Allah Rızâsını Umarak Lâ İlâhe İllallah Diyenin Mükafatı

HADİSLER

Sahabilerin şikayeti üzerine Peygamber Efendimizin (s.a.v) cevabı...

Bedir Gazvesi’ne katılmış sahâbîlerden İtbân İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:

Kendi kabilem olan Sâlim oğullarına imamlık yapıyordum. Benim (evim)le onlar arasında bir vâdi bulunuyordu. Yağmur yağdığı zaman o vâdiyi geçip mescidlerine gitmek benim için çok güçleşiyordu. Bu sebeple Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve şöyle dedim:

- Ey Allah’ın Resûlü! Gözlerim iyi seçmiyor. Onlarla benim aramdaki vâdinin deresi yağmur yağdığı zaman  taşıyor, benim için onu geçmek çok güçleşiyor. Binaenaleyh evimi teşrif edip bir yerinde namaz kılsanız,  Ben sizin namaz kıldığınız yeri namazgâh edinmek istiyorum.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “(İnşallah) bu isteğini yerine getiririm” buyurdu.

Ertesi sabah, güneş yükseldiği bir vakitte,  Ebû Bekr ile birlikte  Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana geldi. İçeri girmek için izin istedi, verdim. İçeri girdi, daha  oturmadan:

- “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu. Namaz kılmasını istediğim yeri gösterdim, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem orada tekbir alıp namaza durdu. Biz de arkasında saf bağladık. İki rek’at namaz kıldırdı sonra selâm verdi, biz de selâm verdik. Namazı bitirince Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem’i, kendisi için hazırlanmış olan hazireyi yemesi için alıkoyduk. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bizde olduğunu duyan mahalle halkının erkeklerinden bir grup geldi. Evde epeyce insan toplandı. İçlerinden biri:

- Mâlik (İbni Duhşum) ne yaptı? Onu göremiyorum, dedi. Bir başkası:

- O, Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, derhal müdâhale ederek:

- “Öyle deme! Görmüyor musun o, Allahın rızâsını dileyerek lâ ilâhe illallah diyor” buyurdu.

Bunun üzerine adam:

- Allah ve Resûlü daha iyi bilir. Ancak biz, Allah’a yemin olsun ki, kendisini münâfıkları sever ve onlarla düşer-kalkar olarak görüyoruz, dedi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- “Allah Teâlâ, rızâsını umarak lâ ilâhe illallah diyen kimseyi cehenneme haram kılmıştır.”

(Buhârî, Salât 45, 46, Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd  25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et’ime 15, Rikak 6, İstitâbetü’l-mürteddîn 9; Müslim, Îmân 54, 55, Mesâcid 263,  264, 265, Fezâilü’s-sahâbe 178. Ayrıca bk. Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce, Mesâcid 8)

İtbân İbni Mâlik

İtbân (veya Utbân) İbni Mâlik, Medineli müslümanlardan olup Hazrec kabilesinin Sâlim oğulları kolundandır. Yukarıda da işaret edildiği gibi Bedir Gazvesi’ne katılan mücâhidlerdendir. Hayatını Sâlim oğullarına imamlık yaparak geçirmiştir. İyi görmeyen gözlerinin daha sonraları tamamen kapandığı anlaşılmaktadır. O bu halinde de bulunduğu mahallin insanlarına imamlık yapmaya devam etmiştir.

Buhârî ve Müslim’de bundan başka rivâyeti bulunmamaktadır.

İbn Sa’d’ın bildirdiğine göre, hicretin ilk günlerinde ensar ile muhacirler arasında gerçekleştirilen kardeşlik antlaşmasında Hz. Peygamber, Hz. Ömer ile İtbân’ı kardeş yapmıştır.

Hz. Peygamber Tebük Gazvesi’ne çıktığı zaman, İtbân’ı Medine’de yerine vekil olarak  bırakmıştır.

Kendisi, Muâviye zamanında oldukca ileri yaşlarda iken Medine’de vefat etmiştir.

Allah ondan razı olsun.

  • Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Konumuzu, en son cümlesi dolayısıyla ilgilendiren hadîs-i şerîf, zengin muhtevasından ötürü Buhârî’de ondan fazla yerde geçmektedir. Hadisimizden elliden fazla hüküm çıkarılmıştır. Hadisin bütün rivayetlerini göz önünde bulundurarak olayı şöylece özetlemek mümkündür:

Sâlim oğullarına imamlık yapmakta olan İtbân, gözlerinin rahatsız olması ve evi ile mescid arasındaki derenin yağmur yağdığında taşması  sebebiyle, Mescid-i Nebevî’ye gidemediğini söyleyerek Hz. Peygamber’den evinde namaz kıldırma izni istemiştir. Büyük bir ihtimalle, mescidi bırakıp evini mescid edinmesinin tepki ile karşılanmaması için Hz. Peygamber’den evinde  namaz kılmasını, kendisinin de orada namaz  kılmak ve kıldırmak istediğini bildirmiştir. İtbân’ın bu arzusu, sırf bir teberrük yani Hz. Peygamber’in namaz kıldığı yerde namaz kılmak isteği olarak değerlendirilmemelidir. Hz. Peygamber’den fiilen müsâade almış olmak gibi bir düşünceyi de akla getirmektedir.

Hz. Peygamber, bu isteği makul karşılamış ve hemen ertesi gün şöyle güneşin biraz  yükseldiği bir vakitte yanında Hz. Ebu Bekir ve daha başka sahabîler de olduğu halde İtbân’ın ikâmetgâhına gitmiş, içeri girmek için izin istemiş, içeri girince de daha yerine oturmadan, “Evinin neresinde namaz kılmamı istiyorsun?” diye seçim hakkını İtbân’a bırakmıştır. Gösterilen yerde namaza durmuş, bunu fırsat bilen oradaki müslümanlar da saf bağlayıp Hz. Peygamber’e cemaat olmuşlardır.

Hz. Peygamber’in burada, ne için davet edildiyse önce onu yaptığını görüyoruz. Çünkü yemek için davet edildiği yerlerde önce yemek yediği başka rivayetlerde kaydedilmektedir.

Namaz sonrasında hazîre denilen un ve ince kıyılmış etten yapılan bulamaç aşı ikrâm edilmek için misafirler alıkonulmuştur. Bu arada Hz. Peygamber’in teşrifini duyan mahalle sakinleri de İtbân’ın evine gelmişler böylece evde epeyce  kalabalık bir cemaat oluşmuştur.

Sohbet esnasında, Bedir Harbi gazilerinden ve daha sonra Hz. Peygamber’in, münâfıkların yaptığı Mescid-i dırâr’ı yakmağa göndereceği ekipte yer alacak olan  Mâlik İbni Duhşum’un orada bulunmaması, bazı kişilerce hoş karşılanmamış ve hatta münâfıklarla arasının iyi olması, onun da münâfık olduğuna delil sayılmak istenmiştir. Hz. Peygamber bu düşünceye katılmamış, samimiyetle lâ ilâhe illallah diyen kimseler hakkında böyle konuşulmaması gerektiğini bildirmiştir. Sonuçta da en büyük müjdeyi vererek: “Allah Teâlâ, rızâsını umarak “lâ ilâhe illallah” diyen kimseyi cehenneme haram kılmıştır” diye buyurmuştur.

Geçmişte âlimlerimiz bu mutlak müjdeyi farklı gerekçelerle bazı kayıtlara bağlamışlar ve özetle şöyle açıklamışlardır:

“Cehenneme haram kılar demek orada temelli olarak  bırakmaz” demektir.

“Kul Allah’dan af dilediği ve ibadetleri kabul buyurulduğu takdirde cehenneme girmez” demektir.

“Cehenneme girse bile kâfirlerin uğradığı azâba uğratılmaz”demektir. Buna göre günahkâr müslümanlar cehenneme girse bile, orada temelli kalmazlar, kâfirlere yönelik olarak bildirilmiş olan “Onların derileri ateşte yanıp piştikçe, azâbı duysunlar diye onlara  tazelenmiş başka deriler veririz” [Nisâ sûresi (4), 56] âyetinin hükmüne tabi tutulmazlar. Ravilerinden biri zayıf olan bir hadîs-i şerîfte, “Cehennem sıcağının ümmetime tesiri ancak hamam sıcağının tesiri gibidir” (bk. Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, X, 360) buyurulmakta ve bu mâna teyid edilmektedir. Ahmed Naîm merhumun ifadesiyle, “Bu hadise göre kâfir ile mü’min-i fâsık’ın yanmaları arasındaki fark, birinin hamam külhanı içine atılmış odun gibi yanması, diğerinin ise pek sıcak hamam halvetinde pek ziyâde bunalıp muazzep olması kabilindendir” (bk. Tecrid Tercemesi, II, 367).

Bu değerlendirmelere rağmen, Allah’ın rahmetini ummak (recâ) konusunda çok büyük bir güvence veren hadisimizi kendine has genelliği içinde anlamak ve onun getirdiği müjdeye lâyık olabilmek için iman ikrarında samimi olmaya bakmak lâzımdır. Müellif Nevevî’nin burada hiçbir kayda işaret etmemiş olması, hadisi genelliği içinde  anlamaktan yana olduğunu göstermektedir.

  • Hadisten Çıkarmamız Gereken Dersler Nelerdir?
  1. Gözleri görmeyen kimsenin imamlık yapması câizdir.
  2. Evlerde namaza ayrılacak yerler, sahibinin mülkiyetinden çıkmaz. Mahalle içinde mescid yapılan yerler ise, özel mülkiyetten çıkar.
  3. Sâlih ve faziletli kimselerin namaz kıldıkları yerlerde, hayır ve bereket umarak namaz kılmak câizdir.
  4. Gündüz cemaatle nâfile namaz kılınabilir.
  5. Ev sahibinin izni ile misâfirin imamlık yapması câizdir.
  6. Bir kişi, kendisinden daha faziletli bir başkasını herhangi bir işi için evine davet edebilir.
  7. Yönetici veya âlim, gittiği yere arkadaşlarını da götürebilir.
  8. Hakkında yersiz tenkid ve ithamlarda bulunulan kişiyi savunmak gerekir.
  9. Samimiyetle kelime-i tevhidi söyleyen ve bu ikrar ile ölen kimse cehenneme girmez, (girse de orada temelli kalmaz).
  10. Herhangi bir sebeple Allah’ın rahmetinden ümit kesmek doğru değildir.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları