî’ye nazar,

Ceddim ü pîrimsin ey kân-ı atâ…”[1] diyerek dile getirirken, diğer bir ilâhîsinde de;

“Ceddim ü pîrim sultan,

Sen’sin yâ Rasûlâllah…” mısrâlarıyla ifade eder.

Hüdâyî Hazretleriʼnin; ilim ve irfan hizmetlerinin yanı sıra, ibretlerle dolu hayatı da başlı başına bir ders mâhiyetindedir.[2]

Nitekim zirve seviyede bir tahsil hayatının ardından tâyin edildiği müderrislik ve kadılık makamları, kendisine toplum nezdinde büyük bir îtibar kazandırmıştı. Lâkin o, karşılaştığı hâdiselerdeki mânevî işaretleri gönül gözüyle okumasını bildi ve hakîkat iklimine yöneldi.

KADI MAHMUD VE ÜFTADE HAZRETLERİ

Kulu Hakkʼa vâsıl edecek vesîleler -meşhur tâbiriyle- mahlûkatın nefesleri adedince çoktur. Kadı Mahmudʼun Hakkʼa vuslat yoluna yönelmesine de, bir karı-kocanın mânevî sırlarla dolu dâvâsı vesîle oldu. Samimiyetle bu dâvânın peşine düşünce, kendisini Üftâde Hazretleriʼnin kapısında buldu.

İrşâdına nâil olduğu Üftâde Hazretleriʼnin dergâhında, evvelâ şan-şöhret, makam-mevkî ve servetin; Hakkʼa vuslata mânî olan nefsânî prangalarını kırıp attı. Böylece -kendi tâbiriyle- “Matlab-ı Âlâ ve Maksad-ı Aksâ” yani “en yüce gâye olan Cenâb-ı Hakk”a yakınlığın vecd ve istiğrâkı içinde bir kulluk hayatına nâil oldu.

Kulu Rabbinden gâfil bırakan nefsânî isteklerin, zevâle mahkûm gölgeler mâhiyetinde olduğunu derinden idrâk etti. Bütün varlık ve benlik vehimlerini, Cenâb-ı Hakkʼın mutlak varlığında ifnâ etmeyi en büyük saâdet hazinesi telâkkî eden, ârifâne bir gönül ufkuna ulaştı.

Zira mânevî hayatta her şey, hiçliğini idrâk ettikten sonra başlar. Nefsini bilen Rabbini bilir. Nefsin gurur, kibir, ucub, enâniyet ve arz-ı endam / kendini gösterme heveslerini bertaraf etmeden, Hakkʼa vâsıl olabilmek mümkün değildir. Zira tevhîd akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur.

Tasavvufun en mühim gâyelerinden biri de, kulu “tevhîd”in rûhuna aykırı olan “arz-ı endam” gafletinden kurtarmaktır. Ona bir “abd-i âciz” olduğunu idrâk ettirmektir. Fânî bir imtihan âlemi olan bu dünyada, Cenâb-ı Hakkʼa karşı “arz-ı hâl” üzere, yani edep, tevâzu ve hiçlik ikliminde bir kulluk hayatı yaşatabilmektir.

NEFSİN VARLIK VE BENLİK DUVARLARINI YIKTI

İşte Hüdâyî Hazretleri, nefsin varlık ve benlik duvarlarını yıkabilmek için; şan, şöhret, makam ve serveti terk etti. Dergâhta helâ temizledi, Bursa sokaklarında sırmalı kaftanıyla ciğer sattı. Sıkı bir riyâzat ve mücâhede ile, üç yıl gibi kısa bir sürede seyr u sülûkünü ikmâl etti. Gönlünde bambaşka ufuklar açıldı. Tıpkı Mevlânâ Hazretleriʼnin, ilmin zirvesinde olmasına rağmen, henüz kalbî hayatta yeterince mesafe almamış olduğu dönem için “hamdım” demesi, buna mukâbil Şems-i Tebrizî adında bir dervişin gönlüne attığı ilâhî aşk kıvılcımı ile âdeta tutuşup kendisine ötelerden pencereler açıldığı zamanki hâline “piştim” ve “yandım” demesi gibi…

Şu bir hakîkattir ki mânevî irşâd ile kemâle ermemiş ham bir nefsin elinde;

İlim, fayda vermek yerine zulme âlet olabilir,

Makam-mevkî, bir hizmet vâsıtası olmaktan çıkarak nefsâniyeti palazlandıran bir fitne hâline gelebilir,

Şan-şöhret ise kalbin zebûn olduğu putlara dönüşebilir.

Yani zâhiren çok kıymetli görünen şeyler, vâsıta olmaktan çıkarılıp gâye hâline getirilirse, kulun ebedî hayata eli boş bir müflis olarak gitmesine sebebiyet verebilir.

Hüdâyî Hazretleri, varını-yoğunu terk ederek kâmil bir mürşidin rehberliğine sadâkatle râm olmasaydı, tarihte sayısız misâli bulunan sıradan bir müderris ve kadı olarak kalacaktı. Fakat o, Üftâde dergâhında nefsânî prangalardan kurtularak mânen kemâle erince; toplumun en alt kademesinden cihan padişahlarına kadar çok geniş bir kitleyi irşâd eden müstesnâ bir “gönül sultanı” oldu.

Bu devlete mağrûr olma

Fânî zevke mesrûr olma

Tâat-i Hakʼtan dûr olma[3]

Aç gözün gafletten uyan!..

gibi manzum telkinlerle, yazdığı sayısız mektupla, verdiği nasihatlerle, sultanlara ve devlet erkânına da mânen rehberlik etti.

Hakîkaten Hüdâyî Hazretleri, Osmanlıʼnın kuruluş yıllarında Edebali Silsilesinin îfâ ettiği kıymetli irşad hizmetini, Devlet-i Aliyyeʼnin en geniş sınırlarına ulaştığı bir devirde, aynı aşk, vecd ve heyecanla yürütebilen, ender şahsiyetlerden biri oldu.

Yunus Emre Hazretleriʼnin, “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez!” dediği gibi, Hak âşığı Hüdâyî Hazretleri de, vefatının üzerinden geçen dört asra rağmen, gerek ardında bıraktığı eserleriyle, gerek dilden dile dolaşarak kalplere rûhâniyet bahşeden ilâhîleriyle, gerekse müstesnâ bir teselsül bereketine mazhar olan vakfıyla, hizmetlerini fânî hayatından sonra da sürdürerek, gönüllerde yaşamaya devam ediyor.

Zira Cenâb-ı Hak, sevdiği kullarını nasipli gönüllere sevdiriyor, onları unutturmuyor. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Îman edip de sâlih amellerde bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96) buyruluyor.

Hakîkaten Hak dostları, fânî bedenleri toprak altına girdikten sonra dahî unutulmuyor; hürmet, muhabbet ve hayırla yâd ediliyor. Kabirleri dahî, -bilhassa muhabbet ehli müʼminler için- müstesnâ bir câzibe merkezi olmaya devam ediyor. Nitekim;

Fenâ bulup hayât alam şu dem ki aşk-ı yârimden

Muhabbet isteyen gelsin haber sorsun mezârımdan

diyen Hüdâyî Hazretleriʼnin türbesine uzaktan-yakından gelen ziyaretçiler, bu hakîkatin bâriz bir tezâhürüdür.

Velhâsıl Hüdâyî Hazretleri gibi vâris-i enbiyâ olan kâmil mürşidler, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Oʼnun yetiştirdiği ashâb-ı kirâmı göremeyenler için, nebevî ahlâkın zamanlara yayılmış zirve temsilcileridir.

Bizler de -inşâallah- bu yazı serîmizde, Seyyid Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleriʼnin manzum ve mensur eserlerinden seçtiğimiz birbirinden kıymetli ifadeleri etrafında, onun gönül dokusundan hisseler almaya gayret göstereceğiz.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Ekim, Sayı: 428