Abdullah Bin Mübarek (k.s.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Abdullah bin Mübarek , künyesi Ebû Ab­dur­rahman. Nisbesi el-Mervezî, el-Hanzalî, ba­bası Türk, annesi Harezm’den. Hadis ve fıkıh ilminde üstad. “Şeyhu’l-islâm” ve “Kıd­vetü’z-zahidin” sıfatlarıyla bilinir.

Kıdve, kendisine uyup ardından gidilecek kimse veya bir sınıfın veya topluluğun başında olan kimse anlamlarına gelir. Kıd­vetü’z-zahidin, zühd ve takva sahibi zahidlerin en başındaki kimse, arkasından gidebilecekleri kimse anlamına gelir.

Abdullah bin Mübârek Emevî halifesi Hişâm bin Abdülmelik devrinde 118/1736 yılında doğdu. Tahsil için Merv’den Bağdat’a geldi. Oradan Mekke’ye vardı ve bir müddet orada mücavir olarak kaldı. Tabiînden pek çok kimseyle görüştü. İbrahim Edhem, Dâvûd Tâî, Süfyân Sevrî, Fudayl b. Iyaz, İmam-ı A’zam, İmam Mâlik ve Evzâî ile çağdaş. Süfyân Sevrî’nin talebesidir. Fakat ilimde onu geçtiği rivayet edilir. Tahsil-i ilimden sonra tekrar memleketi Merv’e döndü. Halkın sevgi ve yakınlığına mazhar oldu. Pek çok talebe yetiştirdi. Ticaret ve hac maksadıyla pek çok seyahatlarda bulundu. Ticaretten elde ettiği kazancın ekserisini fukaraya ve ehl-i ilme infak ederdi.

Vefatı bir gaza dönüşü Bağdat yakınlarında Fırat üzerinde Hit denilen yerde vaki olmuştur. 181/797. Kabri de oradadır.

TEVBESİ VE ZÜHD HAYATINA YÖNELMESİ NASIL BAŞLADI?

Tabakat kitaplarında kaydedildiğine göre tevbesi ve zühd hayatına yönelmesi şöyle olmuştu:

Bir cariyeye aşık oldu. Aşk ateşiyle yerinde duramıyordu. Bir kış gecesi, maşukasının evinin duvarı dibine sokuldu. Sevgilisi de dama çıktı. Sabaha kadar birbirlerini seyredip durdular. Zaman o kadar çabuk geçmişti ki, ezan okunmaya başladı. İbn Mübarek önce yatsı ezanı okunuyor sandı. Halbuki okunan yatsı ezanı değil, sabah ezanıydı. Sabah aydınlığı her tarafı kaplayınca gaflet uykusundan uyandı. Kendi kendine “Yazıklar olsun sana, bütün bir gece heva ve hevesine uyarak bıkmadan, usanmadan bu soğukta ayakta durdun. Eğer imam namazda uzun bir sure okuyacak olsa deliye dönerdin. Nerede kaldı senin müslümanlığın?” diye konuştu. Böylece tevbe ederek ilim, irfan ve ibadet yoluna koyuldu. İbadet ve ihlasıyla gönül erleri kervanına katıldı.

Hadis ehlindendi. Bu yüzden sohbetlerinde sahabe ve tabiin yolunu izlerdi.

Sordular:

– Niçin insanlardan kaçıyorsun? Cevap verdi:

– Allah’ın Rasulü ve ashabı ile beraber olmak için. Onların eserlerini ve ilmini okuyor ve anlamaya çalışıyorum. İnsanların arasına karışıp da ne yapayım? Onlar birbirlerini çekiştirmekten başka ne yapıyorlar? Ben ise hadis okuyarak ve okutarak Rasulullah ve ashabı ile beraber oluyorum.

Onun telakkisine göre alimin gönlünde asla dünya sevgisi yer olmamalı idi. Şöyle derdi: “Hayret! Kalbinde korkusu en az olan, zühd ve takvası hiç olmayan nasıl alimlik taslayabilir.”

Yine onun anlayışına göre “En sefil insan, dinini dünyalığa alet edendi.”

TEVAZU

Tevazu ehliydi. “Nefsini sokakta karşılaştığı köpekten daha aşağı görmeyen, ‘Nefsini bilen Rabbını da bilir’ hadisinin sırrına eremez” derdi. Şöhretten hoşlanmazdı. Hiç bir fikrin kendisine mal edilmesini istemezdi. “Ben kim oluyorum ki sözüm kitaplarda geçsin” derdi. Şöyle buyururdu: “Sessiz ve şöhretsiz yaşa, şöhreti sevme. Şöhreti sevmediğini de nefsine duyurma, zira onu bu vesile ile yüceltmiş olursun.”

Ona göre zühd, “Fakirliği severek Allah’a güvenmekti.” fakat “Kulun insanlardan bir şey istemek zorunda kalmaması için elinde az bir dünyalık bulundurması zühde mani değildi.”

Zühd ile sultan olmak, dünya sultanı olmaktan daha mü­himdi. Dünya sultanlığında halkı bir araya toplamak disiplin ve sopa ile mümkündü. Gönül sultanı ise halktan kaçar. Fa­kat halk kendi isteğiyle onun peşini bırakmaz, çevresini sarardı.”

Sehâvet sahibiydi, misafirperverdi, canı birşey istese misafir olmadan oturup yemezdi, sebebini sordular, şöyle cevap verdi:

– Duyduğuma göre misafirle yemeden sual olunmayacak. Bu yüzden misafirle yemeye gayret ediyorum.

Evinde çok misafir olurdu. Onlara sofralar kurar, etler hazırlatır, ikram ederdi. Onun bu ikramlarını çok gören adamlarından biri:

– Mal azaldı, şu misafir işini biraz kıssanız, dedi. Şu cevabı verdi:

– Mal azaldıysa ömür de bitiyor.

ŞÜPHELİLERDEN KAÇINMAK

Şüpheli şeylerden kaçınırdı. Bir defasında atını salıvererek öğle namazına durmuştu. At bir köyün devlete ait merasında otlamaya başladı. Selam verince durumu farketti ve atını hemen oracıkta terketti bir daha ona binmedi.

Şüpheli şeyler hakkında şöyle buyururdu:

“Bana göre içine şüphe karışan dirhemi reddetmek, altı milyonu sadaka olarak dağıtmaktan daha sevimlidir.”

Edep ehliydi. “Biz çok ilimden ziyade, az da olsa, önce edebe muhtacız” derdi. Arkadaşından emaneten aldığı fakat iade edemediği kalemi vermek için Merv’den Şam’a kadar yürümüştü.

Gıybetten son derece kaçınır, şöyle derdi: “Gıybet etmem gerekirse önce anne-babamı gıybet ederim, çünkü sevaplarımı almaya onlar daha layıktır.”

Sözlerinden:

“Marifet, hiç bir şeye taaccüb etmemendir.”

“Bir kimseye bir miktar muhabbet verilir de ona denk haşyet yani korku verilmezse o kimse aldanmıştır.”

Şu dört cümle, dört bin hadisten seçilmiştir:

  1. Kadına güvenme,
  2. Mala aldanma,
  3. Mideni fazlaca doldurma,
  4. İlim olarak sana yarayandan başkasını alma.- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar Hılyetü’l-evliya, VIII, 162-191; Sıfatu’s-safve, IV, 134-147; İbn Hallikan, III, 32-34; Tezkiretü’l-evliya, 211-221 Şarani, I, 50-52; el-Kevakibu’d-dürriyye, I, 132; A’lamü’n-nübela, VIII, 378-421; İbn mübarek, Kitabu’z-zühd, (nşr. Habibür-Rahman el-A’zami) Beyrut ts, Abdülhalim Mahmud, Abdullah bin Mübarek, Kahire.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

BENZER HABERLER