Vakti Kısa Gölgesi Uzun Padişah

Osmanlı Tarihi

Sekiz senelik saltanatı boyunca kazandığı muazzam zaferler, dün­ya­ya âit şanlar, şerefler, fânîlerin iltifatları, kendisini hiçbir zaman sekre sürüklemeyen Yavuz Sultan Selim Han'ın ahirete göçü nasıl gerçekleşti? İşte cevabı...

1520’de Yavuz Selîm, yeni bir sefere hazırlanmak için Edirne’ye gidiyordu. Babasının vefât ettiği Uğraş Köyü’ne gelmişti. Orada, sırtında çıkan bir sivilceyi, îkazlara rağmen:

“–Benim canım kadınlarınki gibi tatlı değil!..” diyerek kopardı, kanattı.

Bu hâdiseyi, Yavuz’un nedîmi olan Hasan Can şu şekilde anlatır:

“Sırtında şîrpençe adı verilen bir çıban çıkmıştı. Çıban, kısa zamanda büyüdü, bir delik hâline geldi. Yaranın içinden Yavuz’un ciğerini görüyorduk. Kendisi çok muzdaripti. Yaralı bir arslan gibiydi. Aczi, bir türlü kabullenemiyordu. Cengâverlerine taktik ve tâlimatlarına devam ediyordu. Yanına yaklaştım. Bana kendi hâlini kasdederek:

«–Hasan Can, bu ne hâldür?» dedi.

Ben de, artık fânî yolculuğun sonuna gelmiş, bâkî hayatın başına ulaşmış olduğunu sezdiğim için, gönlümü daha o anda yakan ayrılık hüznüyle:

«–Pâdişâhım, artık Allah Teâlâ ile beraber olmak zamanınız herhâl­de geldi!» dedim.

Koca Sultan döndü, yüzüme hayretle baktı:

«–Hasan, Hasan!.. Sen beni bu âna kadar kiminle beraber zannederdin?.. Cenâb-ı Hakk’a teveccühümde bir kusur mu müşâhede eyledin?» dedi.

Bu sözler karşısında mahcup kalarak:

«–Hâşâ Sul­tâ­nım! Öyle demek istemedim. Sadece içinde bulunduğunuz zamanın diğerlerinden farklı olduğunu beyân için, ihtiyaten böyle cür’et edebildim.» dedim.

Koca Sultan, artık bambaşka âlemlere dalmış vaziyette bana son hitâbı olarak:

«–Hasan! Sûre-i Yâsîn’i oku!» dedi.

Nemli gözlerle tilâvete başladım. «Selâm» âyetine geldiğim zaman muazzez rûhunu Rabbine teslîm etti.”

Şâir Yahyâ Kemâl, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın âhi­rete rıhletini (yolculuğunu) şu içli ifâdelerle anlatır:

Bir gün çalındı nevbet-i takdîr rıhlete,

Ukbâda yol göründü Hüdâ’dan bu dâvete...

“Bir gün kader nevbeti, (ebedî) yolculuk için çalındı. Allah’tan gelen bu dâvete, âhi­retteki yol göründü.”

Doldukça doldu gözleri eşk-i firâk ile,

Kudretlü pâdişâh vedâ etti millete...

“(Bunu gören Yavuz Han, Rabbine kavuşacağı için sevindiyse de) gözleri, (sevdiklerinden kısa bir müddet de olsa) ayrılacağı için doldukça doldu ve o kudretli pâ­di­şah, millete (böylece) vedâ etti.”

Tevhîd maksadıyla geçirmişti ömrünü,

Ref’ etti armağânını dergâh-ı vahdete...

“Ömrünü i‘lâ-yı kelimetullâh yolunda tevhîd maksadıyla geçirmişti. (Nihâyet) armağanını vahdet dergâhına yükseltti.”

Dîdâr-ı Fahr-i Âlem’i görmekti gâyesi,

Gark-ı huşû çıktı huzûr-i risâlete...

“Gâyesi, Hazret-i Peygamber -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-’in mübârek ve nurlu yüzünü seyretmek olduğu için büyük bir huşû ve edebe gark olarak O’nun huzûruna çıktı.”

RAHMETULLAHİ ALEYH!

Sekiz senelik saltanatı boyunca kazandığı muazzam zaferler, dün­ya­ya âit şanlar, şerefler, fânîlerin iltifatları, kendisini hiçbir zaman sekre sürüklemedi, mağlûb edemedi.

620 sene içindeki sekiz senelik Yavuz devri; vakti kısa, fakat gölgesi uzun ikindi zamanına benzetilir.

Kânûnî’nin başarılarının sırrını babasının kendisine bıraktığı, kolay kolay sarsılmaz, kuvvetli maddî ve mânevî mîrâsın içinde aramak lâzımdır.

Yâ Rabbî! Bizleri, Yavuz Sultan Selîm Han gibi, bir taraftan cihâd yolunda cevvâl bir cengâver, diğer taraftan yüce huzûrunda gözü yaşlı şükreden bir mü’min, ilâhî ve derûnî lezzetlere müstağrak bir derviş eyle!.. Âmîn!..

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013