Yunus Emre Hazretleri Hürmetine

Hikâyeler

Tasavvufta mürşid ile mürîd arasındaki münâsebetlerde muhtelif metotlar vardır. Bunlardan biri de, mürşidin, mürîdinin kaydettiği terakkîden, bâzı mânevî tehlikeler sebebiyle onu haberdâr etmeyip talebesini seyr u sülûk yolunda daha da ileriye götürme gayretidir.

Taptuk Emre, Yûnus’un mânevî yükselişinde nefsine bir pay çıkarıp terakkîsine mânî olmaması için, uzun bir müddet bu metodu tatbik etmişti. Öyle ki, Hacı Bektâş-ı Velî’nin dergâhına daha ilk vardığı gün himmet teklîfine muhâtap olan Yûnus, bu dergâhta yıllarca kusursuz hizmet etmesine mukâbil, kendisinde herhangi bir terakkî ve himmet emâresi kendince göremedi. Buna son derece üzüldü. «Bu işin neticesi nereye varacak?” diye hayıflandı. Ne yapacağını bilemez bir hâle düştü. Hâlbuki o, vâsıl-ı ilâllâh yolunda menzil-i maksûduna nâil olabilmek için bu dergâha baş koymuş, yıllarca şevkle hizmet etmişti. Ancak hizmetle dopdolu bir şekilde fedâ ettiği bunca yıla rağmen, kendisindeki olgunluğun farkında değildi. Sanki bu kapıda eli boş bir vaziyetteydi.

GÖKTEN İNEN SOFRALAR

Nihâyet bîçâre Yûnus, düşünüp taşındı ve dergâhtan ayrılıp kendisini kemâle erdirecek bir başka kapı aramaya karar verdi. Sessiz ve sedâsız bir şekilde dergâhtan ayrılıp yollara düştü. Yolda kendisi gibi kâmil bir kapı arayan iki kişiyle dost olup birlikte dolaşmaya başladılar. Beraberliklerinin ikinci günü acıktıklarında dostlardan biri duâ etti ve kendilerine bir sofra ikrâm edildi. Yiyip içip şükrettiler. Yûnus bu hâle son derece şaşırdı. Sonra:

“Bunlar, bir kapıya hizmet etmeden bu kemâle erdikleri hâlde ben onca yıldır yaptığım hizmetimden bir şey elde edemedim. İyi ki o dergâhtan ayrılmışım!” diye düşündü.

Ertesi gün yine acıktıklarında ikinci derviş duâ etti. Tekrar bir sofra ikrâm edildi. Yiyip içip şükrettiler ve yollarına devam ettiler.

Nihâyet bir sonraki gün yemek için duâ sırası Yûnus’a geldi. Her iki derviş de:

“–Haydi derviş! Sıra sende; duâ buyur!” dediler.

Yûnus, telâşa kapıldı:

“–Dostlar! Benim duâmla bir yaprak bile kımıldamaz! Ne olur beni bu işte mâzur görün! Benim mertebem çok aşağılardadır. Öyle sizin gibi Hak katından sofra ikrâm edilecek bir kimse değilim ben!..” dedi.

Dervişler itiraz etti:

“–Olmaz derviş kardeş! Usûlümüzü bozamayız; haydi duâ buyur!” dediler.

YUNUS EMRE HAZRETLERİNİN RIZIK DUASI

Ne söylese derviş arkadaşlarını râzı edemeyeceğini anlayan dertli Yûnus, çâresiz bir şekilde ellerini yüce dergâha kaldırdı:

“–Yâ Rabbî! Bu âciz miskin Yûnus kuluna şu dervişlere gönderdiğin sofradan ikrâm ettin. Şimdi o sofra için duâ ve ilticâ sırası bana geldi. Sen benim günahlarıma bakmayıp lûtfunla muâmele buyur; beni mahcûb eyleme! Allâh’ım! Onlar kimin hürmetine Sana duâ edip lûtfa nâil oldularsa, ben de o has kulun hürmetine Sana niyâz eyliyorum!..” diye içli içli yalvardı.

Ellerini henüz yüzüne sürmüştü ki, kendilerine gâyet müzeyyen on kişilik büyük bir sofra ikrâm edildi. Hem Yûnus şaşırdı, hem de arkadaşları. Sordular:

“–Hey derviş kardeş! Hani sen duâ bilmezdin! Söyle bakalım; nasıl bir duâ ettin ki, Cenâb-ı Allah böylesine bir ikram gönderdi?”

Şaşkın ve dertli Yûnus, şâhid olduğu esrâr karşısında irâdesizleşti. Hiçbir şey söyleyemedi. Bu hâl, kendisine bir muammâ oldu. Bu mânevî sırrı henüz çözemediği için önce arkadaşlarından îzah istedi:

“–Evvelâ siz söyleyin dervişler! Sizler nasıl duâ ettiniz?” dedi.

Onlar da:

“–Derviş kardeş! Bizler, Taptuk Emre Hazretlerinin kapısında kırk yıldır dillere destan bir şekilde sadâkat ve ihlâsla hizmet eyleyen Derviş Yûnus’un yüzü suyu hürmetine duâ ve niyâz eyledik.” dediler.

Bu gerçeği duyan Yûnus, mânevî bir şokla irkilerek gönlünün derinliklerinden kopan bir «Eyvâh!» feryâdı ile yerinden fırladı. Önündeki sofradan tek bir lokma bile almadan diğer iki dervişe vedâ ederek onların hayret nazarları arasında gerisin geriye döndü.

BİZİM YUNUS MU?

Yûnus, Şeyhinin hânesine varıp kapıyı tıklattı. Hazret-i Pîr’in hanımı çıktı. Yûnus’u karşısında gören vâlide hanım, ona:

“–Evlâdım! Niçin böyle yaptın? Hocanı incittin.” dedi.

Sonra da Yûnus’un nedâmetle ıslanmış gözlerine ve boynu bükük hâline bakarak:

“–Oğlum! Taptuk Hazretleri birazdan dışarı çıkacaklar. Bu eşikte bekle! Ayağı sana takılınca: «Bu kimdir?» diye sorar. Ben de: «Yûnus efendim!» derim. Şâyet: «Hangi Yûnus?» derse, anla ki seni gönlünden çıkarmıştır. O zaman durmayıp gidersin. Eğer: «Bizim Yûnus mu?» derse, bil ki seni affetmiştir.” dedi.

Dertli Yûnus, bütün rûhunu saran bir nedâmetle başını eşiğe koydu. Beklemeye başladı. Birazdan Taptuk Emre Hazretleri kapıda göründü. Zâhirî gözleri âmâ, kalbi ise güneş gibi nurluydu. Ayağı Yûnus’un başına değince:

“–Bu kimdir?” diye sordu.

Hanımı:

“–Yûnus!” dedi.

Bir an sükût eyleyen Hazret-i Pîr, önünde tedirgin bir vaziyette gözyaşı döken Yûnus’un hâlini kalben temâşâ ederek tebessümle:

“–Bizim Yûnus mu?” dedi.

Ardından mânidar bir şekilde konuştu:

“–Yûnus evlâdım! Bir meyvenin olgunlaştığını kendisi bilemez. Onu ancak bahçıvan bilir. Bir talebenin kemâlini de en iyi hocası bilir, fakat gayretlerine devam etmesi ve kendisinde bir varlık hissetmemesi için belli bir mertebeye kadar ondan hakîkati gizleyerek onu daha ilerilere götürür!” dedi.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmalı, Erkam Yayınları