Zıll-i Zeval Ne Demek? Zıll-i Zeval Ne Anlama Gelir?

NE NEDİR?

Zıll-i zeval ne demek? Zıll-i zeval kelimesinin anlamı nedir? Zıll-i zeval kelimesine örnek cümleler...

Zıll-i ze­vâl: Ölümün gölgesi. Yok olup so­na eren göl­ge anlamlarına gelmektedir.

ZILL-İ ZEVAL KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

Neslindeki geçmiş şühedânın adedinden,
Erkam utanır zîr-i zemînler utanırken!
Ön safta koşar ilk ölü şevkiyle ölürsün;
Arzın yaşayanlardaki zevkiyle ölürsün!
Tâvîz-i bekà etmeyerek öyle tese’ül,
Eltâfını, şânın şerefin addederek zül;
İsminle de, cisminle de hep birden ölürsün,
Meçhûl olan eb’âda düşersin, gömülürsün!
Târîhe girersin de bilinmez nedir ismin,
Târîhi yapan sen, senin efsânedir ismin...
Yâdın, haberin son nefesinden de küçük, az;
Öldükte peyâm-ı ademin halka yayılmaz!
Âfâkı tutan velveleler, arbedelerle,
Gökten ebediyyet dilenen âbidelerle,
Meçhûlün o hodgâm, o şeref-âver ölümler,
Meçhûlün o te’yîd-i hayât eyler ölümler...
Yoktur cesedin, zıll-i zevâlin bile bâzen,
Yoktur o avâm âbidesi tahta cenâzen!
Kabrin! O da yok... Varsa da tek bir taşı yoktur;
Na‘şın gibidir; sînesi yoktur, başı yoktur!..

*****

Hak dostları, Cenâb-ı Hakk’ın aşk ve muhabbetinin tecellîsi altında oldukları için mercek altında bir kağıdın yanması gibi nefsânî temâyüller onlarda
ömrünü tüketmiştir. Böylece nûrânî bir câzibe merkezi hâline geldiklerinden, diğer insanlar da gayr-i irâdî olarak onların nûrânî güzelliklerine kapılırlar. Ancak onlar, fânî iltifat ve alâkaların kıskacından kendilerini kurtarmış olduklarından, gurur, kibir ve ucub gibi mezmûm sıfatların girdabına düşmemenin gayreti içinde yaşarlar.

Onların bütün hedef ve gâyeleri Allâh rızâsıdır. Bu itibarla az ile çoğun, soğuk ile sıcağın, zenginlik ile fakirliğin, yâni fânî rütbelerin ve izâfî şartların onlara göre bir farkı yoktur. Çünkü hepsi birer zıll-i zevâlden (yok olan gölgeden) ibârettir.

*****

Bizler insan olmak şerefinden ötürü nice ilâhî sıfat tecellîlerine mazhar olursak olalım, eğer bunlardan habersiz isek, o kâğıt ve kupkuru resime benzeriz. Onun için bize imtihan için verilmiş olan bütün fânî ve izâfî sıfatları Cenâb-ı Hakk’ın yüce sıfatlarının tecellîsinde eritmeliyiz. Bilmeliyiz ki, O’nun yüce zâtına âit bütün sıfatların muhtevâları târiflere sığmayacak bir genişlik ve sonsuzluk arz eder. Onların hepsi ezelî ve ebedîdir.
Hepsi O’nda mutlaktır ve sonsuz bir husûsiyetle muttasıftır. Yâni hiçbir sıfatının hudud ve sâhili yoktur. Bu itibarla O’nun ilmi, kelâmı, kudreti, tekvîni ve diğer bütün evsâfı bu mâhiyetleriyle her türlü teşbîh ve îzâhtan da münezzehtir. Bizim ve dünyâmızın husûsiyetleri ise hem mahdûd, hem de fânîdir. Bir zıll-i zevâlden ibârettir. Bu hâliyle daha kendisini kâmil mânâda tanıyamayan insanoğlunun, elbette ki Cenâb-ı Hakk’a âit, O’na  mahsûs, yâni husûsî mâhiyette olan sıfatları lâyıkı vechile idrâki mümkün değildir. Nasıl ki Allâh Teâlâ’nın zâtının hakîkat ve mâhiyetini idrâk edemiyorsak, sıfatlarının da hakîkat ve mâhiyetini kâmil mânâda idrâk edemeyiz.