Yunus Emre’nin Şiirlerindeki Derinlik Nereden Geliyor?

Tasavvuf

Yûnus Emre Hazretlerinin şiirlerindeki derinlik nereden geliyor? Yûnus Emre şiirleri ve manası...

Yûnus Emre Hazretleri, bir “sehl-i mümtenî” (imkânsız derecede güç olan rahat söyleyiş) şeklinde dile getirdiği şiirleriyle tefekkür ve tahassüs derinliği bakımından halkın rûhunu asırlarca besleyegelmiş feyyâz bir menbâdır. Uçsuz bucaksız bir deryâdır.

İnsan Yûnus Emre Hazretlerinin şiirlerini duyduğu zaman ilk anda:

“–Ne kadar basit! Elbette ben de böyle bir şiir söyleyebilirim!” gibi bir hisse kapılır.

Lâkin o kadar derin bir fikri böylesine kolayca ifâde etmek, her kula müyesser olabilecek bir kâbiliyet değildir. Meselâ:

Ete kemiğe büründüm,

Yûnus diye göründüm! ifâdesi, buna güzel bir misâldir ki, bu küçücük cümle tasavvufu baştan başa hulâsa etmektedir.

YUNUS’UN ŞİİRLERİNE GÖMDÜĞÜ MANALAR

Yûnus Emre’nin şiirleri tasavvufî bir derinlik arz ettiği için onları zâhir bilgileriyle değerlendirip anlayabilmek mümkün değildir. Her ne kadar pek kolay anlaşılacakmış intibâını verse de, o kolaylıkların içinde birçok sırların mahrem olduğunu, kendisi şu şekilde ifâde eder:

“Yûnus bir söz söyledi; hiçbir söze benzemez!

Câhillerin içinde örter mânâ yüzünü...”

Yani Yûnus’un şiirlerine gömdüğü bâzı ince mânâlar, irfandan mahrum olanlara gizli kalmaktadır.

Bir halk şâiri zannedilen Yûnus Emre, bâzı şiirlerinden de anlaşıldığı üzere, aslında medrese tahsîli görmüş, Arapça ve Farsça’ya vâkıf, derin bir ilmî ve fikrî seviye sahibi bir şahsiyettir. Şiirlerinde aruz veznini de en mükemmel bir sûrette kullanmasını bilen bu büyük insan, bir nevî “tecâhül-i ârifâne” ile toplumun hemen her kesimini muhâtab aldığından, derin ve muazzam bilgileri, büyük ve mücerred fikirleri bir çocuğa nakleden tecrübeli ve mütefekkir bir muallim gibi, büyük bir basitlik ve kolaylıkla ifâde edebilmiştir. Ancak bâzen de insanların sırf istîdat ve iktidârı müsâit olanlarınca anlaşılabilsin diye derin tasavvufi mevzûları âdeta girift bir bilmece gibi ortaya koymuştur. Edebiyatta “şathiye” ismi verilen bu tarz şiirlerinin en meşhuru:

“Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü,

Bostan ıssı kakıdı; der; ne yersin kozumu?” beytiyle başlayan şiirdir.

Bu muammâlı şiirin Niyâzî-i Mısrî tarafından yapılmış güzel bir şerhi mevcuttur. Buna göre bu ilk beytin mânâsı şudur:

ÜÇ MEYVE BİR AĞAÇTA OLMAZ

Her ağacın bir çeşit meyvesi olur, her meyvenin de bir ağacı. Bunun gibi her işin de kendisine has bir âleti vardır ki, onunla meydana gelir. Meselâ zâhir ilimler için lügat, sarf, nahiv, mantık, âdâb, kelâm, tefsir, hadis, hikmet vs. gereklidir. Bâtın ilimleri için de muhlis bir kalp, mürşid-i kâmil terbiyesi, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve uzlet hâlinde yaşamak lâzımdır. Bâtınî ilmin daha derûnundaki hakîkat ilmi içinse, dünya ve âhireti terk ile varlıktan sıyrılarak Hak’ta fânî olmak îcâb eder.

Buna göre Pîr Hazretleri, erik, üzüm ve ceviz ile şerîat, tarîkat ve hakîkate işâret eder. Zira;

Eriğin dışı yenir; içi, yani kalın ve sert olan çekirdeği yenmez. Bunun için erik gibilerin amelleri, zâhire misâldir. Dışları güzeldir, ama içleri, yani kalpleri katıdır. Üzüm, amelin bâtınına benzer. Zira üzüm hem yenilir, hem de onda nice nîmetler ve şifâ vardır. Ancak dağılmış da olsa içinde çekirdekler vardır ki, bu kategoridekilerin gönüllerinde katılık ve kasvetin tamamen tezkiye edilmemiş olduğunu gösterir. Yani onun içinde de dışarıya atılacak ve temizlenecek şeyler az da olsa mevcuttur. Cevize gelince, bu Hindistan cevizidir ki, sırf hakîkati temsil eder. İçinde yabana atılacak hiçbir şey yoktur. Hem yenir, hem de nice hastalıklara şifâ olur.

İmdi bir kimse erik isterse, erik ağacından taleb etsin. Üzüm isterse bağdan istesin. Eğer ceviz taleb ederse, onu da ceviz ağacında arasın. Her kim ki, üzümü erikte ararsa, o bir ahmaktır. Boş yere zahmet çeker ve bütün emekleri hebâ olur.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Osmanlı, Erkam Yayınları