Zekâtı Vermemenin Cezası

Zekat

Zekâtı vermeyen kimselerin dünya ve ahiretteki cezası ne olacak?

Zekâtı vermeyen için iki yönlü müeyyide vardır. Dünyada ceza, ahirette azap. Allah Teâlâ ahiretteki azabı şöyle haber verir: “Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar için can yakıcı bir azabı müjdele. O gün (bu altın ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılıp, bunlarla onların alınları, böğürleri, sırtları dağlanacak ve kendilerine; “İşte nefisleriniz için toplayıp biriktirdikleriniz! Artık saklayıp biriktirdiğiniz bu nesnelerin acısını tadın! (denilecek)” [1] “Yazıklar olsun o müşriklere ki, onlar zekât vermezler ve ahireti de inkâr ederler.” [2] Ahiret gününde, cennet ehli, suçlulara sorar; “Sizi sekar cehennemine sürükleyen nedir?” Onlar derler ki; “Biz namaz kılanlardan değildik ve düşkünleri doyurmazdık.” [3]

Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ bir kimseye mal verir o da, bunun zekâtını ödemezse, zekâtını ödemediği bu mal kıyamet günü, gözleri üzerinde iki siyah benek bulunan başı kel yılan şekline girip o kişinin boynuna sarılacak ve iki çenesinden tutup şöyle diyecek: “Ben senin malınım, ben senin biriktirdiğinim.” Hz. Peygamber daha sonra şu âyeti okumuştur: “Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir kötülüktür. Kıyamet gününde, cimrilik yaparak vermedikleri bu mallar boyunlarına halka yapılacaktır.  Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” [4]

Zekât farîzasını yerine getirmeyenlerin dünyaya ait cezası, zekâtın İslâm Devleti tarafından zorla alınması ve kendilerine de devletin koyacağı bir cezanın (ta’zîr) uygulanmasıdır.

Behz İbn Hakîm (r.a.)’ın babası yoluyla dedesinden rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurulur:

“Karşılığını Yüce Allah’tan bekleyerek malının zekâtını ödeyene ecri verilir. Zekâtını vermeyenin zekâtını ve devesinin yarısını, Rabbimizin bir alacağı olarak alırız. Zekâttan hiç bir şey Muhammed’in aile fertlerine helâl değildir.”[5] Bu hadisin başka bir rivayetinde, “ceza olarak malın yarısı alınır” ifadesi vardır.[6]

Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî ve İmam Mâlik’e göre bu durumda İslâm devleti yalnız verilmeyen zekâtı alır, gerek görürse ta’zîr cezası uygular. Malî ceza uygulanmaz. Çünkü Hz. Peygamber döneminde böyle bir ceza uygulanmamış, Hz. Ebû Bekir devrinde zekât vermeyenlere karşı savaş yapılması öngörülmüş, fakat mallarının müsaderesi yoluna gidilmemiştir.

Şîrâzî (ö. 476/1083) gibi bazı bilginler ise malî cezanın önceleri var olduğunu, daha sonra neshedildiğini ileri sürmüşlerdir.[7] Hanefîlerden yalnız İmam Züfer bu durumda malın yarısına kadar müsadere edilebileceği görüşündedir.

İnkâr sebebiyle zekâtı ödemeyen topluluklara karşı savaş açılır. Nitekim ilk halîfe Ebû Bekir (r.a.)’ın zekât vermek istemeyenlere karşı tutumu bu şekilde olmuştur. Bu konuda önceleri tereddüt eden Hz. Ömer, halife Hz. Ebû Bekir’e şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’tan başka ilâh yoktur, deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu söylerlerse canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları da Allah’a kalmıştır, dediği halde bunlarla nasıl savaşırsın?” [8]

Hz. Ebû Bekir şu cevabı verdi: “Allah’a yemin ederim ki, namaz ile zekâtı birbirinden ayıranlarla elbette savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki, Hz. Peygamber’e ödemekte oldukları dişi bir keçi yavrusunu bana vermezlerse bundan ötürü onlarla savaşacağım” [9].

Bu hadis başka bir rivayette: “Rasûlullah (s.a.s.)’e ödemekte oldukları devenin bağını ödemeyecek olurlarsa...” ifadesiyle nakledilmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demiştir: “Yemin ederim ki, Yüce Allah, savaşmak için Ebû Bekir’in gönlüne bir genişlik vermiştir. Bu konuda onun hak üzere olduğunu anladım.” [10]

İslâm bilginleri bu delillere dayanarak şöyle demişlerdir: Bir kimse veya topluluk zekâtı vermezler veya bu konuda İslâm devletine karşı çıkarlarsa kendileriyle savaşılır. Ancak cimrilik veya hükmü bilmeme yüzünden ödemezlerse dinden çıkmazlar, fakat günahkâr olurlar.[11]

Dipnotlar:

[1] Tevbe, 9/34, 35. [2] Fussılet, 41/6, 7. [3] Müddessir, 74/42-44. [4] Buhârî, Zekât, 3, Tefsîru Sûre, 3/14; İbn Mâce, Zekât, 2; Mâlik, Muvatta’, Zekât, 22; A. b. Hanbel, II, 255. Âyet için bk. Âl-i İmrân, 3/180. [5] Ebû Dâvud, Zekât, 5; Nesâî, Zekât, 4, 7; Dârimî, Zekât, 36; A. b. Hanbel, V, 2, 4. [6] Şevkânî, Neylû’l-Evtâr, IV, 121, 132 vd. [7] Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, Terc. İbrahim Sarmış, İstanbul 1984, I, 86, 87; Y. Vehbi Yavuz, İslâm’da Zekât Müessesesi, İstanbul, 1977, s. 85. [8] bk. Müslim, İmân, 32-36; Buhârî, İmân, 17, 28, Salât, 28, Zekât, 1, İ’tisâm, 2, 38; Ebû Dâvud, Cihâd, 95; Tirmizî, Tefsîru Sûre 88; Nesâî, Zekât, 3; İbn Mâce, Fiten, 1-3. [9] Buhârî, Zekât, 1, Mûrteddîn, 3, İ’tisâm, 2. ; Müslim, İmân, 32; Ebû Dâvud, Zekât, 1; Tirmizî, İmân, 1; Nesâî, Zekât, 3. [10] Şevkânî, a.g.e., IV, 119; Kardâvî, a.g.e., I, 90. [11] Zühayli, age, II, 735.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları